İsrail, varlığını uzun yıllardır küresel sistemde "mağdur ve madun" bir kimlik üzerine inşa etti. Ancak, 2023 yılında başlattığı soykırım ile bu mağduriyet
politikası geçerliliğini yitirdi ve uluslararası kamuoyunda "bebek katili bir devlet" olarak anılmaya başladı. Bu olumsuz imajı değiştirmek amacıyla İsrail, çeşitli stratejiler geliştirdi. Bu stratejilerin başında, Yahudi aileleri ve bireylerinin kişisel hikayeleri üzerinden "Yahudileri insanlaştırma" ve böylece mağduriyet anlatısını yeniden canlandırma çabası yer alıyor. Bu doğrultuda, İsrail'in küresel medya ve eğlence endüstrisini aktif bir şekilde kullanarak Yahudi karakterleri ve hikâyelerini popüler kültür ürünlerine entegre etmeye yönelik projeler geliştirdiği görülüyor. Bu stratejinin somut örneklerinden
biri, Netflix Türkiye'de yayımlanan son Netflix orijinal dizisi Adsız Aşıklar'da gözlemleniyor. Dizinin genel bağlamıyla doğrudan bir ilgisi olmamasına rağmen, bir bölümün yalnızca Yahudi bir aile ve bireylerine ayrılması dikkat çekiyor. Bu tür içeriklerle Netflix, İsrail'in küresel ölçekte olumsuz
imajını düzeltmeye ve "bebek katili devlet" algısını değiştirmeye yönelik bir medya stratejisi yürütüyor.
İsrail, 1948'deki resmî kuruluşundan önce ve sonra, ABD ve Avrupa devletlerinin desteğiyle Orta Doğu'yu istikrarsızlaştırarak kendi güvenliğini sağlamak adına bölgeyi kana buladı. Ancak bu süreci yürütürken, kendisini "mazlum ve korunması gereken bir halk" olarak göstererek küresel kamuoyunun bilinçaltına ve psikolojisine etki etmeyi hedefledi, böylece sempati kazanmayı başardı. İsrail, sinemanın ortaya çıkışından itibaren, özellikle 1910'lardan sonra, Yahudi tarihini ve Yahudilerin tarih boyunca yaşadığı sıkıntıları görsel sanatlar aracılığıyla uluslararası kamuoyuna sundu ve kendisini "mazlum" olarak konumlandırma stratejisi izledi. Daha sonra, Holokost'un küresel hafızadaki yerini pekiştirerek Avrupa'yı kendisine borçlandırdı ve Holokost sinema endüstrisini oluşturdu. Nazilerin gerçekleştirdiği soykırımın ardından, Yahudi devletinin korunması ve desteklenmesi gerektiği fikrini yaymak için bu endüstriyi etkin bir araç olarak kullandı.
"Mazlum ve mağdur" bir aktör söylemi
Özellikle Hollywood ile kurulan güçlü bağlar sayesinde, Holokost temalı filmler sinema sektöründe önemli bir yer edindi, bu filmler sayısal olarak öne çıktı ve Oscar ödülleri gibi prestijli platformlarda sıkça ödüllendirildi. Araştırmalara göre bugüne kadar Holokost ile ilgili 182 sinema filmi ve 116
belgesel çekildi. Bu yapımlar, İsrail'in uluslararası kamuoyundaki "mağdur ve mazlum halk" imajını pekiştirmeyi amaçlıyordu, aynı zamanda Filistin ve çevresindeki askeri operasyonlarının küresel düzeyde normalleştirilmesine katkıda bulundu. Tarihsel süreç boyunca İsrail, siyaset, medya ve
ekonomi alanlarındaki stratejilerini bu anlatı çerçevesinde şekillendirdi. Küresel algı yönetimi açısından, "mağduriyet" söylemi, İsrail'in uluslararası ilişkilerde meşruiyetini güçlendiren temel unsurlardan biri haline geldi. Bu doğrultuda, İsrail'in en önemli stratejilerinden biri, küresel siyasette "mazlum ve mağdur" bir aktör olarak konumlanmayı sürdürmek oldu.
