Çocuk psikolojisi dendiğinde karşılaştığımız kaynakların birçoğunda öncelikli olarak anneyi görürüz. Bu kaynaklarla beraber çocuğun bütün gelişim sürecinde her türlü hasarı yahut başarıyı anne tek başına sağlarmış ve bütün sorumlu sadece anneymiş gibi bir algı oluşur.
Evet, anne ve bebek arasında çok özel bir ilişki vardır. Yaklaşık 40 haftalık bir süreci yapışık bir şekilde geçiren anne ve bebeğin birbirlerinden ayrılmaları o kadar da kolay olmaz. Özellikle doğum sonrası ilk birkaç ay anne de bebek de birbirlerine muhtaç haldedir. Dolayısıyla bu dönemlerdeki ilişkileri bebeğin ruhi çekirdeği için büyük bir öneme sahiptir. Ama yine de anne tek başına, çocuktaki bütün oluşumdan sorumlu değildir. Zaten çocuğun oluşabilmesi için de hem anne hem de babaya ihtiyaç yok mudur?
Baba, anne ve çocuk arasındaki bu yapışıklığı ayrışmaya döndüren en önemli unsurdur. Çünkü kadına, anneliği dışında da bir rolü olduğunu hatırlatır. Doğum sonrasında iyice bebeğinin üzerine düşen anneye çocuğuyla ilişkisi dışında başka ilişkileri de olduğunu, dünyanın geri kalan kısmını gösterir. Bu, hem anne hem de bebek için oldukça gerekli bir işlevdir. Baba bu fonksiyonuyla hem kadını anneliğe sıkışmaktan engellemiş olur hem de bebeğin bireyselleşme sürecine destek olur.
Baba, çocuk için kurallara uyumun temsilidir
Bir kadın anne olduğunda, bunu sadece ruhuyla değil vücuduyla yaşar. Mide bulantıları, kusmalar, halsizlik, bel bölgesinin kalınlaşması gibi birçok bedensel değişim kendini gösterir. Kadın hem ruhen hem de bedenen anne olmayı deneyimler. Baba olmak ise, bebeğin doğumundan bir süre sonra başlar. Çünkü bebeği sakinleştiren, ihtiyaçlarını büyük oranda karşılayan birincil ebeveyn figürü annedir. Baba bir süre, anne ve bebeğin arasına giremez. İlk dönemlerde anne ve bebeği arasında çok yoğun bir duygu alışverişi vardır. Baba bu süre zarfında dışarıda kalır. M. Işıl Ertüzün, bu 'dışarıda kalma' sürecinin, babanın kendi çocukluğuna da bir gönderme yaptığından bahseder. Yani baba, anne-çocuk çiftinin dışında kalmaktan rahatsız olur çünkü bu durum ona, çocukken "kendi anne-baba çiftinin dışında kalmasını" hatırlatır.
Aradaki duygu yoğunluğunun yahut babanın, anne-çocuk çiftinin dışında kalmasını birkaç ay boyunca doğal olarak karşılamak mümkündür. Fakat aile kurumunun sağlığı açısından bu gidişe bir 'dur' demeyi çok fazla geciktirmemekte fayda var.
Bizler cinsiyetimiz ne olursa olsun ruhumuzda bir kadın bir de erkek tarafı taşırız. Bu parçaları anne ve babamızdan alır, içselleştiririz. Doğuştan getirdiğimiz kişilik özelliklerimiz, bulunduğumuz çevreyle beraber zaman içinde kimliğimizi oluşturur. Çocuklar için de anne ve babalarının farklı anlamları vardır ve çocuk bu anlamları içselleştirir. Çocuğun annesiyle kurduğu özdeşimden sevgi, şefkat, merhamet duygularını, babasıyla kurduğu özdeşimden de kural, disiplin, çerçeve, otorite kısımlarını içselleştirmesini bekleriz. Anne, çocuktaki esneme payını, baba ise kurallara uyumu temsil etmelidir. Karşılaştığım bir Kızılderili atasözünde bu durum şöyle açıklanmış; "Bebeğini tutan anne bebeğin kulağına: Seni rahatlatacağım diye fısıldar; baba ise çocuğu dağın tepesine çıkarıp şöyle bağırır: İşte bu dünya, ben seni onunla tanıştıracağım." Yani anne daha çok duyguları, baba ise düşünmeyi temsil eder.
