İSMAİL ÖZEN
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber iken, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, vakti zamanında bir köyde öksüz bir kız yaşarmış. Annesi ölünce babası kendi yaşlarında bir kızı olan bir kadınla evlenmiş. Evlendikten kısa bir süre sonra üvey annesi zavallı öksüz kızı bir hizmetçi gibi kullanmaya başlamış. Oysa kendi kızına bir prenses gibi davranırmış. Babası olanları bilse de hanımına ses çıkarmaz evin geçimini temin etmek için gece gündüz çalışırmış. Kadın ve kızı her istediklerini alır süslenir gezerken öksüz kız çeşmeden eve su taşır; çamaşır, bulaşık yıkar, koyunları önüne katıp otlatmaya götürürmüş.
Günlerden bir gün kötü kalpli üvey annesi küçük kızı koyun otlatması için yine kırlara göndermiş. Eline de eğirmesi için bir yumak yün, bir de kirmen vermiş. Kızcağız elindeki yünü eğirmeye çalışırken bir rüzgâr esmiş, yün uçmuş. Kız da peşinden koşmuş. Epeyce koştuktan sonra yün eski, yıkık dökük bir evin açık kapısından içeri uçup gitmiş. Kız da peşinden eve girmiş. İçeride yaşlı, iki büklüm olmuş bir kadın elinde yünü tutuyormuş.
Kızcağız:
- Nine yünümü verir misin, onu kaybedersem üvey annem çok kızar, demiş.
Yaşlı kadın:
- Veririm ama senden bir iyilik istesem yapar mısın, demiş. Kız kabul etmiş.
- Kızım tavan arasında buğdaylarım var. Epeydir çıkıp bakamadım. Şu merdivenden çıksan da onları bir karıştırsan, demiş. Kızcağız tavana dayalı tahta merdivenden çıkmış. Bakmış ki buğday değil, çil çil altınlar serili. Sesini çıkarmamış, bir güzel karıştırmış altınları. Aşağı inecek olmuş, bakmış ki merdiven yok. Yaşlı kadın:
- Atlayıver kızım, demiş. Kızcağız itiraz etmemiş, atlamış. Yaşlı kadının evini süpürmüş, bulaşığını yıkamış. Kadın:
- Ah kızım bir de şu saçlarımı tarasan, hiç tarayamaz oldum, çok kaşınıyor başım, demiş. Kıza bir tarak vermiş. Kızcağız kadının başındaki örgüleri açmış ki ne görsün, kadının bütün saç telleri altınmış. Karanlıkta bile pırıl pırıl parlıyormuş. Yavaş yavaş tarayıp güzelce örmüş altın saçları. Yaşlı kadın pek memnun olmuş.
Fakat bu arada hava kararmış, akşam olmuş. Kızcağız telaşlanmış.
- Eyvah çok geç kaldım, üvey annem bana çok kızacak, demiş. Yaşlı kadın:
- Telaş etme kızım, sürü eve varmak üzere, sen onlardan önce varacaksın, demiş.
Kapının önüne çıkmışlar. Biri ak biri kara iki koyun kapının önünde bekliyormuş. Yaşlı kadın:
- Kızım şimdi kara koyuna biner gibi yap, ak koyuna bin, o seni rüzgâr gibi götürecek, tam vaktinde evde olacaksın, demiş. Kız kara koyuna biner gibi yapıp ak koyuna binmiş. Yaşlı kadın koyunun iki yanına iki sandık bağlamış.
- Bunları ananla bacının yanında sakın açma; babanın yanında aç, demiş. Sonra kızın sağ yanağına hafif bir tokat atmış. Bir de sol yanağına. Kız başını öne eğmiş, bir şey dememiş. Yaşlı kadın koyunun sırtına da hafifçe vurunca koyun ok gibi fırlamış. Bir çırpıda kızı evinin önüne getirmiş.
Kapının önünde yatan köpek kızı görünce başlamış bağırmaya:
- Ay yanaklı, gün yanaklı kızımız geliyor, ay yanaklı, gün yanaklı kızımız geliyor!
Sesi duyan üvey anne dışarı fırlamış. Köpeğe bir taş fırlatmış.
- Sus bakalım sen, bizim ay yanaklı, gün yanaklı kızımız mı var, demiş fakat kızı görünce aklı başından gitmiş, dili tutulmuş. Kızın yanaklarından biri ay gibi ışıldıyor, diğeri güneş gibi parlıyormuş. Bakanın bir daha bakası gelir, güzeller güzeli bir kız olmuş. Neden sonra kendine gelen üvey annesi kızı sıkıştırmaya başlamış.
- Kız ne oldu sana böyle, nedir bu yüzünün hali, bu koyun, bu sandıklar nereden çıktı, aç bakalım içinde ne var?
