Avrupa'nın ortasında yedi yaşında bir çocuğun şahit olduğu o travmatik manzara. Bacakları kopmuş bir adamın koltuk değneklerine tutunarak cepheden eve dönüşü. 'Barbarlardan yana' saf tutmuş olmanın dehşetli resmi asılıdır çocuğun boynunda. Mağripli bir anne ile cepheden yeni dönmüş Fransız bir babanın getirdikleridir yedi yaşındaki Roje Garodi'nin kalbine düşenler; "Bu dönüş bir sevinç falan getirmiyor. Çünkü babam, bir anlam veremediğim çok fazla acıdan dolayı asabi. Annem bizi aç bırakmamak için günlük savaşına başlıyor. Bu yoksulluk, soframızı ve binlerce başka sofrayı kemiriyor. Gazeteler ona enflasyon diyorlar. Anlamadığımız ama bizi korkutan bir hastalığın veya bir kâbusun adı bu enflasyon. Evin duvarları arkasında başka bir savaşın yankılarını işitiyoruz. Bir yandan sıkıntı ve feryatlar, öte yandan üniformalar ve silah sesleri. Tarih kitaplarında bunlardan bahsedilirken, '1920 grevleri' deniyor. Yedi yaşımdayım ve tüylerim diken diken… Bunlardan korkmak mı yoksa umutlanmak mı gerekiyor diye bilmek için babamın yüzüne bakıyorum. Babam hiçbir şey demiyor. Daha sonra on yaşıma geldiğimde, 'enflasyon' bütün meyvelerini veriyor: ortalıkta dişlerini gıcırdatan, iflas etmiş eski zenginler; eğlence ve sefahatle kokuşan yeni zenginler ve yumruklarını sıkan ebedi yoksullar. Bize anlattıklarına göre, 1917'de Avrupa'nın doğusunda aç bir canavar dünyaya gelmiş; küçük çocukları yiyormuş. Her sokakta dişleri arasında bıçağıyla bir adamı gösteren afişler bizi dehşete düşürüyor. Gazeteler güneyde de ürkütücü şeylerin olduğunu yazıyor: Abdulkerim Fas'ı, Dürzîler Suriye'yi istila etmiş. Bizler biz çocuklar, insanların bizzat kendi ülkelerini nasıl istila ettiklerini anlamıyoruz. Gazeteler bu isyanlardan barbarlığın uyanışı diye söz ediyor. Belli belirsiz bir şekilde, kendimi barbarların yanında hissediyorum. Onların kanına sahip olduğumu sanıyorum."
Uygarlığın maskesini düşüren adam
1913 Marsilya. Yoksul bir işçi ailesinin çocuğu olarak Büyük Cihan Harbi arifesinde gözlerini dünyaya açan bir çocuk. İlerde dünyaya söyleyeceği o kurşun gibi ağır sözleri heybesinde biriktiren dev bir çocuk. Marsilya'da başlayıp, Paris'te sona erecek yüzyıllık buzkıran bir ömrü; harekete, mücadeleye ve kavga etmeye vakfetmenin vücut bulmuş hali. Uygarlığın maskesini, vatandaşı olduğu özgür Fransa'da defalarca düşüren, zarif ve onurlu elleriyle yazdığı idam fermanlarını Batı uygarlığının sahte kapılarına asan ve henüz 20 yaşındayken üstat olarak seçtiği Don Kişot gibi, büyük insanlık ailesi için yeryüzünün bütün değirmenleri ve değirmencileriyle tek başına korkusuzca savaşan bir adam. 'Batı bir kazadır' dediği günden beri ölü bir filozof, ilahi mesajlar toprağı Filistin'i savunurken haykırdığı anti-siyonizm parolasından beri 'büyük inkârcı' ve 'Rönesans Avrupa'nın ölüm fermanıdır' dediği andan itibaren 'ebedi yalnız'dır. Bunların hiç birini umursamayacak ve hakikati arayış yolculuğunda kendi sözünün peşinde yürümeye devam edecektir Garodi.
