Nostaljinin gölgesinde bir kadim dost
Etimolojik kökeni eski Yunancaya dayanan ve asıl olarak "bir tür hastalık hâlini almış sıla hasreti" anlamına gelen nostalji sözcüğü, zaman içinde nasıl oldu da "geçmişe duyulan özlem" duygusunu ifade etmek için kullanılır oldu bilinmez. Bunun yanında Batı dillerinden Türkçeye giren ve halk tarafından biçimlendirilip yeni kılığıyla yoluna devam eden birçok kelime olduğu herkesçe malûm. Fakat bunların arasında nostalji sözcüğünün galat-ı meşru olmanın da ötesine geçerek, özellikle son yıllarda toplumu anlama noktasında bize ışık tutan derinlikli bir kavrayışı temsil etmeye başladığını kabul etmek gerekiyor.
Hemen her yerde ve ansızın beliren bu duygu durumu öyle çok büyük vesilelere de ihtiyaç duymuyor; bazen eski bir filmi izlerken veya yıllar öncesine ait bir fotoğrafa bakarken, bazen de çocukken oynadığımız oyunlardan, gözümüz gibi baktığımız bir oyuncağımızdan bahsederken içine düşüverdiğimiz bu ruh hâli, aslında hepimiz için ziyadesiyle tanıdık. Yine de yaşadığımız fakat yeterince düşünmediğimiz bir olgu nostalji. Her ne kadar akademik açıdan farklı disiplinlerce masaya yatırılıp tartışılsa da, bunun şimdilik gündelik hayata dişe dokunur bir etkisinin olduğunu söylemek güç.
Nadiren de olsa yabancı sözcüklere uygun karşılıklar bulan Türk Dil Kurumu'nun, nostalji için kullanıma sunduğu "gündedün" kelimesi, doğrusu duyduğumda pek hoşuma gitmişti. Hatta bir kelime, açıklanmaya ihtiyaç duymadan derinliğine dair ancak bu kadar ipucu verebilir diye düşünmüştüm. Peki sahiden de nostalji insanın bugünde dünü yaşaması, başka bir deyişle dünü bugüne taşıması demek mi? Eğer böyle bir durum varsa bunun sınırları, zamanlar arasında gidip gelen öğelerin niteliği ve bu öğeleri metalaştırarak nostalji başlığıyla etiketleyen irade nedir? Dahası, bunu hangi amaçla yapmakta ve en çok kimler üzerinde etkili olmakta?
Her biri nostalji olgusunun anlaşılması bakımından son derece önemli olan bu sorular sosyal bilimcilerce hâlen irdelenmekte. Fakat yukarıdakiler dışında, onlar kadar ayrıntılı ele alınmayan ve bu yazının da gövdesini oluşturan bir sorunun peşinden gitmek niyetindeyim; peki ama nostaljiyi yöneten erk, etkisini artırmak ve onu daha "masum" bir görünüme kavuşturmak için yardımcı unsur olarak neyi seçmiştir?
Nostaljinin "masum" suç ortağı
Nostaljiyi tüm bağlamlarından uzak, çıplak bir olgu olarak ele alan ve onu geçmişi anmaktan öteye geçmeyen doğal bir eğilim olarak görenler, kavramı deşme çabamı anlamsız bulabilirler. Durumun zannedildiği kadar basit olmadığını peşinen söylemek zorundayım. Zira günümüzde, toplumsal anlamda büyük bir etki alanı oluşturma potansiyeline sahip hiçbir olgunun, manipüle edilmeksizin kendi başına bırakılma gibi bir "lüksü" yoktur. Nitekim sisteme entegre edildikten sonra ne ölçüde kullanışlı oldukları, sistemce meşruluklarının onaylanması açısından en temel koşuldur. Bu tarz bir oluşum, kavramların ustaca belirlenmiş yardımcı öğelerle içe içe geçerek daha karmaşık bir yapıya kavuşmasına ve çeşitli yan anlamlar edinmesine neden olurken, artık gündelik hayatın içerisindeki "masum" kimliklerinin de değişime uğramasını kaçınılmaz kılar.
Yaşadığımız postmodern dönemi nesneler çağı olarak tanımlayan Baudrillard'ın, ihtiyaçlarımız dışındaki her şeyi kapsayan "üstgerçek" şeklinde ifade ettiği sanal alan, nostaljinin de aralarında bulunduğu bir dizi olgunun dolaylı olarak tüketim nesnesi hâline getirilerek kültür endüstrisinin çarkları arasında işlenmek üzere dönüştürüldüğü, bir ön hazırlık aşamasını temsil eder gibidir. Geçmişe ait ne varsa fetişize edilerek buradan devşirilenlerle insanların her yandan kuşatılıp içine çekildiği, ihtiyaçtan bağımsız bir tüketim alanı yaratılmakta ve bu durum en çok da sanatla meşrulaştırılmaktadır. Nitekim nostaljinin "masum" suç ortağı olarak müzik de tam bu aşamada devreye girmektedir.