Çocuğun babayla karşılaşması önce annesinin gözünden olur. Eğer anne babayı seviyor, ona değer veriyor, ona saygı duyuyorsa çocuk da babasını sevmeye, onu değerli ve saygı duyulması gereken biri olarak algılamaya başlar. Eğer anne, eşine öfkeliyse, ona güvenmiyorsa ve onu aile birlikteliği dışında tutuyorsa, çocuk da babayı kendi ruhi dünyası dışında tutar. Annenin babayı sürecin içine dâhil etmesi yahut etmemesi, büyük oranda eşiyle olan ilişkisine de dayanır. Babanın eşine bütün bakımsızlığı yahut yorgunluğuna rağmen yine de ilgi gösteriyor olması, evin ve bebeğin bakımı gibi işlerde destek olması, bu kabul sürecine destek olur. Ama karı-koca arasında bir gerginlik varsa yahut baba bütün sorumluluğu anneye devreder bir tutum sergiliyorsa, bu hem aile birliği hem de çocuğun gelişimi açısından zarar verici olur.
Baba, çocuğa bağımsızlık yolunu açar
Babanın, anne-çocuk arasına giremediği durumlardan biriyle ilgili olarak, beni çok etkileyen bir yorumdan bahsetmek istiyorum. Bu konuda okuduğum en düşündürücü yorumlardan biri de André Green'e ait. Elda Abrevaya bir makalesinde Green'in; "Doğum yapmış anne için gerçek baba kimdir" sorusunu sorduğunu belirtir. Green'e göre; "Çocuğun babasının kim olduğunun büyük bir öneme sahip olduğunu çünkü bazı kendi annesinden ayrışamayan annelerin, çocuklarının babası olarak kendi annelerini gördüklerini ve bu çocukların anneanne-anne çifti tarafından büyütüldüğünü yani bu çocukların babalarının aslında, anneanneleri olduğunu" ifade eder.
Günümüzde bu annelerin sayısının oldukça fazla olduğu ve maalesef böyle bir yapı içinde yetişen çocukların ilerleyen yaşlarla beraber ruhsal çatışma içine girebileceklerini düşünüyorum. Çünkü çocuk sahibi olmadan önce karı-koca ilişkisinin oturması, bunun üzerine anne-baba rollerinin gelmesi gerekir. Karı-koca arasındaki huzur, birlik ve bütünlük, anne-baba arasındaki uyumu da belirleyecektir. Bir çocuğun sağlıklı bir ruhsal işleyiş içinde büyüyebilmesinin koşulu, hem anne babanın bireyselliklerine sahip olması hem de sahip oldukları bu ilişki içinde kendilerini mutlu hissetmelerine bağlıdır.
Bazı kuramcıların çocuktaki baba algısı ile ilgili değerlendirmeleri oldukça önemlidir. Mesela Freud'a göre çocuğun hayatındaki birincil öneme sahip olan kişi anne olsa da, baba bir otorite figürü olarak vardır. Çocuk, ya onunla kavga eder yahut onun karşısında boyun eğer.
Mahler, Freud'un bahsettiği ve daha yoğun olarak 3-6 yaş aralığında yaşandığını belirttiği bu çatışmalı dönemin öncesine dair bazı değerlendirmelerde bulunur. Mahler'e göre baba, çocukta farklılaşmanın yolunu açar, onu bağımsızlaştırır ve ona yaratıcılık kazandırır.
Bu durumda baba rolünün bir çocuğun hayatındaki yerinin hem otoriteyle hem de dış dünya ile kurduğu ilişki biçimleriyle bağlantılı olacağını söylemek mümkün olacaktır. Bu iki ilişki biçimini biraz daha açarsak;
• Çocuk, baba ile birlikte gerçek dünyanın ve kuralların farkına varır. Babanın kurallarla ilgili tutumu, çocukta hayat boyu karşılaşacağı her otorite figürüyle çatışma yaşaması yahut bu figürler karşısında sessiz kalıp hakkını savunamaması şeklinde kendini gösterebilir.