Protestan bir militan olmasına rağmen 20 yaşındayken Fransız Komünist Partisi'ne girerek dünyayı daha güzel ve daha âdil bir yer yapmak için çalışmaya başladığında aklında tek bir şey vardır; kapitalizmin ağır tahakkümü altında ezilen insanlara umut ışığı olabilmek! Eşitlik, özgürlük ve adalet temelinde yeni bir dünya inşa etme fikrine inandığı için komünist saflardadır, ilerleyen yıllarda "Beni komünist yapan ne ise Müslüman yapan da odur" sözleriyle hatırlanacaktır zaten. Komünist ideallerle çıktığı yolda siyasi kariyerinde hızla yükselerek Fransız Komünist Partisi'nde önemli bir simge haline gelse de, Sovyet tanklarının Prag'a girişine sessiz kalamayışı, partiyle arasında oluşan uçurumu büyütecektir. Uzun yıllar boyunca o ideolojik uçurumun içinden bakacaktır kendi kalbine Garodi. 20'nci yüzyılın en önemli filozoflarından biri olmayı uçurum kenarlarında korkmadan dolaşmaya borçludur zaten.
Garodi II. Dünya Savaşı çıktığında Fransız ordusunda askerdir. Fransa'nın Hitler'le işbirliği yapmasını protesto edince, 1940 Eylül'ünde Mareşal Petain tarafından tutuklanarak savaş bitene kadar, Cezayir sahrasındaki Celfa bölgesinde bir askeri kışlada tutuklu olarak kalmıştır. Tutukluluğu sırasında liderliğini yaptığı bir isyan girişimi sonrasında hızlıca idamına hükmedilmiş ve bu hükmü infaz etme görevi Cezayirli Müslüman askerlere verilmiştir. Emre uymayarak, silahsız ve sivil bir insana ateş etmeyi reddeden Müslüman askerlerin ahlak anlayışları, Garodi'yi derinden sarsmıştır. Roje Garodi'nin İslam'la ilgili ilk fikirleri, gençlik yıllarında yaşadığı, hayatta kalmasına sebep olan ve ömrü boyunca unutamayacağı bu önemli olay vesilesiyle oluşmaya başlamıştır. Rus yazar Dostoyevski gibi kurşuna dizilmek üzereyken, ölüme ramak kala son anda hayata tutunan Garodi, serbest bırakıldıktan sonra Cezayir'de kaldığı süre boyunca, ilk olarak; Müslüman Âlimler Birliği Başkanı Şeyh Beşîr el-İbrahimî ve İbrahimî'nin odasındaki duvarda asılı duran resmiyle dikkatini çeken büyük sûfi mücahit Emir Abdülkadir gibi Müslüman şahsiyetleri tanımıştır. Müslüman olmasına giden yolun ilk önemli işaret fişekleridir bunlar. 1982 yılında 69 yaşındayken Libya'da şahitler huzurunda ihtida ettiğini açıkladığında dünya kamuoyu bu haberle çalkalanmıştır. İslam'ı kabul etmesinin ardından, entelektüel okurların tercih ettiği Fransızların meşhur Le Monde gazetesinde neden Müslüman olduğunu anlatan bir makale yayımlayan Roje Garodi gerekçelerini şu sözlerle anlatacaktır: "İslam, çağları arkasından sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yani, İslam dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tabi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi, değiştirildi. Kuran-ı Kerim ise indirildiği günden beri her zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır"
Roje Garodi'nin çığlıkları
Müslüman olmasının ardından Garodi için sükût suikastlarıyla birlikte, zor günler de başlamıştır. 1996 yılında yazdığı büyük tartışma yaratan anti-siyonizm temelli İsrail: Terör ve Mitler kitabı, Fransız mahkemeleri tarafından basım yasağı, ertelenmiş hapis ve para cezası gibi adeta yazarını lanetleyen hükümlerle karşılanır ve siyonist lobilerin baskılarıyla, radyo, televizyon, gazete ve dergilerde açık ve ağır bir sansüre maruz kalır. Konuşma yapması, yazı yazması, röportaj vermesi yasaktır artık. Bütün kapılar yüzüne kapatılır. İsrail emperyalizmi tarafından lanetlense de, yine de doğru bildiğini söylemeye devam edecektir. Dünyaya şu sözlerle seslenir Garodi; "Düşmanımı değiştirmedim, yalnızca siperimi değiştirdim."
