Belki de güvercinlerin, belki de eski zaman kumrularının, belki de pencere önü hanımellerinin, belki de komşunun bir tas yemeğinin, belki de veresiye defteri barındıran mahalle bakkalımızın, belki de kandil geceleri dinginliğinin yeniden neş'et ederek köşebaşlarını ele geçirmesi içindir şiirler ve şarkılar..
Böyle bakarak, işe yarar da kılabiliriz onları.
İstanbul kadar şarkıların ve şiirin yakıştığı, üzerinde iyi durduğu, birbirini tamamladığı kaç şehir sayılabilir ki?
Kaç şehir şarkıların üzerine binâ edilmiştir?
İstanbul:
Bir şarkısın sen..
Ve elbette hatıraları gezdirmenin başkenti şüphesiz istanbul'dur..
Hatıralarınızın elinden tutup Emirgan'da ihtiyar ve sanatkâr çınar ağacının dibinde bir bardak çayla başlayabilirsiniz mesela..
Alibeyköy'ün yokuş yukarı sokaklarında seyyar bir mısırcının peşinde koşabilirsiniz ya da.. Kaynamış mısırı Alibeyköy'de, "yerinde" yiyebilmenin umudu ile..
Olmadı Mısır Çarşısı'nın baharatçılarının önünden geçip o gizemli kokular içe çekilebilir..
En iyisi elbette vapur küpeştesidir.. Dünyanın en güzel simidini dünyanın en lezzetli çayıyla birlikte bir martıyla paylaşmanın keyfini çıkarın hatıralarınızla birlikte..
Hatıralarınızı havalandırmak isterseniz şayet, Çamlıca Tepesi emrinize amadedir..
Gece, melek ve bizim çocukları tanımak isterseniz ve biraz da cesaretiniz varsa, Tarlabaşı'nın Beyoğlu'na çıkan ara sokakları sizi beklemektedir..
Midyatlı midye dolmacıların nöbet tuttuğu İstiklal Caddesi köşebaşlarında bir mola verirsiniz belki de..
Yıldızlar iyice bir yerleşince İstanbul'un semalarına, bir mahalle mescidinin şadırvanında niye o saatte abdest aldığına anlam veremediğiniz kırçıl sakallı bir meçhul kişiye Özbekler Tekkesi'ni sorabilirsiniz mesela..
Lodosuna merhaba diyebilirsiniz İstanbul'un.
Lodostur rüzgarların şahı.. Çünkü lodos, kıyıya vurduran rüzgardır..
Boş bir meyve suyu kutusu, ıslanmış buruşturulup atılmış bir sigara paketi, yarım bir simit, yazıları iyice silinmiş yırtık bir mektup, elleri böğründe kalmış bir kadının âhı, unutulmuş bir şarkının nakaratı, kimsesiz bir gazete parçası, yorgun bir gümüş kolyenin kırık parçası ve daha bir dolu kıymetli nesnesi geçmiş zamanların..
Geçmiş zamanların buruk tadı yani. Lezzeti. Aşikarlığı. Yalnızlığa çağrısı. Bedbîn kılışı..
Lodos sadece bir rüzgar değil, şehrin müktesabatıdır aynı zamanda..
Ezcümle, rüzgarı da vardır İstanbul'un.. İstanbul aşktır aslında.. Maziye çıkarılan şapkadır.
İstanbul sinemadır.
Sinemaların afişlerine bakınca geçmiş güzel günlerin canlanmasıdır yüreğimizde..
Bir yerden aşina bir hatıramızın, arada bir gelip tıklamasıdır kapıyı.
Mesela Karagümrük ısınsın, Vefa stadında Tophane Tayfun maç yapsın Yeşildirek'le..
Lacivert pantolonların başkentinde, Beyoğlu sonbaharı tadında..
İmpala yaylansın en altmışbirinden..
Biraz hercai, biraz havai, biraz kalbimizin sesini dinleyerek ihtiyarlamak için İstanbul biraz da:
Ahmet Hamdi Tanpınar..
Palamutlar, istavritler takılmıştır ağlara geceden; bereket bütün kımıl kımıllığıyla balık halinde görücüye çıkıyordur erken saatlerde..
Orhan Veli'nin İstanbul tarifinde dediği gibi "ağlar çekilirken dalyanlarda" belki de "bir kadının suya değiyordur ayakları".. Hatta daha da ileri giderek "bir şey düşüyor elinden yere" deyip, bunun "bir gül olmalı" olduğunu tahmin ediyordur.
Aslında tahminsiz bir şehirdir ya İstanbul; belki bundan vazgeçebileceği tek istisna şairleridir..
Kendini sevmiş, hatta kendine vurulmuş şairlere karşı saçlarını savura savura müşfikliğini hep göstermiştir İstanbul.
Yahya Kemal İstanbul aşığı şairlerden biridir elbet.. Orhan Veli sırılsıklam tutulmuştur.. Ziya Osman Saba için de deruni bir aşktır istanbul.. Necip Fazıl'ın canıdır, cancağızıdır.. Attila ilhan bütün sokaklarıyla, iskeleleriyle, karanlığıyla sevmiştir istanbul'u..
Öyleyse hatırlarınızı gezmeye çıkarmanın mevsimi geçmeden davranın bakalım..
Unutmayın, aslolan "ben bu sokaktan daha öncede geçmiştim" duygusudur..
Biz hatıralarımızı, güvercinleri, vapur düdüklerini konuşmaya devam ediyoruz İstanbul'la birlikte..