Bütün bu patlamalar toplumu kargaşaya, şaşkınlığa yönlendirmek ve toplumda büyük bir çaresizlik duygusu yaratmak, insanların temel emniyet duygusunu berhava etmek amacıyla yapılmış eylemler. İnsanlar güvenlik duygusunu kaybettiklerinde ilkel savunma mekanizmalarına savrulabilirler. Bu ilkel savunma mekanizmaları da dünyayı, ‘biz ve onlar’ şeklinde kategorize etmeye dayanır.
Kısa aralıklarla gerçekleşen Suruç ve Ankara patlamaları ülkemizdeki sol görüşlü insanlarda nasıl bir psikoloji oluşturuyor sizce?
Kemal Sayar: Bu eylemlerin yeterli emniyet tedbirleri alınarak önlenememesi, faillerinin büyük bir netlikle ortaya çıkarılamaması ve ardı ardına hep aynı toplumsal siyasi grubu hedefleyen eylemler olması insanlardaki mağduriyet ve mazlumiyet hissini pekiştiriyor. İnsanları bir kurbanlık psikolojisine hapsediyor. Dolayısıyla bu insanlarımız kendilerini bu devletin eşit yurttaşları olarak görmek yerine daha mağdur ve mazlum vatandaşları olarak görmeye başlıyorlar. Bu da devlete ve devletin aygıtlarına karşı büyük bir öfkenin birikmesine yol açıyor. Zaten düşünce olarak bir devlet karşıtlığı var olan bu insanlara bir de mağduriyet ve mazlumiyet hissi eklendiği zaman bu iş devlete karşı tam bir öfke ve düşmanlığa evriliyor.
İnsanlarımız politik görüşleri ayrıştırılarak makbul veya makbul olmayan vatandaş şeklinde tanımlanamaz. Türkiye bu makbul vatandaş tanımından çok eziyetler çekti. Yani devlete öfkesi ne kadar yüksek olursa olsun bu topraklar üzerinde yaşayan ve barışçıl bir eylem için oraya gelmiş olan insanlarımızın yaşama hakkı kutsaldır, hayatları biriciktir ve devletin sonuna kadar sahip çıkabilmesi gerekir. Toplumun bir kesimi kendisini mağdur hissederse, kendisini mağdur ettiğini düşündüğü kesimin taraftarlarına da öfke beslemeye başlıyor. Bu da toplumda büyük bir yarılmaya ve kamplaşmaya neden oluyor. Toplumsal barışı dinamitleyen bir unsur haline geliyor.
Fuat Keyman: Türkiye tarihi bir yönüyle modernleşme, kalkınma ve demokratikleşme tarihi, diğer yönüyle de ötekileştirme, dışlama, yok etme tarihidir. Aydınlık ve karanlık iki yüzü olan bu tarih içinde, ötekileştirilmiş kimlikler ve gruplar çok acı çekmişlerdir. Dinsel, etnik, kültürel gruplar kadar sol ve sol görüşlü insanlar da bu acıdan nasibini almıştır. Yaşasalardı benim yaşımda olacak 5 bin genç, 1980 darbesine giden yolda öldürülmüştür.
Suruç ve Ankara katliamı türü katliamlar yoluyla sol görüşlü insanlara bombalarla, silahlarla saldırılmıştır. Bu saldırılar insanları acıya, endişeye, korkuya sevk etmekte ve en önemlisi devlete karşı güvensizliğe sokmaktadır. Zaten devlet kurumlarına karşı güvensizlik de solu tanımlayan öğelerin başında gelmektedir.
