Dünyanın en yetenekli elleri: Eduardo Chillida
Heykel ellerin hikâyesi böyle midir bilinmez ama heykeli yapan sanatçının hikâyesi tam da bu şekildedir! Paris'te sergilenen eserin altındaki imza; Bask heykeltıraş Eduardo Chillida'nındı ancak Chillida heykeltıraş olmadan önce İspanya'nın en yetenekli kalecilerinden bir tanesi olarak tanındı. Yaşadığı talihsiz bir sakatlık sonrası futbolu bırakmak zorunda kaldı ve sanata yöneldi. İnsan böyle durumlarda kendi kendine soruyor; dünya yetenekli bir kaleciyi mi kaybetti yoksa yetenekli bir heykeltıraşı mı kazandı?
Chillida'nın durumu sanat ve futbol arasındaki ilişkiyi düşündürüyor. Kitlenin oyunu futbol ve entelijansiyanın hükümdarlığında tutulmaya çalışılan sanat... Tabii sanatın tanımını ne olarak kabul ettiğimiz de bu tartışmanın düzlemini değiştirir ancak günümüzde elit sanatlara ilgi duyan her on kişiden sekizinin futbolu basit bir eğlence olarak gördüğünü söylemek yanlış olmaz. Onlara da kızmamak lazım çünkü bir yandan futbolun sunuş şekli, bir yandan da futbol kültürünün zayıflığı buna neden oluyor. Eminim Türk entelijansiyanın çoğunluğu, büyük bir sanatçı olarak kabul ettikleri Chillida'nın eski bir futbolcu ve futbol aşığı olduğunu bilselerdi en azından bu oyun hakkında oturup bir kez daha düşünürlerdi.
DÜŞÜNEN SPORCU
"Kemik kıran"ın gazabı
Eduardo Chillida, İspanya'nın Fransa'ya komşu, Atlantik Okyanusu kenarındaki sakin şehirlerinden San Sebastian'da dünyaya geldi. İspanya'nın II. Dünya Savaşı'na katılmaması nedeniyle savaşın yıkıcı etkisine maruz kalmamak için kaçan Fransız iş adamları sayesinde diğer bölgelere nazaran refah seviyesi daha yüksek olan San Sebastian'daki birçok insan gibi Chillida da tipik bir Basklı genç olarak büyüdü. Sahilde gezmek, güzel yemekler yemek ve futbol oynamak en büyük tutkusuydu. Yeteneklerinin ellerinde olduğunu genç yaşta fark etmiş ve kaleci olmuştu. 18 yaşına geldiğinde artık bir takımı vardı; babası Pedro Chillida'nın başkanlığını yaptığı Real Sociedad!
1942-1943 sezonunda ikinci ligde mücadele eden Real Sociedad'ın kalesi Chillida'ya emanet edildi. 18 yaşında olmanın verdiği enerjisini uzun boyuyla avantaja çevirmişti. Zayıf bedenini hızla rakiplerinin üzerine atıyor, özellikle kendisiyle karşı karşıya kalan forvetlerin ayağından, kimse ne olduğunu anlayamadan topları çalıyordu. O sene Real Sociedad'ın şampiyon olup bir üst lige çıkmasında büyük pay sahibi oldu. Bu performansı sadece San Sebastian'da takdir görmedi; İspanya'nın en büyük iki takımı Real Madrid ve Barcelona da onun izlemeye başladı. Ertesi yıl en azından birkaç ay birinci lig performansını gözlemleyecek ve transfer teklifi yapacaklardı ancak talihsiz bir sakatlık bütün planları altüst etti.
