Çocukken yaşadığımız mahallede iki arkadaşım vardı. İkiz olmalarına rağmen birbirlerine hiç benzemezlerdi. Biri uzun boylu, esmer, kıvırcık saçlı, bir deri bir kemik diğeri ise daha kısa boylu, beyaz tenli, düz saçlı ve görece daha kiloluydu. Biri daha hareketli diğeri daha sakindi. Kapı zillerine basıp kaçmak gibi parlak fikirler hep birinden gelir, diğeri bu işlere pek gönüllü olmasa da kardeşini yalnız bırakmazdı. Sürekli atışırlar ama yine de birbirleri olmadan yapamazlardı. Bu durum, o zamanlar arkadaş edinmekte zorlanan benim gibi biri için muazzam bir tabloydu. Sanki aynı evde, en yakın arkadaşıyla beraber yaşıyorlardı. Başka arkadaşları da vardı ama çoğu zaman birbirlerine yeterlerdi.
Hâlâ öyleler mi bilmiyorum. Taşındık ve izlerini kaybettim ama o zamandan bu zamana dek ikizler konusu, benim için hep büyüleyici oldu. Sanıyorum bu konuda yalnız değilim. Ne kadar gerçek bilemem ama bir kardeşin bacağı kırılsa, başka bir şehirde yaşayan diğer kardeşin de bacağının kırıldığı, iki kardeşin aynı gece aynı rüyayı görebildiği yahut birinin başına bir olay gelse, acısını ikizinin de hissedebildiği gibi birçok şehir efsanesi, bugün hâlâ var.
Psikanalist Vivienne Lewin, ikizler meselesini en ayrıntılı şekilde ele alan uzmanlardan biri. Lewin, haniyse benim duygularıma tercüman olarak aslında hepimizin bir ikiz kardeşe sahip olma hayalinden bahsediyor. İkiz ilişkisinin çok özel bir ittifak olduğunu, anne ile kurulan erken dönem ilişkisine benzediğini, konuşmadan da anlaşılabilen hatta annenin yokluğu ve/veya ihmali durumunda iyileştirici bir etkiye bile sahip olabilen bir ilişki olarak tanımlıyor. Lewin'e göre rahmi paylaşan bebekler yalnızca annenin sesine, hareketlerine eşlik etmekle kalmayıp aynı zamanda birbirleriyle de etkileşim halinde oluyorlar. Bu etkileşim o kadar özel oluyor ki, bebeklerden biri ölse dahi, hem annenin hem de hayatta kalan diğer bebeğin zihninde yaşamaya devam ediyor. Yaşanan kayıpla beraber bebek hem bir zafer duygusuna hem de korkuya sahip oluyor çünkü rahimde bile olsalar aslında rekabet başlıyor ve bu rekabet sürecinde bebeklerden biri, diğerinin ölümüyle beraber, kazanıyor! Bu durumun, beraberinde kaygıyı da getirdiğini belirtmekte fayda var zira ana rahminde kalan bebek, dışarı gönderilen bebeğin öfkesi ve reddedilme duygusuyla özdeşleşiyor yani kardeşi reddedildiyse, kendisinin de reddedilebileceğini hissediyor. Dolayısıyla bu, annesiyle kuracağı güvenli ilişkide ilk çatlağı oluşturuyor. Kısaca Lewin, hayatta kalan bebeğin, doğduğu zaman annesiyle tatminkâr bir ilişki kurmakta zorlanabileceğini ifade ediyor.
Bütün bu özel etkileşimle beraber hayat, ikizler için hem destekleyici, onarıcı tarafıyla bir konfor alanı oluştururken hem de sancılı bir süreci temsil ediyor. Örneğin ikiz kardeş, "aileye yeni katılmış" bir üye gibi olmuyor, dünyaya kardeşiyle birlikte aynı anda ayak basıyor. Bu da, annesinin özel ilgisine hiçbir zaman tek başına sahip olamayacağı anlamına geliyor çünkü annenin, iki bebeğin ihtiyacını da "aynı anda" karşılaması imkânsız oluyor.
Çoğul gebelik sadece çocuklar için değil özellikle anne için de oldukça zor bir durum. Yavuz Erten'e göre anne, hamileliğini aslında tek bir çocuk üzerine hayal ediyor. Diğeri yahut bazı durumlarda diğerleri ise, çoğu zaman sürpriz yumurta… Bu durumda çocuklardan biri, daha baskın olurken, diğeri kendisine verilen alanda var olmaya çalışıyor. Çocuklardan biri iyi, diğeri kötü yerine konuyor ve anne/baba da bu durumu destekleyebiliyor. Hâlbuki çoğu zaman sorunun kaynağı, farklı olduklarının kabul edilmemesi oluyor! Söz konusu bu durum da akla; "Bu farklılıkları görmek ve kabul etmek nasıl mümkün olur" sorusunu getiriyor…
Kardeşlerden birinin, diğerinin alanına girmesinin yahut diğerinin kendi alanını koruyamamasının önüne geçmek ancak birlikte bir bütün olabilmeleriyle mümkün olur. Bu da hem annelerinden hem de birbirlerinden ayrışabildikleri oranda mümkündür.