Güç ve hak ikilemi, mazlum olarak görülen tarafın doğal bir avantaja sahip olduğunu ima eder. Toplumlar, bebeklere, çocuklara ve savunmasız hayvanlara karşı hissettikleri merhamet duygusu nedeniyle, mazlum olarak lanse edilen gruplarla da duygusal bağ kurarlar. Zayıf ve muhtaç olanlarla
ilgilenmek, bireylerin kendilerini ahlaki olarak büyük hissetmelerini sağlar. Mazlum konumunun getirdiği bu psikolojik ve nörolojik mekanizmalar o kadar güçlüdür ki, mazlum olarak kabul edilen tarafın hatalı ya da zalim olabileceğine inanmak neredeyse imkansız hale gelir. Bu kavram, Avrupa'da ortaya çıkan "mazlumun saflığı" felsefesiyle özdeşleştirilebilir. Fransız varoluşçu düşünür Jean-Paul Sartre, doğru ile yanlış arasındaki ayrımın yalnızca dezavantajlı olan tarafın perspektifinden ele alınmasını önermiştir. Bu yaklaşım, "ezilen" olarak algılanan tarafın her türlü eyleminin otomatik olarak meşrulaştırılmasını beraberinde getirir.
Tarihsel olarak, hatta devletleşme öncesinde bile İsrail, güçlü bir şekilde "ezilen" (underdog) konumunu koruyordu. Bir dizi dramatik olay, İsrail'in "Bölgesel Davut" olarak konumlandırılmasını pekiştirdi. Arap/Filistin liderliğinin herhangi bir siyasi uzlaşmayı kabul etmeyi reddetmesi, 1937 Peel Komisyonu ve 1947 BM Bölünme Planı, Arap dünyasının "ezilen" statüsünden yararlanmasını engelledi. Bunun yerine, Araplar hızla "Bölgesel
Golyat" haline geldi. Holokost'un korkunç etkilerinin ardından, İngiliz Mandası'nın Yahudi mültecileri kabul etmeyi reddetmesi geldi. 2 Aralık 1945'te, yeni kurulan Arap Ligi, Filistin'deki Yahudi toplumuna karşı kapsamlı ve agresif bir ekonomik boykot başlattı. 1967 Hartum Kararı ve içindeki "Üç Hayır" (İsrail ile barış yok, İsrail'i tanıma yok, İsrail ile müzakere yok) ilkesi, İsrail'i 1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı gibi jeopolitik krizlere sürükledi. Ancak bu süreç, İsrail'in "ezilen" konumunu daha da güçlendirdi.
"Ezilen" ve "mağdur" imajının çöküşü
Bu "ezilen" konumu, İsrail'e BM'nin 1947 Bölünme Planı oylaması öncesinde uluslararası aktörlerin desteğini sağladı. Ayrıca, önemli askeri figürlerin,
Hollywood'un ikonik yıldızlarının ve büyük hayırseverlerin desteğini çekerek, İsrail'in sivil, eğitim ve ekonomik altyapısının inşasına büyük katkı sundu. İsrail, Lübnan'ı işgal etme kararı aldığında, bunu Filistin Kurtuluş Örgütü'nün saldırılarına – özellikle de İsrail'in Londra Büyükelçisini hedef alan suikast girişimine – bir yanıt olarak gerekçelendirmişti. Ancak, İsrail içinde bile tartışmalı bulunan bu hamle, ülkenin "ezilen" statüsüne vurulan ilk darbe oldu ve bu durum günümüze kadar süregeldi. 1987'deki Birinci İntifada, 2000'deki İkinci İntifada ve Filistinlilerle yaşanan periyodik çatışmalar, Filistinlilerin "ezilen" olarak algılanmasına yol açtı ve İsrail'i kötü haberlerin merkezine yerleştirdi.
Ancak 7 Ekim 2023'te Filistin'de başlattığı soykırımın ardından, İsrail'in geleneksel medya ve iletişim sistemleri aracılığıyla inşa ettiği "mazlum, zavallı ve mağdur" algısı, dijital çağın getirdiği sosyal medyanın merkezsizleşmesi ve her bireyin bir medya aracına dönüşmesiyle büyük ölçüde çöktü. Bu dönüşüm sonucunda, İsrail'in uzun yıllar dış politika aracı olarak kullandığı "mağdur" söylemi, 2023 yılında başlattığı soykırımla birlikte tamamen çöktü. Artık küresel kamuoyunda "mazlum" olarak değil, bir savaş suçlusu ve işgalci güç olarak algılanıyor. Özellikle sosyal medya platformlarında
hızla yayılan görüntüler ve bireysel medya kullanıcılarının paylaşımları, İsrail'in uluslararası itibarına ciddi zarar verdi. Çünkü tüm insanlık, "insanın kendisini" hedef alan bu yapının gerçek yüzünü gördü.