Chillida belki de hayatı boyunca Sevgililer Günü kutlamamıştır çünkü onu en sevdiği şey olan futboldan ayıran sakatlık 14 Şubat 1943 tarihinde yaşandı. İspanya'nın Valladolid kentinde yer alan Jose Zorilla Stadı'nda Real Valladolid'e karşı oynayan Chillida, rakibin futbolu bırakmaya hazırlanan yıldız forvetlerinden Fernando Sanudo'nun gazabına uğradı. Bu genç kaleci için talihsiz bir karşılaşmaydı çünkü Sanudo'nun lakabı rakip futbolculara yaptığı sert darbelerden dolayı "kemik kıran"dı. Chillida dizinden çok ciddi bir şekilde sakatlandı ve maça devam edemedi. Hatta bir daha hiçbir zaman futbol oynayamadı. Beş defa ameliyat olsa da dizindeki sakatlık düzelmedi ve çok sevdiği futboldan sadece bir sezon oynadıktan sonra kopmak zorunda kaldı. Oynadığı dönemde futbol dünyası tarafından İspanya'nın gelmiş geçmiş en büyük kalecisi Ricardo Zamora'nın veliahdı olarak gösterilen Eduardo Chilida'nın tatsız vedası işte böyle yaşandı.
Futbol kalesinden heykeller yapmak
Bu talihsiz olayın ardından üniversite sınavına giren Chillida, Madrid Üniversitesi'nde mimarlık bölümüne kabul edildi. Belki de futbolcu olarak gitme hayalleri kurduğu Madrid'e öğrenci olarak gitti ancak hiçbir zaman mimar olma hevesi duymadı. Birkaç yıl sonra kendisini Paris'te buldu ve bir zamanlar gol kurtaran elleriyle dünyanın en saygın heykeltıraşlarından birisine dönüşme serüveni başladı.
Heykel sanatından çok anladığım söylenemez ancak yazı için yaptığım çalışmalardan okuduklarım onun Picasso geleneğini sürdüren, çağın ötesinde bir düşünceye sahip, özellikle akademik camianın mitlerini yıkmaya hevesli, sürrealist ve aklın ötesine geçmeye niyetli bir sanatçı olduğuna vurgu yapıyor fakat ilginç bir şekilde hepsi Chillida'nın futbol geçmişini yok sayıyor. Hatta İspanya'nın Bask bölgesindeki Bilbao kentinde tam nehir kenarında çok güzel bir binası da bulunan, dünyanın en saygın müzelerinden Guggenheim'deki biyografisinde futbol hayatından tek bir satır bile bahsedilmemesi ilginç. Futbolu basit bir iş olarak gören saygın(!) sanatçılar zaman zaman böyle şeyler yapabiliyorlar demek ki.
Oysa Chillida'nın futbol sevgisi heykelin bile önündedir. Kaleciliği bıraktıktan sonra bir defa bile stada gidip maç izlemediğini söyler çünkü o yeşil çimi, tribünleri ve atmosferi görünce heyecandan yerinde duramayacağını, sahada olmak için can atıp hırsından kahrolacağını bilir. Albert Camus'ye selamla başlayan şu sözleri ise dikkate değer: "Futbol oynarken öğrendiğim birçok şeyi hayatım boyunca aklımda tuttum. Bunu söylediğimde insanlar bana gülüyorlar ama heykel yaparken kullandığım birçok şeyi futbol sayesinde öğrendim. Kaledeyken uzay ve zaman hakkında da birçok yeni şey öğrendim. Orada zaman ve mekân aynı anda hareket ediyor. Birçok şeyi görebiliyorsun. Kale, sahanın üç boyutlu tek alanıdır. Futbolun bütün etkileyici olayları o alanda meydana gelir ve ben de bunun farkındaydım. Kalecilik uzay, zaman, hız ve geometriyle ilgilidir."
Eğer sakatlanmasaydı heykel yerine futbolu seçeceğini söyleyen, kendisini yıllar sonra yaşlı bir futbol antrenörü olarak gören Eduardo Chillida'ya bu yazıyı yazma ilhamı verdiği ve bir kez daha "iyi ki futbol romantiğiyim" dememi sağladığı için teşekkür ederim. Gracias!