Ankara'da sokak müziği yaptığım zamanlarda topladığım paralarla geçimimi sağlamaya çalışıyordum. Yaşamam için gerekli olan parayı bir köşeye koyup kalan paralarla da haftada en az üç albüm ve iki kitap almaya çalışırdım. O zamanlar Dost Kitapevi'nin karşısında yine kitabevi bünyesinde CD ve plak satışı yapan bir müzik market vardı. Bu müzik mağazasının önü aynı, zamanda benim müzik yaptığım yerdi, yani sahnemdi. Çoğu zaman müziğimi yaptıktan sonra bahsettiğim müzik mağazasını ziyaret ederdim. Mağazaya girdiğimde istediğim kadar kalabiliyordum. Çalışanlar beni tanımakla kalmayıp albüm aldığımda da yapabilecekleri en iyi indirimi yaparlardı.
Mağazada albümlerin ilk 45 saniyesini kulaklıkla dinleyebileceğim bir sistem de vardı. Caz bölümünde gezinirken kapağında siyahi bir adamın fotoğrafı olduğu bir albüm gözüme çarptı. Bu albüm Abdullah İbrahim'in African Piano adlı albümüydü. Albümün ve müzisyenin adı bana ilginç ve güzel geldiği için ve bir de ECM etiketini gördüğüm için hiç düşünmeden kasaya gidip çalışanların bana yaptıkları her zamanki güzel indirimle albümü satın aldım.
Eve gitme vaktim gelmişti. Santurumu arkadaşımın kafesine bıraktım. Pili bitmiş CD çalarıma yeni pil alıp African Piano albümünü dinlemeye başladım. Albüm bir konser kaydıydı. Albüm boyunca konseri dinleyen kalabalığın uğultusu duyuluyordu ama Abdullah İbrahim piyanosunu ahenkle ve coşkuyla çalıyordu hep. İlk parça, kendini tekrarlayan blues akoruyla başlamıştı. Kendimi ilk önce doğa harikası bir gölde, kayık içinde gidiyor gibi hissettim ama parça ilerledikçe ve diğer parçaları da dinleyince bir an o kayık içinde gölden okyanusa açılmış gibi hissedip sonra da müziğin dalgalandırdığı limana ulaşmaya çalıştığımı hissettim.
Katmanlı ve duyguları yöneten bir müzik dinliyordum. Albümdeki ''The Moon'' adlı eseri dinlerken ister istemez hızlıca yürümeye başladım. Sade ve basit armonilere şiddetli melodiler ve hızlı tempolar eşlik ediyordu. Bambaşka bir enerji veriyordu eser. Bir süre sonra parçayı dinlerken kalbimin de hızlı hızlı atmaya başladığını hissettim. Müthiş ötesi güzeldi albümdeki besteler. Hem caz dinliyordum hem de Afrika müziği. Zaman zaman bir ayin müziği dinliyor hissine de kapıldım.
Müziğin vecde gelmiş hali
Albümü dinlerken aklıma Keith Jarrett'in The Köln Concert albümü geldi. İkisini de dinlerken aynı lezzeti almıştım. Yani iki tane muhteşem yeteneğe
sahip müzisyen ve doğaçlama ustası. İcraları adeta bir yakarış tadında… İkisi de müziğin sınırlarının olmadığını bize gösteriyor. Buldukları melodileri karmaşık caz teknikleriyle, ritimleriyle ve armonileriyle icra ediyorlardı.
Ertesi gün santurumu alıp Tunalı Hilmi Caddesi'ne gittim. Banka kapanınca hemen kuruldum ve çaldım. Abdullah İbrahim'den o kadar çok etkilenmiştim ki onun gibi çalmaya ve doğaçlama yapmaya çalıştım. Sonrasında topladığım bozukluklarla Tunalı pasajındaki caz cd, plak satan Shades Süleyman abinin dükkânına gidip Abdullah İbrahim'in iki albümünü daha güzel indirimle satın aldım. Ondan sonraki süreçte de Abdullah İbrahim'in tüm albümlerini toplamaya ve dinlemeye devam ettim.
