Kış geceleri uzadıkça efkâr da uzardı. Yetimlik, yoksunluk, Ermeni ve Rus işgali, zorunlu seferberlik, evlat acısı gibi gerçekler böyle gecelerde genişler, büyür ve korkutucu gölgelere dönüşebilirdi. Elbette dönüşebilirdi; eğer ki tevekkülü, çocukluk yaşından denilecek kadar eski zamanlarda yollarını birleştirdiği hayat arkadaşı ve "Bize masal anlatın" diyerek dizlerinin dibine meraklı gözlerle oturan üç kızı olmasaydı dedemin. Bunlar bulunmasaydı gölgeler küçülmeyi, sivrilttiği tırnaklarla dişleri saklayıp geri çekilmeyi bilmezdi belki de.
Yabancı işgali kadar yerli işgali de gören gözler çirkinliklere, acılara ama en çok da el yazması kitaplarını dolabında bulamadığı gün bu dünyaya daha fazla dayanamayarak ışığını kıstılar ve dedem, kalan ömrünü kimsenin göremediği gölgelerle tamamladı. Hiç üzülmedi, hiç şikâyet etmedi çünkü acı olarak algılanan her şeyin ölümle geride bırakılacağına ve bir toz bulutu gibi dağılıp kendisini unutturacağına iman etmişti. Sıkıntılar onu eğip bükmeye çalışsa da o, Köroğlu'nun yiğitliğine, Dede Korkut'un bilgeliğine, zamansız ve mekânsız padişahların kahramanlığına sığınıp yanık gazeller okurdu. Sesini bir hüzün ele geçirirdi o vakitler; dalga dalga yayılan ve duyan herkesi üzüntüye boğan. Belki sadece orada hikâye kahramanının acısını perde gibi çekerdi de ruhunun ihtiyacı olan gözyaşını dökebilirdi rahatça.
Masallarının çoğunda Köroğlu ve Ayvaz şahlanırdı ufukta çünkü ezildiğini düşünen her halkın ihtiyacıydı zor zamanlarda ortaya çıkıp adalet dağıtanlar. Fakat dinleyiciler üç kız çocuğu olunca hikâyeye kızlar eklenir ve onlara göre bir dekor hazırlanırdı. O hâlde şöyle bir masal anlatmalıydı:
"Padişahın oğlu evlilik kararı verince şehre haber salınmış ancak kimsenin bilmediği bir şey vardı, şehirde hiç genç kız kalmamıştı. Dolayısıyla bir hane haricinde kimse heyecanlanmamış. Bu hanede ellinci yaşlarını geride bırakmış Ayşe ve Fatma isimli iki kardeş yaşıyormuş. Kimsesiz kızlardan Fatma, Ayşe'den kurtulmak için senelerdir sönmeyen umuduna sarılıp saraya haber yollamış. Saraydan heyetler sökün etmiş fakirhaneye kızı görebilmek için. Ancak uyanık Fatma, Ayşe'nin son derece çekingen olduğunu söyleyip meraklarını iyice cezbetmiş.
Şehirde başka kız kalmadığından padişah gelin adayının yüzünü bir kez bile görmeden bu evliliğe onay vermiş. Yüzük takma faslını da atlatırlarsa bütün tehlikelerden kurtulmuş sayacakmış Fatma kendisini. Kapıya bir delik açtırıp kardeşinden yüzük takılacak parmağını oradan uzatmasını istemiş. Saray erkânı bunu da kabul etmiş fakat eller, yüzlerden daha çabuk ihtiyarladığından görenler onun bir genç kıza ait olmadığını anlayabilirlermiş. Bu nedenle Ayşe'ye; "Parmağını birkaç gün ağzında tut!" demiş. Ayşe, ablasına itaat edip dediğini yapınca sözün kesileceği gün delikten incecik ve bembeyaz bir parmak uzatılmış.
Bütün hazırlıklar sevinç içinde tamamlanıp nikâh kıyılmış fakat padişahın oğlu gelinin yüzünü açınca korkuyla geri sıçramış. İhtiyar bir kadını karşısında görünce aldatılmanın öfkesiyle Ayşe'yi pencereden atmış. Yara almadan düşen Ayşe sabaha kadar gözyaşları içinde Allah'a yalvarmış. Seher vakti duaları karşılıksız bırakılmayarak Ayşe gencecik ve güzeller güzeli bir kıza dönüşmüş.
Ertesi gün Fatma soluğu sarayda almış. Gelinin nerede olduğunu sorduğunda damat, öfkeyle onu attığı yeri göstermiş. Fatma kardeşinin yanına koşunca gözlerine inanamayıp ona nasıl bu hâle geldiğini sormuş. Ablasının kendisini bu duruma düşürdüğünü nihayet anlayan Ayşe, kalaycı körüğüne girdiğini ve oradan bu kadar ışıltılı çıktığını söyleyince Fatma, kardeşini orada bırakıp kalaycının kapısına dayanmış.
İhtiyar kalaycı, kapısını öfkeli yumruklardan kurtarabilmek için koşturmuş. Karşısındaki ihtiyar soluk soluğa derdini anlatıp körüğe girmek istediğini söylemiş. Kalaycı, ilk kez duyduğu böylesi sözlerle afallamış, bunun mümkün olmadığını söylemiş ancak Fatma ısrarlarına bir de tehditlerini ekleyince kalaycı körüğü ateşlemiş.
Fatma, hırsının yüzünden küle dönüşürken Ayşe, padişahın genç ve güzel gelini olarak sarayın başköşesine kurulmuş."
Masal burada biterken anne ve babalarının dizleri dibinde oturan üç kız kardeşin neler hissettiğini bilemiyorum. Tıpkı burada dedemin kızlarına nasıl baktığını ya da devamında neler söylediğini bilemediğim gibi. En kadim düşmanlığın kardeş düşmanlığı olduğunu bir kez daha duydu yeryüzü ama ne yazık ki son kez duymayacaktı.
Dedemle tanışmak nasip olmadı bana ama kardeşlerden birinin gözleri benim yerime gördü, hafızası benim yerime kelimeleri kaydetti de karlı ve uzun bir gecenin fırtınası içinden bu masalı çekip çıkarabildim.