Terör kelimesinin binlerce insanın yaşam hakkını aldığı bu topraklarda Savcı Kiraz’ın öldürülmesi canımızı acıttı, ancak bir kısım medyanın göstermiş olduğu korkunç reaksiyon acımızı ikiye katladı.
DHKP-C örgütü üyelerini ellerinde silahla bir savcımızı rehin alırken gördük en son ekranlarda ve sosyal medyada. Tüm uzlaşma çabalarına, polisin ikna girişimlerine rağmen bu elim terör saldırısının ardından Savcı Mehmet Kiraz'ı şehit eden örgüt üyeleri de öldürüldü. Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın öldürülmesi mi daha korkunçtu yoksa bu cinayet işlenirken bir kısım medyanın göstermiş olduğu tepki mi? Terör kelimesinin binlerce insanın yaşam hakkını aldığı bu topraklarda Savcı Kiraz'ın öldürülmesi canımızı acıttı, ancak bir kısım medyanın göstermiş olduğu korkunç reaksiyon acımızı ikiye katladı.
Korkunç fotoğrafı anlamamız için basit bir sağlama yapabiliriz aslında; 90'ların sonlarına gidelim, laikliğin savunucusu, Kemalizm'in koruyucusu hukuk sistemimizin cesur bir savcısı 'radikal İslam' adı altında bir terör saldırısıyla karşı karşıya. Adliyeye giren 'radikal İslamcı' teröristler savcının başına silah dayamış. Fotoğraflar bir anda tüm mecralara yayılmış. Özellikle de medyanın önemsediği, toplumun sözlerini ciddiye aldığı isimler bir anda fotoğrafı paylaşıp yorumlar yapmaya başlıyorlar. Teröriste terörist demiyorlar mesela, adalet arayışı diyorlar yaşananlara."28 Şubat'ın getirdiği nokta, sonunda buna sebep oldu" diyenler filan çıkıyor. Ve 'radikal İslamcı' teröristler savcıyı kafasından vurarak öldürüyor. Ertesi gün medyamızın 'amiral gemisi' haberi manşetten verirken bile teröristlere terörist demiyor.
Savcının kafasına silah dayayan 'radikal İslamcı' teröristler sağ görüşlü gazetecilere söyleşi veriyorlar olay anında. Bir anda aktivistlerimiz teröristlerle empati kuruyor ve hatta acıyorlar. Savcı kimsenin umurunda değil. Radikal İslamcılar bir anda adaleti savunan kahramanlara dönüşüyor.
Senaryonun bu versiyonu 'nasıl yani' dedirtmedi mi? Denklemden o günün aktörlerini çıkarıp karşısına şu an nefretle baktığınız herhangi bir düşünce ve bunun radikal savunucularını koymanız ortaya çıkan vahameti gözler önüne sermeye kâfi.
Savcı Mehmet Selim Kiraz olayında, medyamızda işlenen cinayeti "kör bir kayıkçı gördü, ben gördüm kulaklarım gördü".
Millet Alkışlamadı
Son yıllardaki her seçime değişimden, halkı anlamaktan, vatandaşlarına inanç, etnisite ayrımı yapmadan yaklaşmaktan dem vurarak giren CHP tartışmalı bir reklam kampanyası yaptı. Filmde, seçime girilen ülkenin kadın nüfusunun yaklaşık yüzde 65'ini oluşturan başörtülü kadınlara reva görülen rollerin neler olduğunu görünce '40 yıllık kani olur mu yani' demeden edemedik. 90 yıllık anlı şanlı ideolojisiyle CHP yine değişmedi, değişemedi. Filmin başörtülü kadınları tarlada, evde ya da konfeksiyonda çalışan yaka rengi beyaz olmayan kadınlardı. Yanlış anlaşılmasın, alın terine, emeğe, helal kazanca hürmetimiz sonsuzdur. Derdimiz yıllar boyu onca engellemelere rağmen eğitiminden vazgeçmemiş meslek sahibi başörtülü kadınların varlığının görmezden gelinmesidir.
Fikrinin aynası olan bu filmden şu çıkarımı yapmak sanırım haksızlık olmaz. Yedi yıl önce başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılması için meclise gelen teklife evet diyen 411 eli kaosa kalkan eller olarak görüp, hayır oyu kullanmış olan bir partinin bu filmle fikrinin de zikrinin de o günden farklı olmadığını gördük. Dillerdeki özgürlük melodilerinin muhatabının başörtülüler olmadığı aşikâr. Anlaşılan o ki CHP'nin vadettiği Türkiye'de başörtülü kadınların ne doktor ne avukat ne de iş kadını olmalarına müsaade edilecek. Sloganda olduğu gibi böyle bir Türkiye'nin 'yaşanabilir bir ülke' olacağını kim söyleyebilir?
