Hakkı Öcal: Damda bir kemancının işi ne?

Damda bir kemancının işi ne?
Giriş Tarihi: 25.01.2019 16:26 Son Güncelleme: 25.01.2019 16:26
Gelenek, dama bir kemancı çıkartıp her an düşüp beynini dağıtması tehlikesine rağmen bir iki dakika da olsa bir müzik çalmayı gerektiriyorsa, bütün bunların bir nedeni olmalıdır.

Ta 1971'den beri şu soru kafamda döner durur: Rus Yahudilerinin mevsim değişikliklerinde köyün kemancısını çatıya çıkartıp çaldırtarak evini kötülüklerden arındırma geleneğinin temelinde ne yatıyor?

Bir gelenek olarak ne kadar ipe-sapa gelir bir tarafı olmasa da her geleneğin arkasında bir maddiyuncu izah tarzı olması gerekmiyor mu?

Bizim 21'nci yüzyıl beynimizin 19'uncu yüzyılda August Comte ve David Hume tarafından döşenmiş, Ziya Gökalp tarafından tefriş edilmiş pozitivizm mescidinde yüksekçe bir rahle üzerinde duran Bilim Kitabı'na göre, her geleneğin bir materyalist boyutu olması lazım tabiiki.

Bu kitaptan aklımda kalan bir örnek, Hinduların ineğe tapmasına ilişkin sayfadır: Bu kitaba göre bu geleneğin inançla filan ilgisi yoktur. Hint kıtasında insanlar inekleri yemeye başlarlarsa, bir yıl karınları doyar ama ondan sonra açlıktan ölürler çünkü gelecek yıl tarla sürecek inekleri olmaz!

Şimdi tabii böyle fiyakalı ve (kabul edelim ki) zeki bir açıklamayı okuyunca içimizdeki materyalistpozitivist bilim insanı kafasını bilmiş-bilmiş sallıyor; yumuk gözleriyle gözlüklerinin üstünden yüzümüze sırıtıyor... Biz de onay babında kafamızı sallıyoruz ve mesele kalmıyor. Ama şöyle bir itiraz gelse mesela: Nüfus yoğunluğu Hindistan'dan daha yüksek şu kadar ülke var. Oralarda inekleri kesip yiyorlar, ama ne o yıl tokluk ne de ertesi yıl açlık oluyor.

O zaman karşınızdaki yarı-pişmiş Darwin ne diyor?

Bilim Kitabı'mıza dönersek; bu kitapta metafiziğe ve Yaratılış kuramına yer veren bir şey olamaz, bu kitaba girecek her şeyin pozitif bilgiye dayanması, bunların da beş duyumuzla algılanabilen doğal olaylara, onların özelliklerine, ilişkilerine dayanması, akıl ve mantık ile yorumlanabilmesi gerekir. Geçerli, doğru, doğrulanabilir bilgi, yani mutlak doğru, illa ve a posteriori (sonradan gelen) bilgi olmalıdır. Modern bilimin gelenekle, görenekle, metafizikle, Tanrı'yla, peygamberle işi olamaz. Deney, mirim! Deney.

Gel gör ki, Sütçü Tevye, Damdaki Kemancı müzikalini bize sunarken söylediği "Gelenek" adlı şarkısında, hiç de o kanıda değil. Tevye'ye göre, gelenek bizi dengede tutuyor.

Bu noktada keşke, bu yazı, yazı değil de video olsa diye düşünüyorum. Ne güzel bulurdum YouTube'dan, altında sözleri yazan bir Tradition şarkısı, ben yazarken, siz okurken havaya girmiş olurduk. Zannederim. Internet teknolojilerinde bu gidişle yakında geleneksel medya çok ama çok değişecek ve siz yazının bu noktasında iken okuduğunuz medya (kâğıt veya kâğıt gibi eğilip bükülebilen bir ekran) başlayacak yazarın, kurgucunun bağlantı sağladığı müziği çalmaya...

Neyse! Biz hayali bırakıp geleneği kollamaya devam edelim.

Sütçü Tevye'ye göre, kemancının dama çıkıp da ayağı kayıp aşağı yuvarlanma tehlikesi ile karşı karşıya konser vermesinin sebebi… Bireyler olarak toplum içinde dengede durmak. Peki, bu nasıl oluyor? "Ben size söyleyeyim," diyor Tevye ve ekliyor: Bilmiyorum ki!

Çünkü bu da gelenek! Museviler her lafa "Ben sana söyleyeyim" diye başlar bilse de bilmese de.

