Kimlerden gelir bu "Üzük"
Evlilik yüzüğünün resmi olarak hayatımıza girmesinin Papa I. Nikolas'ın 860 yılında verdiği fetvaya dayandığını biliyor muydunuz? Papa, Hıristiyanlar tarafından; "evliliğin kutsallığının ve boşanma yasağının savunucusu ve koruyucusu" olarak kabul edilirmiş. Bu yüzden Papa, her düğünde altın yüzüğü çiftin parmaklarına geçirirmiş. Tabi burada yüzüğün özellikle altın olmasının da özel bir sebebi varmış. Fedakârlığa dayanması gereken aile kurumunun fedakârlık sembolü olarak değerlendiriliyormuş bu altın yüzükler.
Evlilik yüzüğü, her ne kadar Papa tarafından resmi olarak kabul edilmiş olsa da, bu yüzük farklı dinler ve kültürlerde de yaygın olarak kullanılmış tarih boyunca. Ayrıca evlilik yüzüğü her kültürde farklı kullanım şekilleriyle çıkmış karşımıza. Örneğin, Yahudiler evlilik yüzüklerini işaret parmaklarına takarken Hintliler başparmaklarına takarmış. Yunanlılar ise evlilik yüzüğünün nereye takılacağı meselesine tıbbi bir keşif ile yeni bir anlam katmışlar. Yapmış oldukları anatomik çalışmalar sonucunda, bugün yüzük parmağı olarak bildiğimiz parmakta bulunan bir damarın kalbe kadar uzandığını tespit etmiş Yunanlılar. Kalbe kadar uzanmasından dolayı bu damara da "aşk damarı" demişler ve evlilik yüzüğünün bu parmağa takılması gerektiğini söylemişler.
Yunanlıların devamı olan Romalılarda ise evlilik yüzüğünün anlamı değişmiş ve yüzük daha dini bir anlam kazanmaya başlamış. Hıristiyanlığın temel akidesi olan teslis (üçleme) inancına dayandırılmış bütün mesele. Yüzük, düğün merasimlerinde önce "baba adına" işaret parmağına, sonra "oğul adına" orta parmağa aktarıldıktan sonra en son "Ruhülkudüs adına" yüzük parmağına geçirilip "Âmin" denilerek nikâhlar kıyılmaya başlanmış.
Romalılar döneminde altın yüzüğün başka bir özelliği daha varmış. Araştırmalara göre Romalılar zamanında altın yüzüğü yalnızca senatörler, yüksek kamu görevlileri ve şövalyeler takabilirmiş. Bu ayrıcalık da ancak imparator tarafından nişan-madalya almaya değer görülen kişilere verilirmiş. Justinianus'un hükümdar olduğu dönemde ise bütün halkın altın yüzük takmasına müsaade edilmiş fakat yüzüklerin takılacağı parmaklar ve taşların, papadan ve kilise tarafından belirlenmesi şart koşulmuş.
Türkçede ise yüzük kelimesinin Uygurlar döneminden beri var olduğu söyleniyor. El parmaklarına takılan halka şeklindeki takı manasına gelen yüzük, Türk kültüründe eskiden beri günlük hayatta yer alan bir aksesuar olmuş. Yüzük aynı zamanda başka sebeplerle de kullanılmış Türklerde. Özellikle terzilerin kullandığı yüzüklere "yüksük" denirmiş ve bu yüzükler parmakları korumak gibi bir işlev görürmüş.
Eskiden Anadolu'da ki yaygın kullanımının "üzük" olduğunu belirterek ve bütün "üzük"süz kardeşlerimizin "üzük"lenmesini temenni ederek bitirelim yazımız.
Bu kafaları kim deldi?
Günümüzde yapılan birçok çalışma bize, ilk insanların doğanın çok iyi bir gözlemcisi olduğunu ve hayatlarını bu sayede daha da kolaylaştırdıklarını gösteriyor.