Dinledikçe keşfediyordum Abdullah İbrahim'in müziğini. Bir seferinde Almanya'daki kardeşim beni ziyarete geldiğinde A Celebration albümünü getirmişti. Albümü dinlerken Abdullah İbrahim'in "Ntsikana's Bell" adlı parçada melodik bir şekilde "Lailahalillah" dediğini duyar duymaz tüylerim diken diken olmuştu. Sonrasında da kelime-i şahadet getirip kafa sesleriyle doğaçlama gazeller okuması beni adeta mest etmişti.
Müziğin vecde gelmiş halini, bütün Afrika'nın dünyaya haykırışını ve yakarışını dinliyordum sanki. Melodilerin anlamlı bir hisse dönüştüğüne tanık oluyordum. Tekrar tekrar dinledim albümü. Dünyaca ünlü bir caz müzisyen, yaptığı caz bestesinde "Eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluhu" diye kelime-i şahadet getiriyordu. Bir süre sonra Dollar Brand Duo'nun Good News From Africa adlı albümünde Abdullah İbrahim'in ezan okuduğunu dinlediğimde ben bile bir Müslüman olarak şaşırdım.
Afrikalı kölelerin müziği olan caz ne hikmetse Türkiye'de yüksek camianın eğlencesi ve tüketim unsuru olmuştur. Bunu düşününce "Böyle şeyler yapan cesur müzisyenler var mı?" diye sorup yeniden Abdullah İbrahim'e hayran kaldım. A Celebration adlı albümündeki "Imam" ve "Ishmael" adlı eğlenceli besteleri defalarca dinledim. "Keşke Türkiye'deki imamlar da dinlese" diye iç geçirdim.
"Dünyaya iyiliği yaymaya çalışalım"
Abdullah İbrahim'in otuzdan fazla albümü bulunuyor. Ben şu ana kadar 22'sini arşivime kattım.
Beni en çok etkileyen albümlerin arasında senfoni orkestrasıyla yaptığı African Suite ve African Symphony albümleri gelir. Bu iki albümü dinlerken orkestra ile Abdullah İbrahim piyanosu arasındaki etkileşim kimi zaman birbiriyle alakasız besteler çalıyormuş gibi karmaşık bir hal aldığını ama sonrasında müziğe iyice kulak verdiğimde aslında karmaşık harmonik ve ritmik ilişkiler üzerinden icra edildiğini anladım. Bazen de orkestranın ve piyanonun müthiş bir ahenkle uyum sağladığına da tanık oldum. Mesala African Suite albümündeki "Tsakwe"yi dinlerken köşeli ve ritmik olan melodik bir besteyi dinlerken buna fazlasıyla tanık oldum. Deneysel harmoniler dinlemek isteyenler African Symphony albümünü dinleyebilir.
Müslüman olarak doğmamıştır Abdullah İbrahim. Müslüman olmadan önceki Adolph Johannes Brand adını 1968 yılında Müslüman olduktan sonra Abdullah İbrahim olarak değiştirir. Çoğu caz dinleyicisi onu Dollar Brand adıyla da bilir çünkü birçok albümü de bu isimle çıkmıştır. 60'lı yılların başında Dollar Brand olarak triosuyla şehir şehir dolaşıp Avrupa'da ve dünyanın birçok farklı ülkesinde konserler verir.
Doğduğu topraklardaki insanların ötekileştirilmesi ve çocukluğundan itibaren ırkçı ayrımcılığa uğraması Müslüman olmasının en büyük sebeplerinden biriydi. Neden Müslümanlığı seçtiğine dair neredeyse hiç açıklama yapmamıştır. Bu konu hakkında sorulan sorulara "Dünyaya iyiliği yaymaya çalışalım hep" diye cevap verir. Ryan De Leon şöyle der: "Bir caz müzisyeninin kalkan olması gereken şey, ırksal gerilim ve toplumsal beklentilerin
olduğu düşmanca bir dünyadan korunmaktır." Abdullah İbrahim de Ryan De Leon'un bahsettiği bu dünyadaki kalkanını Müslümanlığı da seçerek kullanıp korumuştur. Tabii bu benim şahsi düşüncem.
Acıdan doğmuş bir müzik türü
Şimdi biraz caz müziğinin dünyaya nasıl yayıldığından bahsedip sonra asıl konumuza Abdullah İbrahim'e dönelim. Bu bilgiler önemli çünkü Abdullah İbrahim doğduğu topraklar, yani Afrika, caz için çok önemli bir coğrafyadır. Anlatabildiğim kadarıyla anlatmaya çalışayım.