Ali Bayramoğlu: Mağduriyet psikolojisi oluşturduğuna hiç şüphe yok. Hatta bunun ötesinde bu insanlar, iktidar tarafından hedef alındıkları, eylemin yine iktidar tarafından kolaylaştırıldığı ya da görmezden gelindiği gibi bir psikoloji üretiyor. Bu eylemler sadece sol kesime yönelik değil ama. Bunun adını daha doğru koymak lazım. Bu bombalamalar iki yönlü bir kere. Suruç, Diyarbakır ve en son Ankara. Dikkat edecek olursanız bunlar Kürt toplulukların, Kürt meselesi etrafındaki mitinglerin olduğu yerlere konulan bombalar. Dolayısıyla iki türlü hedeften bahsedebiliriz. Bir, DAEŞ gibi bir yapının, muhtemelen son saldırının arkasında da o var, PYD ve Kürtlerle verdiği savaşı Türkiye'ye taşıması. Dolayısıyla bu noktada Türkiye bir başka hesaplaşmanın da zemini oluyor aslında. Kürt hareketine de genel olarak solcular destek verdiği ve bu mitinglere katıldıkları için onlar da hedef haline geliyorlar. İkincisi, bu bombaları koyan akıl hangi akılsa şüphe yok ki bu tür terör hareketleri dünyanın her yerinde olduğu gibi insanları ürkütmeye, endişeye sürüklemeye ve bir ülkenin istikrarını bozmaya hatta bir siyasal iktidarla ilgili sorular yaratmaya yönelik işlevlere de sahip oluyor. Dolayısıyla bir taşla iki kuş birden vurmuş oluyorlar.
Hilal Kaplan: Solun her daim kendisine biçtiği mağdur ve karşısında konumlandığı güce de biçtiği zalim rolleri vardır. Bunlar kategorik rollerdir ve değişmezler. İki solcu adliyeyi basıp bir savcıyı infaz ettiğinde de, PKK mayın patlatıp 13 yaşındaki bir çocuğu öldürdüğünde de solcular mağdurdur. Solcuların gözünde katil her daim devlettir. Bu olaylarda da bundan farklı olarak solun tam olarak bir mağduriyet anlatısını haklı olarak benimsediğini görüyoruz. Çünkü burada gerçekten şüphesiz biçimde mağdurlar. Fakat verdikleri karşılık da her zamanki gibi kategorik olarak aynı oluyor. Yani bu bahsettiğim formülasyon hiçbir zaman değişmiyor. Dolayısıyla bu saldırıların tekrar eski günlerde olduğu gibi zalim, insanları yok etmeye kendini adamış, 90'ların devleti geri döndü psikolojine zemin açtığını söyleyebiliriz. Ben terör saldırısının üstlenilmemesinin sebebinin de biraz bu olduğunu düşünüyorum. Bu eylemi yapan terör örgütü bunu üstlenmeyerek halkı büyük bir belirsizliğin içine atıyor. Bu belirsizliğin taraflar arasında yarattığı bakış açısı farklılığı kavgayı daha da derinleştiriyor ve terör faaliyetini gerçekleştirenlerin amacı böylece daha etkili bir şekilde yerine oturuyor. Solun da ilk dakikadan itibaren kendisini 'katil devlet' pozisyonunda sabitlemesinin, terörün bahsetmeye çalıştığım amacına odun taşıdığını düşünüyorum.
Patlamadan sonra herkesin birbirini suçladığını görüyoruz. Acıyı ortak bir paydada yaşayamamamız, paylaşamamamız ve kullanılan dil bize ne kaybettiriyor?
