Tanrı tapıcılıktan ötekisiz kulluğa
Rabbimiz Nisa suresinin 136. ayetinde "Ey iman edenler! Allah'a iman edin" buyuruyor.1 İman etmiş olanların tekrar imana davet edilmesinin hikmeti üzerine düşünmemiz lazım. Her türlü noksanlıktan münezzeh olan Âlemlerin Rabbi-hâşâ- abesle iştigal etmez. Dolayısıyla Cenab-ı Hakk'ın iman edenleri tekrar imana davet etmekten biz kulları için bir muradı var. Müfessirler tekrar imana davet edilenlerin dışa karşı inanmış görünen münafıklar olabileceğini ifade etmişler. Âlimlerin bazısı ise tekrar imandan kastın insanların kâmil manada imana davet edilmeleri olduğunu söylemişler.
Bu açıklamalara ek olarak ayet-i kerimeyi ve tefsirini ötekisizlik bağlamında okumaya gayret edelim. Ayette geçen Kuranî ifadeye "Ameni bi(A)llah" yoğunlaşalım. Şüphesiz tekrar iman etme emrinin ve öğüdünün "amenullah" ifadesinin yerine aradaki "b" harfi ile "Ameni bi(A)llah" şeklinde olmasının bir hikmeti var. Arapça lisan kaideleri bakımından "b" harfi mündemiçlik sigasıdır. "Bismillahirrahmanirrahim", "Billahi", "bilkaderi", "bilfiil" gibi kavram ve konseptlerde örneğini gördüğümüz gibi "b" harfi bir muhteviyat ve öz işaretidir. Dolayısıyla ayet-i kerime "Yâ eyyuhâlleżîne âmenû âminû bi(A)llâhi" dediği zaman, zahire ya da taklide değil hakikatiniz olan Allah'a iman ediniz diyor – ki zaten insanın hakikati Allah'ın zat, sıfat ve esmasından ibarettir. İnsanın mesleği, cinsiyeti, ismi, cismi, sıfatları ve "ben"im diye zannettiği ne varsa hepsi vehm ü gümân yani kuruntu ve şüphedir. Şeyh Galib Hazretleri bu hakikati nazım formunda çok estetik bir ifadeyle şöyle anlatır; "Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümânındır."
İnsanın hakikati Rabbidir
İnsan Cenab-ı Hakk'ın nefsinden açığa çıkmış, Hakk'a ait bir hologramdır çünkü Allah'tan gayrı bir şey yoktur. Tabii bu bilince erişmek bir anda, bir günde, geceden sabaha olmaz. Şüphesiz Allah lütfederse olmayacak iş olur, aşılmaz mesafeler bir anda aşılır. Ancak umumiyetle bu şuura erişmek süreç işidir. Cehtle, emekle, çalışmakla, sabretmekle dolu bir süreçtir, seyirdir. İnsan bütün bunlara sahip muhteşem bir varlıktır. Şeyh Galib Hazretlerini bir daha yâd edelim; "Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen/Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen".
Allah'tan sonra en değerli varlık insandır. Aslında Allah ve insan ikiliği de izah daha kolay olsun diye başvurulan bir ikiliktir. Onun için kişinin nefsini, kendi kadr u kıymetini bilmesi gerekir. Bizde var olan "Tekil" zatımızla, bütün varlığı avcumuzun içerisinde bulma kabiliyetimiz var. Ancak bu kabiliyetin şuuruna ermek için seyir gerekir; evvela Allah'a seyir, sonra Allah'ta seyir - yani onun sıfatlarıyla ve esmalarıyla bir karakter sahibi olmak, Allah adamı olmak, nihayetinde de Allah'la seyir.
Seyrin ilk aşaması Allah'a seyirdir. Bireylerdeki potansiyel bir varlıktan bi(A)llah'a yani insanın hakikati olan Allah'a seyir. Ayette işaret edilen "âminû bi(A)llâh" olan Müslümanın iman ettiği ötelerde bir yerlerdeki bir potansiyel değildir. Ötelerde bir yerlerde olan tanrı telakkisi iman değil tanrı tapıcılık olur. Karmaşık gibi gözüken ama aslında hiç de karmaşık olmayan bu meseleyi Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Risaletpenah Efendimizin bir hadisine başvurarak, onun lütfundan dilenerek, merhametine sığınarak anlamaya gayret edelim; "Nefsini bilen Rabbini bilir". Rabbimiz bizden ötede bir yerde değil. Taşrada değil; onun için Niyazi Mısri Efendimiz "ben taşrada arar iken ol can içinde can imiş" buyuruyor. İnsanın hakikati Rabbidir.