Caz, Afrika'dan Amerika'ya getirilen kölelerin aracılığıyla ortaya çıkan ve ilk filizlenmeye başladığından bu yana her zaman özgürlüğü hissettiren ve
yaşattıran bir müzik türüdür. 19. ve 20. yüzyılda Amerika'nın en kozmopolit kenti New Orleans cazın ana doğum yeri olur. Afro-Amerikanların revaçta olan beyaz akımın dışında kendi sanatlarını ve kültürlerini ifade etmeleri için bir alan oluşturur caz; tarlalardaki ve kiliselerdeki bağırışlar, şehir proletaryasının sesidir. Acıdan doğmuş bir müzik türüdür. Caz, ezilen siyah insanın sesi olarak başlar, hüzün, acı, özlem, özgürlük gibi insana ait olan duyguları anlatma aracı olur.
Amerika'da yaşayan siyah insanların duyguları müzikleri aracılığıyla diğer insanlarla da paylaşılır. Bu insanların müziği yaşamlarının bir parçası, yakarışlarının yepyeni bir formu olup ardından bazı küçük değişikliklerle Avrupa'ya geçer. Oradan da tüm dünyayı dolaşır ve halen dolaşmaya devam ediyor. Caz, Blues geleneğinden çıkmıştır. Amiri Baraka "Blues, dünyadaki siyahların konuşmasının en erken biçimidir ve Batı dünyasında siyahların konuşmasıdır" der. Kısacası Blues ve caz, Amerikan kültüründeki zenci tavrın tek sabit göstergesidir çünkü bunları icra eden insanlar temel olarak zenci kimliğini sürdürmüşlerdir.
Caz, kendine geleni alan ve dönüştüren bir müzik türü olduğu için farklı coğrafyalardaki ülkelerin müziklerini bir biçimde etkiler. Önce tamamen Amerika'daki hâliyle çalınan bu müzik, daha sonra başka ülkelerin caz formundaki bestelerin oluşmasını sağlayarak serüvenini sürdürmeye devam eder. Dünya müziği kategorisinde yapılan birçok caz müziği türü vardır. Elbette cazın dünyaya yayılmasını sağlayan, caz denince ilk akla gelen ve caza başkentlik eden ülkenin Amerika olduğunu biliyoruz ama bunun yanı sıra zaman içerisinde her coğrafyanın kendine özgü bir sound'u da oluşur.Caz, kendine geleni alan ve dönüştüren bir müzik türü olduğu için farklı coğrafyalardaki ülkelerin müziklerini bir biçimde etkiler. Önce tamamen Amerika'daki hâliyle çalınan bu müzik, daha sonra başka ülkelerin caz formundaki bestelerin oluşmasını sağlayarak serüvenini sürdürmeye devam eder. Dünya müziği kategorisinde yapılan birçok caz müziği türü vardır. Elbette cazın dünyaya yayılmasını sağlayan, caz denince ilk akla gelen ve
caza başkentlik eden ülkenin Amerika olduğunu biliyoruz ama bunun yanı sıra zaman içerisinde her coğrafyanın kendine özgü bir caz sound'u da oluşur.
Mesela Hollandalıların cazı daha teatraldir. Hollanda'da caz müzik icra eden bir grubu dinlemeye gittiğimde sahnede yalnız müzik değil, hareketle, danslar komiklikler yapıldığını da gördüm. Mesela İsveç ve Norveç'te yapılan cazın kendine özgü bir yapısı vardır. Fransızların da cazda çok ilginç şeyler yaptıklarını görüyorum. Bazı müzik eleştirmenleri "Caz cazdır, ülke isimlerine göre caz olmaz" diyor. Elbette öyle ama şimdi kalkıp Okay Temiz'in yaptığı cazda Türk tınıları da yok diyemeyiz. Ya da Azize Mustafa Zadeh'in müziğinde geleneksel Azeri müziği yok diyemeyiz. Paragraf başında cazın kendine geleni alıp ve dönüştüren yapısında bahsetmiştim zaten.