Kemal Sayar: Bütün bu patlamalar toplumu kargaşaya, şaşkınlığa yönlendirmek ve toplumda büyük bir çaresizlik duygusu yaratmak, insanların temel emniyet duygusunu berhava etmek amacıyla yapılmış eylemler. İnsanlar güvenlik duygusunu kaybettiklerinde ilkel savunma mekanizmalarına savrulabilirler. Bu ilkel savunma mekanizmaları da dünyayı, 'biz ve onlar' şeklinde kategorize etmeye dayanır. Kullanılan dil bize hep bir şeyleri kaybettiriyor. Bir millet, ortak bir ahlak, ortak bir acı etrafında buluşabilen insanlar topluluğudur. Şimdi burada o kadar yakıcı bir terör saldırısıyla karşı karşıyayız ki herkesin aynı omuz hizasında durması ve bu terörü, şiddeti ortak bir dille lanetleyebilmesi lazımdı. Fakat baktığımızda birileri buradan siyasi hevesleri için malzeme çıkarıyor ve bunu bir politik fırsata dönüştürmek istiyor. Bir başkası da "Oh olsun. Onların orada ne işi vardı? Zaten onlar PKK'lıydı" gibi basitleştirici söylemlerle böyle bir terör saldırısını meşrulaştırıyor. Bu büyüklükte bir terör saldırısı Türkiye'deki her ferde yapılmış bir saldırıdır. Çünkü Türkiye devletini aciz duruma düşürmektedir ve hepimizi her an gölgemizden bile korkan insanlar haline getirmektedir. Terörün zaten nihai hedefi insanları yıldırmak ve psikolojik açıdan hasarlı bırakmaktır. Bu tür terör faaliyetleri devletlere ve milletlere boyun eğdirmek için yapılır. Bizler ancak omuz omuza durabilir, bir dayanışma gösterebilirsek savaş lordlarının karşısında durabiliriz. Bunu yapabilirsek onların istediği kıvama gelmemiş olacağız. Eğer birbirimizi incitecek bir dille konuşmaya başlarsak terör işte tam da burada hedefine ulaşmış olur. Terörün toplumun içine bıraktığı bombanın pimini çekecek olan esasında bizim sözlerimiz, davranışlarımız, bir başkasına, kendimizden saymadığımıza nasıl davrandığımızdır.
Fuat Keyman: Yakın tarihin en büyük terör saldırısı olan Ankara katliamından sonra, acıların hepimiz tarafından paylaşılması, tek bir yürek olarak vicdan ve adalet duygularıyla hareket etmemiz gerekmekteydi. Ama maalesef olmadı. Dün gibi bugün de acıyı paylaşamadık, birlikte sessizce saygı duruşunda bulunamadık. Herkes kendi cemaatinde, başkasına karşı hoşgörüsüz yaşamaya bu büyük acıdan sonra bile devam etti. Birlikte yaşama kültürü çok zayıf, güvensiz ve ayrışmış Türkiye tablosu değişmedi, daha da karardı. Patlamada asıl amaç, Türkiye'de travma yaratmak, iç çatışmayı körüklemek, 1 Kasım seçimlerine giden yolu tıkamaktı. Türkiye'yi endişenin kol gezdiği korku toplumuna dönüştürmekti. Katliam bu temelde, hepimize karşı da yapıldı. Bu noktayı atlamamalıyız.
Ali Bayramoğlu: En basitiyle toplum olma vasfını kaybettiriyor. Zaten toplum olma vasfı çok yüksek bir ülke değiliz. Farklı toplulukların yan yana yaşadığı bir ülkeyiz ve bu topluluklar arasında sürekli kavga olur. Demokrasi ve reform dönemi zamanlarında bu farklılıklar arası köprü daha kolay kurulabiliyor ama dikkat ederseniz her çatışma döneminde herkes kendi bahçesine çekiliyor ve karşı bahçeye taş atmaya başlıyor. Şimdi bizim yaşadığımız tablo da tam olarak budur aslında. İşte bu durum zaten tam olarak oluşmamış toplumsal bütünleşme halinin biraz daha kırılmasına neden oluyor. Nedensiz öfkeler, karşılıksız kızgınlıklar, siyasi alanın daralması gibi bir demokrasinin toplumsal niteliğinin en olmazsa olmaz şeyinin zayıfladığını gösteriyor. Türkiye bunları defalarca yaşadı. Yani 80 öncesi dönem en son yaşadığımız felakettir bu anlamda. Sokaklara çıkılamazdı ve bu dönemde Türkiye'de iki yılda beş-altı bin kişi yaşamını yitirmişti. Bu neredeyse bir iç savaş sayısıydı. Bazı yerlerde komşular komşuları kesti. Yani bu tür tabloların yeniden üremesini akla getiren, endişeye sürükleyen bir hal içerisindeyiz açıkçası. Kaybettirmekten kasıt birazcık da bu. Yarın öbür gün bir yerde bir çatışma olursa, herkes kendisine hak verirse Kürt Türk'ü, Türk Kürt'ü kesmeye kalkarsa ne yapacağız? Bunun önünü almamız lazım. Bunun için de daha dikkatli, daha az kavgacı ve daha uzlaşma arayıcı bir dil inşa ederek karşı tarafı dinleme kabiliyetini artırmamız gerekiyor. Bunu yapmak hiç kolay değil farkındayım. Ama bu konuda mücadele etmekten başka çaremiz olmadığını düşünüyorum. Çünkü çok kritik bir evreden geçiyoruz şu anda.