• Baba, anne ve çocuğun arasına girerek çocuğa alternatif bir ilişki biçimi sunar. Bu 'araya girme' süreci hem anneye kadın kimliğini tekrar hatırlatması hem de çocuğa annesi dışında bir ötekinin de olduğunu göstermesi açısından oldukça değerlidir. Bu ilişkiyle beraber çocuk annesinden ayrışarak daha bağımsız daha yaratıcı ve farklı olana tahammüllü olmayı öğrenir. Çocuğun, babanın da sürece dâhil olduğu bu üçlü birlikteliği kabul etmesi, beraberinde zaman zaman karşılaşacağı yetersizlik duygusuyla baş edebilmesini ve buna rağmen yine de kendini dış dünyaya karşı güçlü hissedebilmesini sağlar.
Fakat bazen anne ve baba rolleri yer değiştirir. Yani çocuk için anne, kuralları, disiplini temsil eder, baba ise koruyuculuğu, şefkati… Mesela baba işten geç geldiği için zamanının tamamını çocuğuyla oynamaya ayırmak isteyebilir yahut bütün gün çocuğuyla beraber olan anneler ise düzenin, kendi istekleri doğrultusunda oluşması için kuralları ve düzeni üstlenebilirler. Bu durumda çocuğun da iç dengesi bozulur. Çünkü özdeşim kurmakta zorlanır. Babasından içselleştirmesini beklediğimiz güç imgesi, çocuğun kendini de güçlü ve güvende hissetmesini sağlar. Babasının disipliniyle karşılaşmayan çocuklar bir yandan kendilerini her şeyi yapabilecek kadar güçlü ama bir yandan da dış dünya karşısında güvensiz hissederler. Özellikle erkek çocuklarında annenin disiplini bir noktadan sonra etkili olmamaya başlar. Bu da beraberinde kontrol edilemeyen dürtüleri, kurallar karşısında düzensizliği ve bazen de çok yoğun korkuları getirebilir.
Bazen de işler her zaman planlandığı gibi gitmez. Anne baba boşanma kararı alabilir, baba vefat edebilir, babanın çok yoğun çalışma saatleri olabilir yahut baba sadece gidebilir. Sebebi ne olursa olsun bu durum çocukta mutlaka bir boşluk oluşturur. Babanın aile içinden ve çocuğun hayatından ne şekilde ayrıldığı yahut uzaklaştığı, çocuğun bu süreci nasıl yaşadığı, çocuktaki boşluğun derinliğini de belirler.• Eğer anne baba ayrılığı varsa baba, anneyle işbirliği yapıp, karısından ayrılmış olsa bile ebeveyn olarak çocuğuyla ilişkisini devam ettirmelidir.
• Eğer anne baba ayrılığı varsa ve baba çocuğuyla hiç görüşmüyorsa, çocuğa karşı babayı kötülemek, suçlamak doğru değildir. Böyle bir durumda çocuğun alternatif bir baba modeliyle karşılaşması daha uygun olabilir. Bu bazen dede, dayı, abi, üvey baba yahut bir öğretmen olabilir. Çocuğun bu kişiyle kurduğu ilişki biçimi de ona, ihtiyaç duyduğu sınır kavramını içselleştirmesi konusunda destek olacaktır.
• Eğer baba vefat etmişse, babayı yok saymak, onun hakkında hiç konuşmamak doğru değildir. Evde babanın bir fotoğrafının olması, zaman zaman babayı anmak; "Bu yemeği baban da çok severdi", "Hatırlıyor musun baban şöyle bir şaka yapmıştı da o zaman ne çok gülmüştük" gibi ifadelerle babanın anılarını canlı tutmak, çocuk için de rahatlatıcı olur.