İnsanın bugünü yaşarken zaman zaman geçmişle ilişki kurması her kültürde görülebilen bir davranış… Bu şekliyle doğal bir eğilim olan geçmişi yad etme ediminin, nereden itibaren doğallık sınırını aşarak kişinin denetimi dışında seyrettiğini net olarak kestirebilmek oldukça zor. Çünkü sayısız uyaranın olduğu bir çağda, beynin bunlar arasında ne tür bağlantılar kurduğunu eksiksiz bir biçimde saptayıp takip edebilme imkânına sahip değiliz.
Yine de geçmişi olumlu/olumsuz yanlarıyla edilgen bir perspektif içinde hatırlamak ile onu, bugünü algılayışımıza/yaşayışımıza tesir edecek düzeyde bir değerlendirmeye giderek; özlem duyma, tercih etme, yargılama vb. bir dizi dinamiği harekete geçirmek üzere hazırda bekleyen bir nostalji bulutu içerisinde ele almak arasındaki temel farkları irdeleyebiliriz.
Geçmişin bugüne tercih edildiği nokta
Yaşadığı çağa ve çevreye yabancılaşan, bugünün karmaşası içinde kopuşlar ve kaybolmalar yaşayan bireyin geçmişle bugün arasında bağlantı kurduğu; sadece zamansal olarak değil, kendi hayatı ve kişisel deneyimleri açısından da süreklilik duygusunu canlı tutabilen bir şey nostalji. O yüzden geçmişle bugün arasındaki farklılıklardan hareketle, artık var olmayan fakat geçmişte kişiyi mutlu etmiş şeylerin yad edildiği; bugünün geçmişe ait bazı öğelerle değerlendirildiği, yargılandığı ve bu yargılama neticesinde içten içe kişiyi mutsuz eden bir tür memnuniyetsizlik duygusunun peyda olmasıyla, geçmişin bugüne tercih edildiği bir noktaya varılabiliyor.
Dahası bu eğilim bir yaklaşıma dönüşüp süreklilik hâlini aldığında, zamanla kişinin zihnini ele geçirip patolojik boyutlara dahi ulaşabiliyor. Bu aşamada nispeten takip edilebilir ve uygulanabilir olan temel bir filtreden bahsetmek gerekir; nostaljisi yapılan şeylerin doğrudan kendi hayatımızdan doğup gelişmiş, karakterimizin, tercihlerimizin belirlediği öğeler mi, yoksa kültür endüstrisinin içinde işlenip şekillenen ve daha sonra türlü biçimlerde pazarlanarak hayatımıza sokulan şeyler mi olduğu son derece önemli. Ayrıca bu filtre kişisel geçmişimiz, başka bir deyişle mahremiyet alanımızla dışarıdan, ihtiyaçlarımızdan bağımsız olarak medya tarafından bize dayatılan şeyler arasındaki çoğu zaman çizmekte zorlandığımız sınırları belirlememize de yardımcı olabilir.
Yaşadığımız çağın gerçeklik algısının görüntü üzerine kurulu olduğunu düşündüğümüzde, nostalji olgusunun sinema ve fotoğraf alanlarını yoğun olarak etkilemiş olması pek de şaşılası bir durum gibi görünmüyor. Eski filmlerin yeniden çekildiği, bir kesim için vazgeçilmez olan "retro" akım; yine "retro" ve "sepia" gibi isimlerle cep telefonlarıyla çekilen fotoğraflar üzerinde bile uygulanabilen görüntü filtreleri; kentin muhtelif semtlerinde konuşlanan eskici dükkânları için "eskici" ifadesini kullanmanın artık ayıp sayıldığı şu günlerde gündelik hayatımıza giren "vintıc" (vintage) ürünler, sürmekte olan nostalji rüzgârının akla ilk gelen örnekleri arasında sayılabilir.
Fetişleştirilen duygu
Bununla birlikte genel olarak her cephede etkisini artıran ve kültür endüstrisinin parçası olarak farklı alanlarda çeşitli modalar yaratarak estetik açıdan etkili olan nostalji olgusunun, kendine yardımcı olarak seçtiği en güçlü unsur hiç şüphesiz ki müziktir. Burada yardımcı sözcüğünü özellikle kullandığımı belirtmeliyim. Çünkü nostalji, teorik açıdan zihinsel anlamda derinlikli bir arka plana sahip olmakla birlikte onu besleyen, biçimlendiren ve yaygınlaşmasını sağlayan dinamiklerin görünür olmaya, başka bir deyişle olabildiğince somut düzlemlere ihtiyacı vardır.
Nitekim en çok sinema ve fotoğraf üzerinde hâkimiyet kurarak bunları etkili birer araç olarak kullanması da bunun bir göstergesidir. Buna karşılık her ne kadar müzik kayıt altına alındıktan sonra metalaşmasının önü açıldıysa da, her şeye rağmen soyut bir sanat olma özelliğini büyük ölçüde koruduğu söylenebilir. Dolayısıyla nostaljinin ihtiyaç duyduğu görünürlüğü sağlayacak olan, çağın gerçeklik algısını biçimlendirip yöneten görüntüdür. Müzik ise görüntü ve hareketle olan kadim ilişkisinin mahiyetini korurcasına, bu denklemde etkiyi güçlendiren yardımcı unsur olarak yerini almaktadır. Müziğin bu konumunu popüler müzik üzerinden verebileceğimiz bir örnekle somutlaştırabiliriz.