Hilal Kaplan: Saldırı olduktan yanılmıyorsam yarım saat sonra HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş çıkıp katil devlettir ve AK Parti'dir, elinizden yüzünüzden kan damlıyor dedi. Sizlerle bir arada yaşama gibi bir isteğimiz yok dedi. Şimdi sormak lazım, herhangi bir cenazede bu tarz bir dil kullanılırsa siz o cenazeye devam edebilir misiniz? İşte ne Cumhurbaşkanı ne Başbakan arayıp taziye bildirmesin demek toplumu tam da teröristlerin istediği şekilde bölme amacına matuf bir davranışı benimsemekten öte nedir? Tüm bunlara rağmen saldırının hemen arkasından Cumhurbaşkanlığı, bu saldırıda ölenlerin bizim için daha önceki terör saldırılarında kaybettiğimiz askerimizden, polisimizden, sivil vatandaşımızdan hiçbir farkı yoktur diye bir açıklama yaptı. Yani biz terörün kurbanları arasında bir hiyerarşi gütmüyoruz ve hepsinin acısını aynı derecede paylaşıyoruz açıklamasıydı bu. Keza Başbakan buna çok benzer bir açıklama yaptı. Ben Demirtaş'ın kullanmış olduğu bu ayrımcı dilin sorumsuzca bir dil olduğunu düşünüyorum. Bunu siyasi bir malzeme aracı yaptı maalesef.
Bunun dışında ben toplumun ayrıştığı, bölündüğü söylemlerine çok katılmıyorum. Hani anlatılan ve kabul ettirilmeye çalışılan kadar kötü bir tablo olduğunu düşünmüyorum. Burada biraz fazla sosyal medya eksenli düşündüğümüze inanıyorum. İşte bunun en yakın örneğini Konya'daki milli maçta yaşadık. Mesele o kadar abartıldı ve saptırıldı ki çerçevenin çok fazla dışına çıkılarak değerlendirildi. Elbette toplum içinde kendini bilmezler her daim olur. Ama ben toplumda anlatıldığı kadar derin bir marjinallik olduğunu görmüyorum açıkçası. Yani ölen birileri için 'iyi ki de öldü' tarzında bir bakışın Türkiye toplumunda var olduğunu şahsen görmüyorum. Burada en büyük sorumluluğun bu ayrımcı dili benimseyenlerde olduğunu unutmamak gerekiyor.
AK Parti'nin kriz yönetimi konusundaki kamu diplomasisini nasıl buluyorsunuz?
Kemal Sayar: Burada parti bazında konuşmayacağım. Ben şaşkınlık dönemlerinde devlet yönetimimizin çok zayıfladığını düşünüyorum. Kaos dönemlerinde devletimiz sağduyulu ve serinkanlı tepkiler veremeyebiliyor. Hâlbuki böyle dönemlerimizde bir acil afet masası kurulmalı. Ve burada sosyal psikologlar, sosyologlar, psikologlar bir arada çalışmalı. İnsanlara nasıl ve ne şekilde bilgi aktarılmasının, hitap edilmesinin doğru olacağının çalışmasını yapmalı. Maalesef bizler kriz zamanlarında oradan oraya çok savruluyoruz ve devletin o serinkanlı yaklaşımını zaman zaman göremediğimiz oluyor. Mesela bu süreçlerde yine bir sürü yalan haber üretiliyor ve bu yalan haberlerle birimler, kurumlar, şahıslar yıpratılıyor. En azından bu konuda halkı aydınlatıcı, halka hangi haberin, tweetin doğru ya da yalan olduğuna dair düzenli brifing veren bir birim oluşturulabilir. Devlet kriz zamanlarında kendini iyi anlatamıyor. Ayrıca devlet kendi hatalarıyla yüzleşmekten de korkmamalıdır. Zira büyük devlet aynı zamanda yaptığı hatayı kabul edebilen, hayatını kaybeden insanların ailelerinin içindeki öfkesini de soğurabilen, onu göğüsleyebilen devlettir. En ufak bir şeyde hemen karşı tarafı suçlamamalıyız. Hele devlet, kendi vatandaşlarının yasını, üzüntüsünü en iyi şekilde anlamaya çalışmalı ve o insanlara acılarını hafifletebilecek imkânları sunmalıdır. Kaos zamanlarında daha organize, daha disiplinli, insanların yüreğini rahatlatacak açıklamalara ihtiyaç vardır.
