Uzun yıllardır mizah yazarlığı yapıyorsunuz. Mizah işine nasıl bulaştınız? Mizahı nasıl bir yere koyuyorsunuz hayatınızda?
Öncelikle şunu diyebilirim: Bu biraz genetik bir durum. Sülalecek humordan nasibimizi almışız. Muziplik kanımızda var. Elbette dünya her zaman gülünüp oynanacak bir yer değil. Ama zaten hayata esprili açıdan da bakabilmek, gülmek, hayatın zorluklarını kolaylaştıran muazzam bir etken. Her şey harika olduktan sonra dedem de güler kafasındayız. Bunu hikâyelerime aktarınca ortaya başlı başına güllük güleçlik bir yaşam felsefesi çıktı.
Kendimi bildim bileli yazıyorum. Önce keçeli kalemlerle evin duvarlarına yazma şeklinde başladı. Tabii annem de arkadan sarı bezle duvarları silmekten yorulunca deftere yazayım bari dedim. İlk yazılarım nesir ve her yeni başlayanda olduğu gibi şiir denemeleriydi. Sonra durum anlatımı tarzında yazdığım birkaç hikâyemi, bir vesile Yavuz Bülent Bakiler hocama yolladım. Kendisi bana bundan sonra yazdığım her şeyi kendisine yollamamı söyleyip "Aramıza hoş geldin" dedi. Neye uğradığımı şaşırdım.
Daha sonraki hikâyemi değerli hocam Mustafa Kutlu'ya yolladım. Kendisi Dergâh dergisinde yayınlayacağını söyleyince işler hepten ciddiye bindi. Ardından hikâyeler birikti ve hepsini İbrahim Tenekeci beyefendiye yolladım. 11 hikâyem de Kırklar dergisinde yayınlandı. Daha sonra Türk Edebiyat Dergisi ve pek çok dergide hikâyelerim yayınlanmaya başladı.
17 Ağustos Depremi zamanlarında aniden yazdığım ufak bir mizahi hikâyeyi Gerçek Hayat dergisine yolladığımın ertesi günü Murat Menteş beyefendi aradı ve bundan sonra her hafta Gerçek Hayat dergisine yazmamı istediğini söyledi. Kulvar bir anda değişiverdi ve kendimi dergide köşe yazarı olarak buldum. Sonra işte mevzu kabına sığmadı ve kitaplara doğru yol aldı.
"Mine Sota" ismi nasıl ortaya çıktı? Neden bir müstear isme ihtiyaç duydunuz? Mizah yapan bir kadın olarak bu işin zorlukları neler?
Mizah yazmaya başlamadan önceki hikâyelerim durum anlatımı ve nesir tarzındaydı. Çiğdem Can adıyla yayınlanıyordu. Mizah kulvarına geçince hem bir müstear gerekti, hem de dergiye bir köşe adı. "Mine'nin köşesi" anlamına gelen Mine Sota koyduk biz de. Hikâyeler bu isimle anılınca kitaplarda da bu ismi geçirdik. İlk kitabım Siz Adamı Ölmekten Güldürürsünüz yayınlandıktan kısa bir süre ikinci baskısına girince peş peşe Hepimis İnsanus, Düş Macunu, Bi' Şey Söyliycem Ama Gülmek Yok ve şu an 22'nci kitaba gelen bir sürü kitap nasip oldu. Bunları yazarken 13'üncü kitaba kadar hiçbir fuara ya da boy göstereceğim bir etkinliğe katılmadım. Özellikle değil yani, öyle enteresan bir durum oldu. Buna rağmen kıymetli okurlarımın belki de ülkede ilk kez, hiç görmedikleri bir yazarın kitaplarına büyük rağbet gösterdiklerine şahit oldum. İlk defa TÜYAP'ta görüldüğümde üç nesilden de okurum olduğunu fark ettim. Bu beni inanılmaz mutlu etti. Hepsi beni bildiğiniz bağrına basmış vaziyette karşıladılar. Kitaplarımla hayatlarında nelerin değiştiğini, gülmeyi öğrendiklerini, güvenle okuduklarını ve okuttuklarını anlattılar.