Müzikal, 1970'lerin bomba sanat gösterilerinden biri olmuştu ABD'de. Yıllarca Broadway'de ve dışında oynandı. Bu eserdeki rolüyle çocuk yetiştirip sonunda emekli olan sanatçılar oldu.

Oyun 1900'lerin başında Ukrayna'da bir köyde geçiyor. Köyün sütçüsü ve hikâyeyi anlatan Tevye'nin ifadesiyle Anatevka köyünden geçersin de köyü fark etmeyebilirsin! O kadar küçük yani. Hikâyenin konusu da köy kadar basit: Sütçü Tevye'nin beş kızından en büyüğü köyün terzisi ile evlenmek istemektedir. Tevye'ye kalsa mesele yoktur ama karısı ve bütün köy halkı, geleneğe göre bir çöpçatanın arabuluculuğu olmadığı için bu izdivaca karşıdır.

Fakir ama gururlu

Tevye yoksuldur ama inanç sahibidir. Gözü de açıktır. Neyin neden olduğunu idrak eden çarıklı erkânıharplerden biridir. Musevi köyündeki garip ilişkileri, her evliliğe illa bir çöpçatan hanımın burnunu sokması âdetinden tutun da zengin olmak için nasıl dua edilmesi gerektiğine kadar her şeyi, kılığı kıyafeti, sütü nasıl bir güğüme koymak gerektiğinden tutun da kasabın eti nasıl bir kâğıda hatta kumaşa paketlemesi gerektiğine kadar, 19'uncu yüzyılın sonu, 20'nci yüzyılın başı Çarlık Rusya'sında bir Musevi köyünde geleneğin rolünün farkındadır Tevye. Aklının almadığı ise, neden her evlilikte bir çöpçatanın rolü olması gerektiğidir.

Gelenek, dama bir kemancı çıkartıp her an düşüp beynini dağıtması tehlikesine rağmen bir iki dakika da olsa bir müzik çalmayı gerektiriyorsa, bütün bunların bir nedeni olmalıdır. Tevye bu sorunun cevabını ise bilmektedir:

"Nasıl bir kemancı çatıda dengesini kaybetmemeye çabalıyorsa, işte gelenek de bize bunu sağlıyor: Bu dünyanın hay-huyu arasında biz de dengemizi buluyoruz."

Ve sonra başlıyor tek tek örnekler vermeye: "Bizim bu avuç içi kadar Anatevka'da kaybolmadan dolaşmamızı gelenek sağlıyor" der ve devam eder:

"Bizim başımızı örtmemiz gerekir; ceketin altına bir küçük ibadet atkısı sararız. Babalarımız Tevrat okurlar. Analarımız yediğimiz şeylerin kaşer (koşer) olmasını sağlarlar. Hamam, sorularımıza cevap verir. Ortodoksların papazı geçerken selam veririz. Rus polisi geçerken işimize bakarız; o bizi biz onu fark etmeyiz. Dilenci Nahum vicdanımızın bekçiliğini yapar. Atını satarken 12 yaşında değil de 6 yaşında dersen bütün köyün diline düşersin."

Müzikalde bu tanımlanan her sahnenin bir de görsel anlatımı vardır. İnsanın bir anda diline yapışan müziği de unutmayalım.

Haham efendiye soru soranlardan biri bilmek ister:

"-Ya hahambaşı… Çar hazretlerine uygun bir dua var mıdır?

Haham efendiye soru sorarsın da cevabını almaz mısın?

"Tabii kardeşim vardır..."
"Nasıldır? Bize öğretsene!"
"Çar'a şöyle dua edeceksin: Allah'ım, Çar efendimize uzun ömür ve sağlık ver. Ve bizden uzak tut!"

Kör alıcıya bitli bakla

Musevilik, diğer semavi dinlere göre, belki de en fazla geleneğe dayananıdır. Tarihçiler, yerleşik Musevi toplumlarının üç kere nerede ise tümüyle yok olmanın eşiğine geldiğini, Tevrat ve onun tevil ve tefsirini içeren yazılı kaynakların yok olduğunu ve her seferinde birtakım STK'ların çabasıyla, yeniden oluşturulduğunu söylüyorlar. STK'lar diyorum çünkü o sırada ortada Museviler adına "hükümetsel" hiçbir varlık kalmamıştı ve yazılı kaynaklar, olabildiği ölçüde ezberden yazıya döküldü. Bu süreç kabaca 5 bin yıl içinde iki kez tekrar edildi; şu anda üçüncü restorasyon dönemi içindeyiz.