Fuat Keyman: Bu tür büyük saldırılarda, devlet ve hükümet, siyasi ve ahlaki anlamda birincil derecede sorumlu aktörler olsalar da, başarı ve toplumda güven inşası, özellikle siyasi liderler olmak üzere tüm aktörlerin birlikte olmasını, el ele tutuşup aynı siyasi iradeyi göstermesini ve birlikte çalışmasını gerekli kılar. Başbakan Ahmet Davutoğlu bu yönde çağrılar yaptı. HDP Eş Başkanlarına da aynı çağrıyı yapması doğru olurdu. Ama yapılan bu çağrı ve çağrıya Kılıçdaroğlu'nun olumlu yanıt vermesi ve bu iki büyük partinin liderlerinin hemen görüşmeleri önemliydi. Bu, doğru yapılan kamu diplomasisiydi. Seçimlerin yapılacağının altının çizilmesi ve eğer şiddet biterse Çözüm Süreci'ne tekrar dönüleceğinin açıklanması da önemli ve doğru atılmış adımlardı. Fakat milli maçta yapılan saygı duruşunu sabote edenlerin 'ama'sız eleştirilmesinden DAEŞ'e karşı net tavır alınmasına kadar uzanan bir alanda yaşanan söylemsel muğlaklıklar, AK Parti'nin kamu diplomasisinin eksikliğini yarattı.
Türkiye, tarihinin belki de en riskli döneminden geçiyor. Gerek içeride var olan istikrarsızlık, yönetim boşluğu, terör sorunları, gerek sınırımızda ve bölgemizde ülke haritalarını, isimlerini değiştirecek nitelikteki güç oyunları ve savaşlar, Türkiye'yi çok kırılgan bir hale getiriyor. Bu nedenle, toplum olarak el ele verip farklılıklarımız içinde birlikte olmamız gerekiyor. 1 Kasım seçimleri yapılmalı ve hükümet bir an önce kurulmalıdır.
Ali Bayramoğlu: Açıkçası bir dönem çok parlak buluyorken şu anda iyi bulmuyorum. Özellikle Gezi Olayları'ndan beri meydana gelen pek çok hadisede alınan tedbirlerde çok sert, çok şahsileşmiş, çok endişe ve güvensizlik üzerine kurulu bir reflekse dönmüş bir kriz yönetimi var. Kriz yönetimi akıl, rasyonalite, her aklına geleni söylememeyi ve karşı tarafı kuşatmayı gerektiriyor. Ama bizde iktidar devrilmek isteniyor endişesi o kadar büyüdü ki iktidar çevrelerinde, zaman zaman bu da kriz yönetiminin çok iyi yapılamaması gibi bir durumu beraberinde getiriyor. Son dönemde biraz daha iyi diyebiliriz ama bu AK Parti yönetiminin bence temel sorunlarından biridir.
Hilal Kaplan: Eskiye göre daha iyi olduğunu düşünüyorum. Eskiden mobil bilgilendirme olmuyordu ve bu daha büyük karmaşaya neden oluyordu. Enformasyon akışı olmadığı için dezenformasyon tavan yapıyordu. Bu hususta biraz daha iyiye gidildiğini gözlemliyorum kamu diplomasisi noktasında. Fakat yeterli bulmuyorum yine de. Kamu diplomasisini de zorlayan bir şey var ki bu her gün boy boy yalan haberlerin çıkması. Bu dezenformasyon akışı akabinde kriz yönetimini de zorlaştırıyor otomatik olarak.