Tanıklar, sanıklar, kurban ve kuklalar
2015 Türk siyaset hayatının en renkli seçimlerinden birine hazırlanıyor. 7 Haziran milletvekili seçimleri demokrasi tarihine nasıl geçer şimdiden kestirmek zor olsa da partilerin aday listelerinde küçük bir gezinti yaparak meclise yansıması beklenen muhtemel tablonun ipuçlarını görmek mümkün. Söylemek için erken olsa da, yeni dönemde TBMM'de tanıklar, sanıklar, kurbanlar ve kuklalar bol bol yer alacak gibi gözüküyor.
Bir dönemin kapanışının ilanı, adayların açıklandığı gün yaşandı. Üniversitelerde başörtülü kızlar için kurulan ünlü ikna odalarının gözde savunucusu Nur Serter, partisinden istifa ettiği gün, o çirkin tezgaha direnen genç kızlar AK Parti ve HDP listelerinde ön sıralarda yerlerini çoktan almıştı. 28 Şubat sürecinin simge isimleri, Leyla Şahin, Fatma Benli hatta Türkiye'nin ilk başörtülü milletvekili Merve Kavakçı'nın kardeşi Ravza Kavakçı Kan, aradan geçen 17 yılın ardından gasbedilen haklarını milletin reyi ile teslim almak için seçim yarışına gidecekler.
7 Haziran Türkiye'de belki de karanlık bir dönemin sona erdiği tarih olarak hafızalarda yer edecek. Meclis'e yansıyacak olan tabloyu şimdiden kestirmek elbette güç, ancak seçim meydanlarında kürsüleri işgal edenler 90 yıllık Cumhuriyet tarihinin kısa bir özeti gibi karşımızda arzı endam edecek.
Kadın adaylar konusunda HDP'nin eş başkanlık sisteminin devamı olarak yüzde 50'ye yaklaşan kadın adaylarının dışında diğer bir jest de İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerin ilk sıralarını kadın adaylarına ayırmasıyla CHP'den geldi.
Maço kafa Maço vekil
Sosyal medyada özellikle kadınların gündemine bir anda düşen, öfke ve şaşkınlığa sebep olan hadisenin faili, kadın konusunda sarf ettiği sözlerle sanatçı siyasetçi Uğur Işılak oldu. Aslında kendisine ne sanatçı ne de siyasetçi denince sorumluluğun derecesi hafifliyor…
Öncelikle bir maço erkek refleksi olarak memleket meseleleri içinden konuşulacak en kolay ve popülist konu olan kadını tercih etmesinin sonuçlarına bakalım. Işılak, "Her feministin gönlünde bir kocaya meftun olmak, onun kölesi olmak, onun bireyi olmak, ona ait olmak gibi bir hissiyat yoksa gelsin karşıma çıksın. Her kadının içinde fıtri olarak bu var. Bu yokmuş gibi hareket etmek fıtrata aykırı hareket etmektir ki onlar kesinlikle mutlu değiller. Ben o feministlerin mutlu olduğunu zannetmiyorum. Kadının tabiatı bağlanmaktır, ait olmaktır. Erkeğinki öyle değildir. Erkek kadına ait olmaz, sahip olur" diye haykırıyor. Ve her nasıl oluyorsa mutluluğun formülünü bulmuşçasına, nasıl olunamayacağının da reçetesini veriyor bizlere saygıdeğer büyük düşünür! Bu sözler rafine olmasını beklediğimiz bir sanatçının ağzından çıktı. Abdurrahim Karakoç gibi nezaket abidesi bir söz üstadının şiirlerini besteleyen sanatçının bu sözleri, kadınlar kadar rahmetliye de bir sızı göndermiştir muhakkak.
Sözlerin söylendiği tarihte tek gömleği sanatçılık olsa da, konunun gündeme gelişi bir de siyasetçi gömleğinin giyilmesiyle oldu. Milletvekili adayı olmanın gerektirdiği sorumlulukla sözlerine bir açıklama bir özür eklemesi icap ederdi, ama olmadı.
Öyle ki kendisi bir ilahiyat profesörü kadar dinî bilgiye hakim olduğundan kadının beklentilerini fıtrata kadar götürebiliyor. Örtüsünden sesine, okumasından çalışmasına kadar kadının her ahvali için kendinde yorum yapma hakkı gören üstün maço erkeklikten aldığı ilhamla bizleri aydınlatmaya devam ediyor Sayın Işılak.