Afrika caz modelini kuran kişi
Caz, özellikle 1950-1970 yılları arasında altın devrini yaşar ve dünyanın her yerinde plaklar, konserler, festivaller ve özellikle önce radyo, daha sonra da televizyonlar aracılığıyla dinleyicilere ulaşır. 1934 Cape Town doğumlu Abdullah İbrahim de cazın doğduğu topraklarda, (1959'da Güney Afrika'da) ilk caz gruplarından sayılan Jazz Epistles'i kurar. Abdullah İbrahim'e Afrika caz modelini kuran kişi diyebiliriz. Altmışlı yılların başında Dollar Brand olarak triosuyla şehir şehir dolaşıp Avrupa turnesinde konserler veren Abdullah İbrahim'in hayatı Zürih'te cazın efsanevi isimlerinden biri olan Duke Ellington'un kendisini izlemesiyle değişir. Bu değişim en başta Abdullah'ın daha geniş bir dünyaya adım atmasını sağlayan değişimdir. Hem akıl hocası hem öğretmeni hem feyz aldığı ustası hem de destekçisi olur Duke Ellington.
Nasıl ki klasik müzik denince aklımıza Beethoven, Mozart, Bach gibi müzisyenler gelirse, caz denince de akla Duke Ellington, Woody Herman, Cecil Taylor, Count Basie, Charlie Parker gibi ustalar gelir. Bu bilgiyi yazımı okurken Duke Ellington'u tanımayanlar için onun cazda ne kadar önemli biri olduğunu anlatmak için paylaşıyorum. Duke Ellington, Abdullah İbrahim'i izleyip hayran kalır. Birlikte çaldıkları grupla (basçı Johnny Gertze, davulcu Makaya Ntshoko) albümlerini kaydetmesine ve ayrıca bu albümlerin Reprise Records'tan yayınlanmasına yardımcı olur, hatta albüme kendi ismini de ekleyerek "Duke Ellington Presents The Dollar Brand Trio" der. Böylelikle Abdullah İbrahim Avrupa'nın ve dünyanın en önemli caz festivallerinde
sahne alır ve caz tarihine adını silinmemek üzere yazdırır.
Abdullah İbrahim ismini caz severler zaten biliyorlar ama Türkiye'de yaşayanların çoğu "Ramazan'da Caz" adlı müzik festivaliyle duydu. Yalnız Abdullah İbrahim'i değil, Ahmed Jamal ismini de festivalde öğrendiler. Abdullah İbrahim de Ahmed Jamal de sonradan Müslüman oldular. Müslüman
olmaları İslamofobik insanlar tarafından hoş görülmedi tabii ki. Hatta Ahmad Jamal'in Almanya konserinde banka hesaplarına bloke kondu. Sebebi ise çok komikti: Adından ötürü onu terörist zannetmişlerdi. Şaka gibi değil mi? Bu iki müzisyenin tüm çalışmalarını dinleyen birisi olarak Müslüman olduktan sonra icra ettikleri müziğin daha da derinleştiğini söyleyebilirim. İnsanlar onları eleştirseler de onlar konserlerinde yatsı ezanının okunduğu saatte dinleyicilerinden sessiz olmasını isteyip müziklerinde ezan arası verdiler. Ahmad Jamal sabah namazından etkilenip After Fajr adlı bir albüm
yaptı. Ben bu iki müzisyenin hem yaşam hikâyelerinden hem müziklerinden hem de besteciliklerinden bir müzisyen olarak feyz alıyorum.
Abdullah İbrahim kendi müzik stilini yaratmış bir müzisyendir. Onun piyanosunu dinler dinlemez hemen anlarım onun olduğunu. Kendine özgü bir
dokunuşu vardır tuşlara. Hangi müzik türünde, hangi müzisyenle, hangi orkestra ile çalarsa çalsın, doğaçlama üslubu ve sound'u değişmez. Bulduğu
melodilerinin altında son derece güzel ve çoğu zaman karmaşık olmayan bas armonileri vardır. Lirik bir ses dünyası sunar bize müziği. Onu her dinlediğimde yeni şeyler keşfederim. Mesela Güney Afrika'ya Cape Town'a ya da Amerika'ya New Orleans'e ve New York'a giderim. Suya ve
ekmeğe muhtaç Afrikalı çocuğun dünyaya karşı söylediği güçsüz bedenindeki sesi duyarım. Abdullah İbrahim'in müziği evrensel değerlere sahip besteleriyle sonsuza kadar yaşayacak ve hiç kuşkusuz cazın zamansızlığını derinliğini göstermeye devam edecektir.