Hikâye, müzisyeni harekete geçirir
Üniversitede iç mimarlık okudunuz, yani tasarım disiplininden geliyorsunuz. Tasarımcı kimliğinizi bestelerinize yansıtıyor musunuz? Bu eğitimin müziğinize katkısı oldu mu?
Açıkçası üniversiteye girmeden önce de girdikten sonra da aklımın bir köşesinde hep konservatuar vardı. Kısmet olmadı ama mimarlık fakültesinde okumanın yıllar sonra beste çalışmalarımda bu kadar yönlendirici ve yardımcı olacağını hiç ummazdım. Ben beste ve kompozisyon eğitimi almadım, klasik Batı müziği teknikleri, solfej ve armoni eğitimim vardı. Bu işe bir noktadan başlamak için tasarım eğitiminde öğrendiğim yollar üzerinden gittim çünkü süreç çok benzer ilerliyor hatta aynı. Bu sebeple bestelerim de nazarımda tasarladığım işlerimin arasındadır. Farklı malzeme ve teknikleri kullanarak nasıl bir mobilya veya bir mekân tasarlıyorsak, ritimleri, notaları, farklı formları bir araya getirerek de sesi tasarlıyoruz. Ortaya çıkan işlerden biri görsel, diğeri işitsel fakat ikisi de bir ilham ve üretim sürecinden geçiyor ve nihayetlenmesi gereken bir nokta var ki bu da en önemli meselelerden. Mesela bir mekâna girince önce sınırlarını algılarız, bu müziğin formuyla eşdeğerdir. Daha sonra mekânın ruhunu hissetmeye çalışır, kullanacağımız öğeleri bu doğrultuda seçeriz; bu da müzikte armonidir, eserin tonudur. Yine bir mekânın sirkülasyonu, dinamizmi gibi kavramlar müzikte ritimle özdeşleştirdiğim şeyler. Bu ve bunun gibi birçok noktadan kafamda bağlantılar kurup tasarım eğitimimi beste yapma süreçlerimde altyapı olarak kullandım. Kim bilir belki de klasik konservatuvar eğitiminden gelme bir müzisyen olsaydım üretimim tam tersi yönde etkilenecekti, bazı kalıpları kıramayacak, mirasa takılı kalıp çağın ruhuna ayak uyduramayacaktım. Her nasibin bir sebebe bağlı olduğuna inanıyorum.
Minimalist müziğe ilginiz nereden geliyor? Bu müzik çağın ruhuna tercüme oluyor mu?
Minimalizm mimarlık fakültesinde tanıştığım bir akım. Hayatı, dünyayı algılama şeklimle ve ruhumla çokça örtüştüğü için bu akımı ve öğretilerini hemen içselleştirdim. Bugün popüler kültürün bir parçası hâline getirilmeye çalışılıyor fakat bu beni endişelendirmiyor çünkü bence minimalizm çok akılcı bir yaklaşım. Gösteriş malzemesi hâline getirmek için elverişli dinamiklere sahip değil. Hevesler doğrultusunda uygulanamayacak kadar keskin hatları, nefsi rahatsız eden tarafları var. Müzikteki etkisi de tabii ki sadeleşme üzerinden ilerledi. Tekrar eden motifler, döngüler, devamlı sabit ritimler, diyatonik notalar, yavaş armonik geçişler bu müzik türünün en belirgin özellikleridir. Hem neoklasik hem minimalist eserler yazıyorum. Çoğu zaman sol elde tekrar eden bir motif sağ elde ona eşlik eden melodik bir partisyon oluyor. Bu bana kaotik şehir hayatındaki rutin döngülerimizi ve o sıkıştığımız soğuk döngü içindeki duygusal arayışlarımızı hatırlatır. Bu yönüyle çağın ruhunu aktarıyor evet. Minimalist müziğin gün sonunda rahatlatan bir karakteristiği de var. Çağın insanının en çok ihtiyaç duyduğu şey zaten iş dışında bir aktivite yaparken bunu yorgun zihnini çok zorlamadan başarmak. Bu türde eserleri dinlerken tekrara dayalı yapısı sebebiyle zaman zaman ondan kopmanıza izin verir, başından sonuna kadar pür dikkat bir şekilde yoğunlaşıp "hadi beni çözümle" diyen ısrarcı ve dominant bir tarafı yoktur. Doğal ortamınızı yönetmez, şekillendirmeye çalışmaz ona eşlik eder.
Film müzikleriyle de ilgilisiniz. Peki, sizce film müziği ile özgün beste yapmak arasında ne fark var?
Film müziği yaparken uçsuz bucaksız bir dünyada değilsiniz. Burada hem bir işbirliği, hem sınırlarınız, daha da önemlisi hedefiniz var; bir görselliği işitsel bir forma sokmak. Filmin ruhu müziğinizin tonunu, sahnelerin ritmi ritminizi, geçişler duraklarınızı, sakinleşmesi/ hareketlenmesi gereken noktaları belirler. Yani görüntünün üzerine müzik yazarsınız. Gördüğünüz sizi domine eder. Zaten bir filmde müzisyen dâhil herkes yönetmene, onun sanatına hizmet eder. Dolayısıyla en temel ayrıştığı nokta bu ve bana göre bu pozitif bir durum. Düşünsenize yüzlerce elbisenin olduğu bir dolaptan kendinize uygun elbiseyi seçmek mi daha kolay yoksa sayılı elbiselerin olduğu bir dolaptan seçmek mi? Bağımsız, kişisel besteler yaparken çok daha özgür bir alan olmasının albenisi olsa da insanoğlu aslında doğası gereği sınırları sever. Kişisel besteler yaparken planlanmamış doğaçlamalar üzerinden yola çıkılır. Sonuçta enstrümanın başına durduk yere "hadi ben şimdi hüzünlü bir müzik yazayım" diyerek oturmayız. Bu sebeple bir müzisyen ilham arayışı içinde olabiliyor veya duygusal zemin her an hazır olmayabiliyor, hatta bu uzun bir zaman da alabiliyor. Hikâye, müzisyeni harekete geçirir.