• Eğer babanın çalışma saatleri çok yoğunsa, anne yine de disiplin sürecini tek başına üstlenmemelidir. Babanın evde var olmaması, çocuğun ruhsal dünyasında da var olmayacağı anlamına gelmez. Bazı durumlarda "Buna ben karar veremem babana sorman lazım", "Baban gelmeden ödevlerini bitirmen gerektiğini hatırlatayım" gibi ifadeler kullanmak yahut sofrada var olmasa bile babaya ait bir sandalyenin olması gibi detaylar, çocuğa, babasının varlığını hissetmesinde yardımcı olacaktır.
Baba dengeli olmalıdır
Cinsiyeti ne olursa olsun her çocuk için baba, güveni ve çerçeveyi temsil eder ama yaşın büyümesi ve cinsel kimliklerin devreye girmesiyle beraber babanın anlamı da zenginleşir. Erkek çocuklar babalarını rol model olarak alırlar. Babaları gibi olmak, ona benzemek isterler. Çatışmalarının yoğun olduğu durumlarda ise asla ona benzememek… Yani çocuğun özdeşim modelini belirleyen temel unsur, çocuğun babasıyla kurduğu ilişki olur. Babanın çok sert, beklentisi yüksek ve aşırı disiplinli olması durumunda çocuk ya babasına boyun eğer, ifade edemese de içten içe çatışır yahut onunla yoğun bir rekabete girer ve sürekli bir kavga halinde olur. Babanın çok yumuşak, çok sevecen ve kuralsız olması durumunda ise çocuk, sınırları tanımaz, her istediği olsun ister yahut kaygı düzeyi çok yüksek olur. Bir erkek çocuğunun babasıyla olan ilişkisinde ihtiyacı olan, bu iki durumun bir denge içinde olması yani zaman zaman çatışsalar da takdir edilmesi ve cesaretlendirilmesidir.
Kız çocukları için babaları, bahsettiğimiz bütün bu anlamlara ek olarak bir de karşı cinsle olan ilişkilerini nasıl oluşturacaklarının da ilk temsilidir. Babanın kızıyla çok yakın bir ilişki içinde olması, mesela ona aşkım diye hitap etmesi, dudaklarından öpmesi, beraber uyumaları, banyosunu babasının yaptırıyor olması gibi durumlar, kız çocuğunun ruhsal gelişimi açısından oldukça zarar vericidir. Aynı şekilde babanın çok mesafeli olması, kızına hiç dokunmaması, ona sarılmaması, onu sevdiğini söylememesi de yine aynı oranda zarar veren bir durumdur. Çünkü çocuğun babasıyla olan ilişkide bir sınır dâhilinde yakınlığa ihtiyacı vardır. Yakınlığın da mesafenin de bir denge içinde olması gerekir. Çocuk bu denge içinde hem babasının onu sevdiğini hisseder hem de onun aşkı olamayacağını, bu aşkın ancak anneye ait olabileceğini görebilir.
Kız yahut erkek, her çocuk babası tarafından sevildiğine, değer gördüğüne, cesaretlendirilmeye ama bunu bir çerçeve içinde yaşamaya ve zaman zaman 'hayır' kelimesini de duymaya ihtiyaç duyar.
Zannediyorum birçoğumuz 'hayır' kelimesini duymaktan hoşlanmayız. Engellenmek, arzularımıza ulaşamamak canımızı sıkabilir hatta öfkelendirebilir. Bu nedenle babalar da engelleyen kişi rolünü üstlenmeyi pek istemezler. Bu durumun, çocuklarının onları sevmesine engel olacağını düşünürler. Hâlbuki çocuklar, babalarından gelecek bu dengeli sınırla, öfkelenseler bile öfkelerini ifade edebildikleri sürece çok daha huzurlu olurlar. Yani özellikle ruhsal güvenliğimiz ve gerçek dünya ile uyum içinde yaşayabilmemiz için bu engelle karşılaşmalı, zaman zaman yetersiz olabileceğimizi kabul etmeli ve tahammül edebilme becerimizi geliştirmemiz gerekir. Ve bu ancak, babanın etkili varlığıyla mümkün olur. O nedenle, anne-çocuk ilişkisi içinde, babalara da yer açmak oldukça önemlidir.