Kızcağız korkudan başından geçenleri bir bir anlatmış. Eve girmişler. Üvey anne ve kızı babaları gelmeden zorla sandıkları açmış. Birinin içi ağzına kadar altın, gümüşle; diğeri pırıl pırıl elmaslar, mercanlar, inciler, yakutlar ve başka değerli taşlarla doluymuş. Üvey anayla kızı hasetten çatlamışlar. Kız, ben de isterim hepsinden, yanaklarım da böyle olsun diye tutturmuş. İkisi bir olup kızcağızı ortaya almışlar. Başlamışlar sıkıştırmaya:
- Yünü nerede uçurdun, evde ne işler gördün, o ne dedi, sen ne yaptın diyerek sabaha kadar sorguya çekmişler.
Sabah üvey ana kızının eline bir parça yün ile kirmeni vermiş, koyunları da önüne katıp bin bir tembihle kıra göndermiş. Yaşlı kadının dediklerini aynen yapmasını defalarca söylemiş.
Tembel ve kötü yürekli olan üvey kız kardeş elindeki yünü ata tuta yola düşmüş fakat beklediği rüzgâr bir türlü çıkmıyor, yün elinden uçmuyormuş. Sonunda sabredemeyip yünü fırlatmış, peşinden koşmaya başlamış. Yün yine eski, yıkık dökük evin açık kapısından girmiş. Kız da arkasından. İçeride yaşlı bir kadın yünü elinde tutuyormuş. Kız:
- Nine o elindeki benim yünüm, ver bakalım onu bana, diye seslenmiş. Yaşlı kadın:
- Veririm ama senden bir yardım istesem yapar mısın, demiş. Kız istemese de anasının öğüdünü hatırlayıp razı olmuş. Yaşlı kadın:
- Kızım yukarıya buğday serdim. Çıkıp da bakamadım, sana zahmet şu merdivenden çık da onları bir karıştırıver, demiş. Kız merdivenden çıkmış. Bir de bakmış ki ne görsün! Buğday yerine sarı sarı, çil çil altınlar seriliymiş yerde. Hemen çoraplarının, çamaşırlarının içine, ceplerine altınları doldurmuş. Yaşlı kadın aşağıdan seslenmese daha da dolduracakmış. Sonra dönüp bakmış ki merdiven yok. Yaşlı kadın:
- Atlayıver kızım, deyince kız atlamış. Atlamasıyla ceplerinden, çamaşırlarından altınlar yerlere saçılmış.
Kız utanmadan yerden alıp altınları ceplerine doldurmaya çalışmış. Yaşlı kadın görmezden gelmiş.
- Kızım saçımı da tarayıver, çok kaşınıyor, çoktan beri tarayamadım, demiş. Kız tiksinerek tarağı almış. Örgüleri açmış ki ne görsün! Yaşlı kadının saç telleri altındanmış! Kadıncağızın saçını tarakla yola yola tarıyor, kopardıklarını yumak yapıp ceplerine dolduruyormuş. Yaşlı kadın ah vah etse de kız aldırmıyormuş. Sonunda kadın dayanamamış:
- Yeter kızım sağ ol, deyip tarağı almış. Sonra kız gidecek olmuş. Kapının önüne çıkmışlar. Biri ak biri kara iki koyun kapının önünde bekliyormuş. Yaşlı kadın:
- Kızım şimdi kara koyuna biner gibi yap, ak koyuna bin, o seni güzel güzel evine götürür, demiş fakat kız onun sözlerine kulak asmamış, kara koyuna binmiş. Kadın koyunun iki yanına iki sandık bağlamış.
- Bunları sakın bacının yanında açma, demiş. Sonra kızın yanaklarına hafifçe tokat atmış. Kız sinirlenip koyuna bir tekme atmış. Kara koyun hoplaya zıplaya yürümeye başlamış. Hopladıkça kızın ceplerinden altınlar, saç yumakları yerlere dökülüyormuş. Kara koyun bin bir eziyetle kızı evine kadar götürmüş. Kapının önünde yatan köpek bir anda fırlayıp:
- At çıbanlı, eşek benli kızımız geliyor; at çıbanlı, eşek benli kızımız geliyor, diye bağırmaya başlamış. Kapının önünde merakla kızını bekleyen üvey anne köpeğe bir taş fırlatmış. Bir de bakmış ki kızı gerçekten çok kötü, çok çirkin görünüyor. Bir yanağı sivilceler, çıbanlarla dolu; diğeri et benleri, kocaman siğillerle. Hemen kızını içeri alıp kapıyı kapatmış.
- Aman üzülme kızım, bu sandıklardaki altınlarla yüzünü tedavi ettiririz, zengin olduk, zengin, demiş. Kapıları kilitleyip sandıkları açmışlar. Birinden yılanlar, çıyanlar çıkıp kadınla kızına saldırmış. Diğerinden çıkan böcekler, akrepler de onlara katılmış.
Kötü kalpli üvey anne ile kızının sonu böyle olmuş. İyi kalpli güzel kız da onların kötülüklerinden kurtulmuş. Babasıyla zengin ve rahat bir hayat sürmüş.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.