Yaşadığımız toplumda özellikle son birkaç yıldır görülen 1980'li ve 1990'lı yıllara yönelik yoğun ilgi, genellikle insanların çocukluk veya ilk gençlik yıllarını yaşadıkları bu dönemlere ait ne varsa fetişize ettikleri bir nostalji duygusu içinde tüm hızıyla sürmektedir. Söz konusu dönemlerin popüler müziğini de kapsayan nostalji rüzgârı, her ne kadar metalaşmış bir müziğin milyonlarca kez tıklanan videolar, tematik partiler ve yeni yorumlarla (örneğin "cover"lar) adeta "kutsandığı" bir süreç doğursa da burada amaç bizzat müzik değildir.
Nitekim bu dönemlere ait bir şarkıdan söz ederken akla ilk gelen şeylerden biri sözleri olsa da (ki zaten çoğunlukla müzik sözün yanında ikincil düzeydedir) çok geçmeden parçanın klibi, şarkıcının o yıllarda moda olan geniş vatkalı ceketi, günümüz gençlerinin komik buldukları, artık modası geçmiş saç modeli vs. gibi görsel öğeler peşi sıra zihinde canlanır ve müzik geçmişe yapılan bu kısa yolculukta yalnızca görüntünün netleşmesini sağlayan bir fon olarak arkadaki yerini alır.
Aynı zamanda bu, popüler müziği tanımlarken sıkça karşılaşılan, ürünlerinin günü yansıttığı, kolayca ve hızla tüketilerek kısa sürece unutulduğu yönündeki hâkim görüşün kısmen de olsa devre dışı kaldığı bir durumdur. Çünkü üretildikleri çağın görsel kültürüyle içe içe geçen bu müzikler, ilerleyen yıllarda nostaljik bir pencereden geçmişe bakmak isteyenler için ait oldukları dönemi görünür kılar ve farklı bir bağlamda da olsa geçerliliğini korur. Bunu sağlarken ne kadar etkili oldukları ise yeşerdikleri dönemin izlerini ne oranda taşıdıklarına ve muhataplarının gözünde ne ölçüde cisimleştirilebildiklerine bağlıdır.
Maziyi "temize çeken" bir filtre
Popüler müziğin bir diğer özelliği, geçmişi yalnızca olumlu yanlarıyla hatırlamayı seçen çoğu insan için maziyi "temize çekme" noktasında bir çeşit filtre işlevi görebilmesidir. Özellikle Türkiye gibi kültürel çalışmaların yetersiz olduğu, genel olarak müziğin, özelde ise popüler müziğin yazılmadığı bir toplumda, bu tarz bir eğilim uzun vadede toplumsal bellek açısından olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir potansiyel taşır.
Her şeyin karmaşık bir düzende oradan oraya savrulduğu ve anlık tansiyon değişimleriyle günün nabzını tutmanın giderek zorlaştığı bir çağda, müzik de kaçınılmaz olarak gelişmelerden derinlemesine etkileniyor. Büyük kopuşların yaşandığı 2000'li yıllarda özellikle Türkiye'deki popüler müzik, ekonomik koşullara bağlı olan sektörel daralmanın ötesinde, her ne kadar hâlen müzik çevrelerinde yüksek sesle dillendirilmese de kuramsal açıdan da ciddi bir tıkanmışlığın pençesinde.
1960'lı ve 70'li yıllardaki taklit temelli arayışlar, 1980'li yıllardaki yerel öğelerden beslenerek ortaya koyulan özgül çalışmalar ve yerellikten uzaklaşılarak görece ağırlığın daha Batı'ya doğru kaydığı 1990'ların pop müziği açısından bakıldığında, kendi içindeki değişimlere rağmen dönemler arasında büyük bir kopuşun yaşandığını söyleyemeyiz. Buna karşın 2000'li yıllarda yalnızca müzikte değil, sanatın ve gündelik hayatın her alanında üretimi besleyen iç dinamikler kısırlaşırken, geçmişle bağlantıları koparılmadan revize edilip işlenebilecek yerel öğeler ve onları şekillendirecek kimlikler büyük ölçüde silikleşmiş durumda.
Arada kalmışlığın bir sonucu olarak tüm zaaflarına ve çoğu zaman sakil bulunup eleştirilen amorf yapısına rağmen bugüne dek varlığını hissettirmiş olan popüler kültür, artık ne müziğe ne de görüntüye herhangi bir katkı sunamayacak kadar pasif ve güçsüz bir hâlde. Sadece popüler müziğe değil, onun içkin olduğu üretim sistemine ve nostaljiye de ev sahipliği yapan popüler kültürdeki büyük dönüşüm, kuşkusuz geleceğin müziğiyle birlikte onu kendine yardımcı seçen nostaljinin niteliğini de derinden etkileyecektir.