İnsanoğlunun bu gözlemci yönünün, karşılaştığı sorunları çözmesinde ne denli faydalı olduğuna dair hemen hepimizin bildiği kadim bir kıssa vardır: Hz. Âdem'in çocuklarından Kabil, kardeşi Habil'i öldürdükten sonra baş başa kaldığı cansız bedeni ne yapacağını bilemez ve çevresine bakmaya başlar. O sırada bir karganın ölmüş olan başka bir kargayı toprağı kazarak gömdüğünü ve üstünü örttüğünü görür. Kabil yapmış olduğu gözlemden öykünerek öldürdüğü kardeşini, tıpkı karganın yaptığı gibi toprağa gömer. Bu olay, insanın doğayı gözlemleyerek yeni şeyler öğrenmesinin de başlangıcı olarak kabul edilir genellikle.
Yaratılan ilk insan olan Hz. Âdem'in çocuklarından Kabil'in bu davranışın yanında tıp tarihi de insanın gözlem gücünden yararlanarak bulunan birçok tedavinin olduğunu gösteriyor bize. Örneğin kesik yarası bulunan hayvanın, bir bitkiye sürtünerek yarasının zamanla iyileştiğinin görülmesi üzerine insanların, bitkilerden merhemler elde etmeye başladığı biliniyor fakat bu basit misallerin dışında sıra dışı ve insanı hayrete düşüren örneklere de rastlamak mümkün tıp ve insanlık tarihinde. Kafatası ameliyatı olarak tanımlayabileceğimiz "trepanasyon" bu örneklerden biri. Bu ameliyatı ilginç kılan özelliklerinden bir tanesi de, az evvel verdiğimiz örneklere aykırı şekilde olması çünkü insanoğlunun bu ameliyatı, doğada yapmış olduğu herhangi gözlem sonucu keşfettiği düşünülmüyor. Peki, insan böyle bir şeyi neden ve nasıl yapmıştı?
Nedir bu trepanasyon?
Günümüz tıbbı, kalp naklinden yüz nakline kadar birçok ameliyata imkân tanımakta fakat bundan 7 bin yıl önce tıbbın ilkel halde bulunduğu dönemlerde tarihin bilinen ilk ameliyatı gerçekleşmiş. Söz konusu olan öyle basit bir ameliyat da değil üstelik, kafatası ameliyatı. Evet, doğru duydunuz. Birtakım kazılar sonucu bulunan kafataslarından gördüğümüz kadarıyla 7 bin yıl önce birçok insana bu ameliyat yapılmış. Bu kafatası ameliyatına ise bugün "trepanasyon" diyoruz.
Trepanasyonu, insanların tedavi edilmesi amacıyla kafataslarında delik açılarak yapılan ameliyat olarak tanımlayabiliriz. İnsanların neden böyle bir ameliyata ihtiyaç duymuş olduğu hakkında ise çeşitli rivayetler söz konusu. Yapılan araştırmalara göre tarih öncesi çağlarda insanların birçoğunun mistik inançlara sahip olduğu biliniyor ve hastalıkların da yaygın olarak cinler ve şeytanlar gibi kötücül güçlerden kaynaklandığı düşünülüyordu. Trepanasyon ameliyatının da yine böyle bir inanca bağlı olarak ortaya çıktığını söylüyor araştırmacılar. Trepanasyon ameliyatının aynı zamanda kafatası içindeki hava basıncını düşürmek ve epilepsi nöbetlerini gidermek için uygulanmış olabileceği de söylenenler arasında.
Trepenasyonun nasıl yapıldığı bugün hâlâ araştırılan bir konu. Araştırmacılar tarih öncesi dönemlere ait mezarlarda, kafataslarında büyük delikler olan birçok insan iskeleti bulmuşlar. İlkel yöntemler ile yapılan bu operasyonlar sonucunda birçok insanın hayatını kaybetmiş olduğu düşünülüyor. Ölümle sonuçlanan bir dolu örneğin dışında başarıyla gerçekleşen trepanasyonların yapıldığını da belirtmekte fayda var, üstelik bundan tam 7 bin yıl önce.
Geçmiş dönemlerde bu işlemin nasıl yapıldığı hâlâ belirsizliğini koruyor olsa da bugün, ameliyat malzemesi olarak kullanılan aletlerin ilkel örneklerinin modernize edilerek kullanıldığını belirtiyor araştırmacılar.