Nefsimizi, hakikatimizi, Rabbimizi bilmek
Rububiyet sıfatı insanın nefsidir. Kişi nefsini bildiği zaman, Rububiyet sıfatıyla ve her türlü esmasının etkisiyle kendisini harekete geçirenin Rabbi olduğunu bilir. Rabbi, Mudil esmasıyla birtakım şeyleri kuluna özendirebilir. Hadî esmasıyla da hidayeti gösterebilir. Yaşadığımız dünya bir imtihan dünyasıdır. İmtihan varsa delalet de hidayet de olacak. Ayrıca Rabbimiz delalete değil hidayete mehel olmamız için bize peygamber, kitap ve veliler yollamıştır. Bütün bunların ışığıyla bizim Mudil'i yani delaleti değil, Hadî'yi yani hidayeti tercih etmemiz için de akıl, fikir, izan ve feraset vermiştir.
Allah'ta seyir ise Allah'ın ahlakıyla, iki gözümüzün nuru Resulullah Efendimizin "Hulukin Azim" denilen yüksek ahlakıyla ahlaklanmaktır.2 İslam hakikatini bilmek ve hakikatini yaşamak için insanlara verilmiş bir bilgidir.3 Rabbimizin "Size kitap verdik" dediği insana vermiş olduğu o bilgidir. Hazreti Âdem'e esmanın meşkedilmesi de, Ve'alleme âdeme- l-esmâ , bilginin öğretilmesidir.4 Hazreti Âdem insan türünün, genetiğinin ilk prototipidir. Bütün ins türü o genetikten gelir ve Cenab-ı Hakkın'ın Âlim sıfatına sahiptir. Ayeti kerimede "Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle, hatırlamakla, anmakla tatmin olur" buyuruluyor.5 Keza başka ayeti kerime "Allah'ı çokça zikredin" diyor.6 Zikrin tasavvuf hayatındaki özel durumu bir yana bu emir ve tavsiyelerin genele bakan anlamı devamlılık içeresinde zikrederek, seyrederek; nefsimizi, hakikatimizi ve Rabbimizi bilmemizdir.
İkra: Kendini okuyarak, Allah'ı bulmak
Çokça zikretmek suyun damlaya damlaya mermerde iz bırakması misali nefsimizdeki hakikati gün yüzüne çıkarmaktır. Bir kere Allah diyebilmek için, Rabbimizin hakikatine erebilmek için ömür boyu Allah demektir. Kalbin tatmin olması ise insanın hakikatinde, genetiğinde yani nefsinde var olan, Allah'ın "ve'alleme âdeme-l-esmâe" buyurduğu bilginin hayatta ve tüm fiil, düşünce, duygu ve hallerimizde açığa çıkmasıdır. Netice itibariyle o esmalar insanı müsemma olmaya, yani esmanın ahlakıyla ahlaklanmaya çağırır.
Allah'la seyrin remzi, Risaletpena Efendimizin miraçtan dönüşüdür ki kul hiçbir şüphenin olmadığı, bütün eksikliklerin giderildiği, her şeye vakıf bir hale bürünür. O arınmış halde insanların arasında kendi aydınlığıyla insanları aydınlatmak için yaşar yani Allah'la seyir eder. İlk vahiy olan "İkra"nın karşılığı da budur.7 Yoksa bazılarının zihninde canlandırdığı gibi Hazreti Cebrail elinde bir kâğıt parçası, zamanın şartlarına göre üzerinde bir şeyler yazılı bir deri ya da kemik parçası ile gelmemiştir. Okunması gereken şey bir yazı değil Allah'ın hakikatidir. "İkra" emri kendini bilerek, kendini okuyarak, Allah'ı bulmak, Allah'ı bilmek, Allah'la olmak, Allah'la kulluğunu ifa etmektir. Cenab-ı Hakk hadisi kutside "Kulum bana nevafille, yani güzel ahlakla o kadar yaklaşır ki, ben kulumun gören gözü, söyleyen ağzı, duyan kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum" buyuruyor. İşte bu Allah'la seyirdir!
Tanrı tapıcılıktan kurtulup, Rabbimizin bizden beklediği "Ameni bi(A)llah"a ulaşmak, kendi potansiyelimizce insan-ı kamil olmak, ikiliği ve diğer çoğullukları aradan kaldırmak, Tekil Tümel Varlığı bilmek yani ötekisiz bir kulluğa erişmek bu seyirle olur. Allah hepimize yolda olmayı nasip etsin!
1. Nisa Suresi, 136. Ayet; Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.
2. Kalem Suresi, 4. Ayet; Şüphesiz sen büyük bir ahlaka sahipsindir.
3. En'am Suresi, 114. Ayet; Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim? Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!
4. Bakara Suresi, 31. Ayet; Ve Adem'e bütün isimleri öğretti, sonra eşyayı meleklere gösterdi. "Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin" dedi.
5. Ra'd Suresi, 28. Ayet; Onlar inanmışlar, kalbleri Allah'ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin, kalbler ancak Allah'ı anmakla huzura kavuşur.
6. Ahzab Suresi, 41. Ayet; Ey inananlar! Allah'ı çok anın.
7. Alak Suresi, 1. Ayet; Yaratan Rabbinin adıyla oku!