Kadın mizah yazarı evet, alışık olunmayan bir durum. Fakat bu konuda en ufak bir zorlukla karşılaşmadım ve yadırganmadım. Bu anlamda da, eğer varsa mevcut olan bir önyargı yıkıldı. Olağanüstü bir ilgiyle karşılandı. Bu hâlâ da bir an olsun azalmadan devam ediyor. İnsanlar yüreklerine iyi gelen hiçbir şeyi karşılıksız bırakmıyor. Ve şunu yaşadıklarımdan da anladım ki kalpten gelen, hakikaten kalbe gidiyor.
Okur kitleniz genellikle gençlerden oluşuyor gördüğümüz kadarıyla. 2006'dan beri pek çok genç sizin kitaplarınızla büyüdü. Gençlerle aranız nasıl? Bu bağı kurmada mizahın nasıl bir rolü var sizce?
Aslında kitaplarımın tamamı üç nesli kapsıyor. Sunum ve dağıtım açısından daha ziyade ortaokul ve lise düzeyindeymiş gibi dursa da, her yaştan okurum var. Sekiz dokuz yaşından doksan yaşına kadar uzanıyor. Bu nasıl oldu diye soranlara emin olun ben de bilmiyorum diyorum. Sadece fayda vermek gayesiyle yüreğimden geldiği gibi yazıyorum. Gençlerle aramız bildiğiniz aramızdan "su sızmıyor" modunda. Bana abla diyorlar. Hatta "Ablammm!" Alabileceğim en büyük iltifat bu. Onların dilinde konuşabilmek için hiçbir çaba sarf etmiyorum desem yeridir. Çünkü hiç büyümedim. Büyümeyeceğim de işte.
Okumayı kitaplarımla sevdiğini söyleyen yüz binlerce genç var. Aileleri ve öğretmenleri de bu durumdan çok memnun. Kitaplarımın üzerlerinde kalıcı bir iyi etki bıraktığını söylüyorlar. Kısacası şu anki unvanım "Ailemizin Yazarı." Kitaplarımın ismini bile ezber bozan cümleler kurarak seçiyorum: Delireceğim de Vakit Bulamıyorum, Bir Baltaya Whatsapp Oldum, Müsait Bir Yerde Gülecek Var gibi. En son kitabım you'TÜP'Lü Kanalıma Hoşgeldiniz. En çok sevindiğim şeylerden biri de fuarlardaki imza etkinliklerimize anne, baba, evlat, dede, nine ve torun olarak ailecek gelmeleri. Hele şu hem çok duygulandırıcı, hem de sevinçten havaya uçurtucu bir durum. Diyelim kitaplarımı ortaokulda okumaya başlamış bir okurumuz. Yıllar sonra bir okul davetinde okulun öğretmeni ya da idarecisi olarak karşılaşıp aynı sıcaklıkla birbirimize kavuşmamız. Okurlarımla bu karşılaşmalarımız zaten bir âlem. Başlı başına bir olay… Kimi doktor, kimi akademisyen, kimi ev hanımı, kimi belediye başkanı, vali, kaymakam... İşin en güzel tarafı hepsiyle hiç azalmamış bir sevgi ve ilgiyle buluşmamız. Gördükleri faydayı etraflarına da yayıyorlar. Hâlâ okumaya devam ettiklerini, çocuklarına da okuttuklarını söylüyorlar. Kısacası nesilden nesile her kesime yayılan kitaplar nasip etti Allah bana. Buradan tüm okurlarıma yürekten teşekkür ediyorum. Sonsuz saygılarımı sunuyorum. Yeni kitaplar da yolda, haberiniz olsun.