Her çocuğa tek çocuk gibi davranmak
İkiz kardeşler birbirlerine benzerler ama birbirlerinin aynısı değildirler. Asıl tehlikeli olan, insanların onlara böyleymiş gibi davranmalarıdır. Çocuk doktoru Donald Winnicott, annenin asıl amacının, her iki çocuğa da aynı davranmak değil, "her çocuğa tek çocuk gibi davranmak" olduğunu yani huylarının, karakterlerinin farklılığını, ihtiyaçlarını görmek ve buna göre davranmak olduğunu söyler. Bu nedenle ikiz kardeşleri aynı kıyafetlerle giydirmek, aynı sosyal aktivitelere göndermek, birbirleriyle kıyaslamak son derece yanlıştır. Bunun yerine farklılıklarını onlara da hatırlatmak örneğin biri maviyi seçiyorsa diğerini farklı bir rengi seçebileceği konusunda cesaretlendirmek oldukça önemli.
Kaç kardeşi olursa olsun, kendini annesinin/babasının gözünde özel bir yerde gören, ihtiyaçlarının anlaşıldığını hisseden her çocuk, bireyleşme sürecini çok daha sağlıklı bir şekilde tamamlar. Özellikle ikiz çocuklarda bu durum çok daha önemli olur çünkü her ne kadar aynı hayatın içinde var olsalar da, her biri kendi kişisel gelişim sürecine sahiptir. Bu gelişim süreci içinde ilgi alanlarını, yeteneklerini keşfetmelerine dair alternatif alanlar sağlanmalıdır. İkizlerden biri futbolu seviyorsa diğeri basketbol oynayabilir. Birinin spora birinin müziğe yeteneği olabilir. Bu gibi özelliklerine dair farkındalıkları arttıkça bireyselleşerek tamamlanmaları da kolaylaşır çocukların.
İkiz bebeklere sahip olmanın her anne için oldukça zor bir deneyim olduğu muhakkak. Özellikle emzirme seansları, annenin kendini en çaresiz hissettiği zamanların başında gelebilir fakat "farklı özelliklere sahip olma" durumu, kendini bebeklik döneminden itibaren gösterebilir. Mesela bebeklerden bir tanesi diğerine göre memeye daha düşkün olabilir yahut dış nesneler birinin daha çok dikkatini çekebilir. Bu durumda anne, bebeklerinin ihtiyaçlarına göre önceliği belirleyebilir.
Her anne, ikiz çocuklarının bakımı noktasında mutlaka desteğe ihtiyaç duyar fakat bu desteği çocuklardan birini tamamen anneanne, bakıcı gibi birine bırakmak şeklinde aldığında, bu durum çözümden ziyade uzun vadede büyük bir sorun olarak tekrar annenin karşısına çıkacaktır çünkü kaç kardeş olursa olsunlar, bakıcı yahut anneanne ne kadar iyi olursa olsun, her çocuğun öncelikli ihtiyacı annesinin ilgisidir. Bir bebek, bütünüyle bakıcıya yahut bir aile büyüğüne teslim edilerek büyütüldüğünde, annesiyle daha sık birlikte olan kardeşini kıskanması kaçınılmaz bir durum olacaktır.
Hayata birlikte başlamak
Her kardeş ilişkisinde olduğu gibi ikizler arasında da yaşanan kıskançlık duygusu belli bir oranda normal ve sağlıklıdır. Dolayısıyla bu duygu çocuk için ifade edilebilir olmalıdır. Bu durumda çocuğa "belli oranda" saldırgan olma fırsatı verilmediğinde, öfke, çocuğun iç dünyasına doğru ilerler. Bu nedenle özellikle küçük çocukların kıskançlık tepkilerine belli oranda tahammül etmek gerekiyor.
Bir ikize sahip olmak, en yakın arkadaşa da sahip olmak anlamına gelebilir. Şüphesiz ki bu, çok özel bir bağdır fakat bir çocuğun kardeşiyle sürekli ve çok yakın bir ilişkide olmasının, sosyal gelişimi açısından da zararlı etkileri olacağını unutmamakta fayda var. Bu nedenle özellikle okul döneminde, hem farklı arkadaş çevrelerine sahip olmaları, hem sürekli bir karşılaştırma içinde olmamaları hem de kendilerine dair farklılıkları daha rahat bir zeminde keşfetmelerine olanak sağlamak için farklı sınıflarda yer almalarının çok daha sağlıklı olacağını söyleyebiliriz.
İkiz kardeşe sahip olmak, hayata birlikte başlamak anlamına gelir. İkizlerin bu durumdan ne kadar memnun olduklarına dair yorum yapmak pek doğru olmaz çünkü seçim şansları zaten olmamıştır. Hayatı birlikte, birbirlerini tamamlayarak yaşamaları da mümkündür, birbirlerini engelleyerek de… Sürpriz yumurtadan çıkan sonuç, kardeşin "kendi" olarak ne kadar var olabildiğine bağlıdır.