Garodi'nin Siyonizm'in mitleri hakkında yazdığı bu kitapla birlikte daha da katmerlenen yüzyılımızdaki yalnız yolculuğu, arayışlarla, Batı medeniyetinin dünyadaki yegâne medeniyet olmadığını ispatlamakla, fikrin namusunu taşımakla, kendi sözünün peşinden gitmekle, hakikatin sancısını çekmekle ve düşüncenin çilesine talip olmakla geçti. Cesur ve yalnızdı. Bu hiç değişmedi. Uzun arayışlar sonunda ruhunu tutuşturacak iman ateşini bulan Garodi; "Daha fazla yapamadım, teslim oldum" diyecekti. Teslim olmuş ve yalnızlığını iman ateşiyle harlamıştı ama yalnız olmadığını çok iyi biliyordu. "Yalnızlığım, bana yalnızlık gibi görünmüyor. Sûfîlerin, yani bütün zamanların en büyük şairi Mevlâna Celâleddin Rûmî'den, Müslüman İspanya'nın keşif adamı Mürsiyeli İbnü'l Arabî'ye ve onun aşk destanına kadar, İslam'ın deruni hayatının manevi efendilerinin varlığıyla dopdoluyum."
İslam'ı çağları aydınlatacak, ruhları tutuşturacak ve kalpleri huzurla dolduracak bir inanç sistemi, hayatın ritmini düzene sokacak bir ölçü ve çağlar üstü bir esaslar bütünü olarak görüyordu Garodi. İman sahibi olmakla sorumluluk sahibi olmanın aynı şey olduğunu söyleyerek, insanlığın kurtuluş reçetesini yazmak için tüm zamanlara seslenen o tükenmeyen anlamın yegâne kaynağı Kuran'dan başka gidecek yolumuzun olmadığının altını çiziyordu. İnsanlığın sorunlarına evrensel bir bakış açısıyla Kuran merkezli çözümler üretmek ve çağın sözünü söyleyecek olan Müslümanları zihnen bu duruma hazırlanmak için son nefesine kadar konuştu, anlattı, çırpındı ve yazdı. Hiç durmadan yazdı. Bildikleriyle amel ederek, okuduklarını yaşantısına katık ederek ve fikirlerini eyleme dökerek yürüdü. İslam'ın Fransa'dan yükselen en haysiyetli çığlığı oldu. Yaşama yani ölüme bakışı da aşk ve iman doluydu; "Ben ölümü hayatı sevdiğim aşkla seviyorum. Çünkü ikisi bir bütün eder. Ölüm bir sınır, yaşamın inkârı değildir. Tersine, ölüm hayata en yüksek anlamını kazandırır. Kendi ölümüm hep idealimin kişisel bir ideal olmadığını hatırlatır. Ben ancak beni aşan bir ideale katılıyorsam insanımdır."
İradi olarak tercih ettiği ve bedelini fazlasıyla ödediği zorlu hayatı boyunca; keşfetti, üretti, düşündü, sorguladı ve aradı. Var olduğu müddetçe hakikatin sancısını ve fikrin çilesini çekti. Ötekilerin sesi, gerçeğin nefesi ve mazlumların yoldaşı oldu. Bir asırlık hayatı, yani yüzyılımızdaki yalnız yolculuğu 14 Haziran 2012 tarihinde son bulduğunda geride; İslam'ın çağlar üstü kuşatıcı mesajını anlamak ve anlatmakla geçmiş; dolu, aşkın, çileli bir ömür, sayısız telif eser ve İslam dünyasının duymasını istediği 'çığlıklarını' bıraktı. İçinde bulunduğu çevreler tarafından mahkûm edilmeyi, inkâr edilmeyi, nefret edilmeyi ve tahkir edilmeyi göze alarak, entelektüel konforun değil, hakikatin peşinde olmayı seçen Roje Garodi'nin 'çığlıkları' elbette bizimdir. Roje Garodi'nin kitaplarını Fransızca orijinalinden dilimize, değerli mütercim Cemal Aydın çeviriyor. Türkçe okuyanlar için ne büyük bir imkân ve şans. Geleceğimizde İslam Var isimli şaheser kitabıyla başlayarak Roje Garodi'nin çığlıklarına eşlik etmek boynumuzun borcudur.