İncil'de böyle bir sorun olmamış çünkü Roma'nın tercüme ve zabıt katipliği hizmetleri, 2 bin yıllık kayıtları itina ile gelecek kuşaklara aktarmışlar. Oradaki sorun, her aktarışta, yazılı kaynakların sayısının biraz daha artması! Hz. İsa'nın sözlü geleneği ile başlayan bu çoğaltma işlemi, "Benim kitabım en doğrusu" diyen rakip İnciller arasında 400 yıl sonra İznik'te yapılan konsül çalışmalarındaki ayıklama ile "en doğru dört İncil" üzerinde karar kılınmış.

Hz. Ebubekir'in onayı, Hz. Ömer'in tedbiri, Hz. Osman'ın gayreti, Hz. Ali'nin kararlılığı ve İHÜ Rektörü Prof. Recep Şentürk'ün güzel ve düşündürücü benzetmesiyle, dünyanın ilk ve en büyük sosyal ağı olan, hadis aktarma zinciri sayesinde, İslam dünyasında gelenek-görenek biraz yemek tarifine ve tekstil dokuma yöntemlerine indirgenmiş gibi görünse de mesele o kadar muhkem değil. Ama şu var ki, hadis aktarma zinciri ile yedi kıtada sadece hadis değil ama hadis aktaranların hayat hikâyelerini derleyip aktarma işini de bilim hâline getirmişlerdi. Hani, bilim işin içine girince ilk veda eden gelenek oluyor zannediliyor. Oysa bu doğru değil. Söz gelimi, İslam telif geleneği diye bir şey var. Kimin ne aktardığını ve ana kaynağa göre ne kadar uzakta ve ne kadar yakında, yani hangi tabakada bulunduğunu belirten bir "tabakat kitapları" geleneği var. Bu kitaplarda Müslüman âlimlerin tabakalarına göre sınıflandırılıp biyografilerinin anlatıldığını görüyoruz.

Yani ne kadar bilim karışırsa karışsın işin içine, yine de toplum dediğin zaman illa bir gelenek oluyor orada. Tevye çöpçatanlığı anlamaz ama her geleneğin neye hizmet ettiğini anlatır: Kafasını örtüp, ibadet şalı denen dört ibikli kuşağı bağlayarak, Allah'ın varlığını ve kendisinin onun kulu olduğunu daima hatırda tutar. Sütçüdür filan ama bu geleneklerin uygulana-uygulana kendisine ve hemşerilerine "neyin normal, neyin aykırı" olduğunu öğrettiğini bilmektedir.

Norm'un, mitlerin ideolojiye, onların da her bilginin kendisine vurularak miyarının ölçüldüğü bir "sağduyu" hâline gelmesine engel olduğunun farkındadır.

Ah zavallı sütçü! Bir de karıcığını, kızını anlaştığı genç terziye vermeye ikna edebilse? Ama karıcığı Nuh diyor, peygamber demiyor: çöpçatanın çatmadığı bir çöp, yuvayı ayakta tutamaz!

Tevye, eşinin söyleminde bir terslik olduğunu bilmekte ama parmağını o noktaya basamamaktadır. İşin önemli ama bir yerinde sakatlığı da olabileceğine örnek olarak bize çöpçatan Yente ile komşusu Avram arasındaki sahneyi aktarır:

"Avram, senin oğlun için mükemmel bir kız buldum."

Avram heyecanlanır:

"Kim, kim?"
"Ayakkabı tamircisinin kızı Raşel."

Avram hiç sevinmez:

"Raşel mi? O kızın gözleri zor görür. Neredeyse kör!"

Yente'de yalan yok:

"Doğrusunu istersen Avram, senin oğlunun de pek bakılacak görülecek bir tarafı yok. Kızın görüşü, oğlanın da görünüşü bu kısmetin çok yerinde olduğunu gösteriyor.

Tevye düşünür: Kör alıcıya bitli baklayı bulduran Allah ise kızının gönlünü bu genç terziye düşüren de Allah değil mi? Koşar eve ve bu fikrini karısına sunar. Karısı da düşünür? Doğru tabii. Eğer gelenek bize doğru yolda kalabilmemiz için ışık tutuyorsa, bu iki gencin kalbini birbiriyle birleştiren bizzat Allah olamaz mı?

Gelenek, işte bir kere daha, içinden geçenin bile varlığını fark edemeyeceği bu minik köyün ahalisine yol göstermiş olmadı mı?

Bir yerden bulup Damdaki Kemancı müzikalinin Tradition (Gelenek) şarkısını dinlemelisiniz

BİZE ULAŞIN