Her bireyin bir medya aracı haline gelmesi, dijital platformların sahiplerinin kendi elleriyle oluşturduğu algıyı tersine çevirdi ve İsrail'in küresel itibarına
büyük zarar verdi. İsrail, bu algıyı düzeltmek amacıyla yeni stratejiler geliştirmeye çalışıyor. Google ile yürüttüğü Proje Nimbus bunlardan biri
olsa da en büyük stratejisi yeniden "mazlum ve mağdur" rolüne bürünmek. Bunu da dijital platformlardaki diziler, filmler ve videolar aracılığıyla "insanlaştırma" hikayeleri üzerinden gerçekleştiriyor. Bu stratejiyi desteklemek için algoritmalar, filtre baloncukları ve trend mekanizmaları aracılığıyla
belirli içerikleri ön plana çıkarıyor, bazı içerikleri ise görünmez kılıyor. Böylece kamuoyunun algısını yönlendirmeye çalışıyor. Bu sistem, İsrail'in küresel imajını yeniden şekillendirerek uluslararası arenada meşruiyetini güçlendirme ve kamuoyundaki destek oranını artırma hedefinin
bir parçası haline geldi.
İsrail'in imaj yönetimi: Netflix örneği
Dijital platformlar, devletlerin küresel algılarını yönetmek ve uluslararası kamuoyundaki imajlarını şekillendirmek için önemli araçlardan biri hiline geldi. Bu bağlamda, Google ve İsrail arasında imzalanan 1,2 milyar dolarlık "Nimbus Projesi" anlaşması, bu teknolojik iş birliğinin en çarpıcı örneklerinden biri olarak öne çıkıyor. Nisan 2021'de imzalanan bu anlaşma kapsamında İsrail ordusu ve hükümeti, Google ve Amazon'un sağladığı gelişmiş yapay zekâ teknolojilerinden yararlanarak Filistinlilere yönelik sistematik ayrımcılığı ve hak ihlallerini daha organize bir şekilde uygulama kapasitesine sahip oldu. Bu proje, dijital teknolojilerin İsrail lehine olacak şekilde algı yönetimi stratejilerinde nasıl kullanıldığını gözler önüne seriyor.
Google'un yanı sıra, Netflix'in de İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının ardından bozulan uluslararası imajını düzeltmeye yönelik stratejiler geliştirdiği
gözlemleniyor. Dünya genelinde 270 milyon, Türkiye'de ise 4 milyon aboneye sahip olan bu dijital platform, küresel ölçekte en büyük video izleme
hizmetlerinden biri konumunda.
Platformun 24. orijinal Türk dizisi Adsız Aşıklar (Ocak 2025), Türkiye'deki içerik politikaları ve kültürel etkileri üzerine yeni tartışmaları beraberinde getirdi. Özellikle dizinin Yahudi bir ailenin yaşamına odaklanan bölümleri, İsrail'in 7 Ekim 2024'teki Gazze saldırısı sonrası bozulan küresel
imajını yeniden inşa etme çabası olarak yorumlanıyor. Netflix'in yakın zamanda kütüphanesinden 32 Filistin yapımı filmi gerekçesiz şekilde kaldırması ve algoritmalarının İsrail yanlısı içerikleri öne çıkardığına dair iddialar, bu yorumları destekleyen unsurlar arasında yer alıyor. Adsız Aşıklar dizisinde Yahudi bir ailenin merkeze alınması, Netflix'in İsrail'in küresel algısını iyileştirme stratejisinin bir parçası olarak değerlendiriliyor.
Dizide Yahudi kimliğinin temsili ve algı yönetimi
Dizinin en dikkat çekici unsurlarından biri, Yahudi bir ailenin yaşamına odaklanan bölümleri. Özellikle 6. bölümde, Yahudi bir gencin Müslüman bir
kıza âşık olması ve ailesinin bu ilişkiye şiddetle karşı çıkması ele alınıyor. Yahudi aile, Müslüman bir gelini kabul etmenin toplulukları için bir tehdit oluşturacağına inanıyor ve bu ilişkiye karşı çıkıyor.
Dizide Müslüman bir kızla evlenmenin Yahudi toplumunda ölümle sonuçlanabilecek kadar büyük bir sorun olarak yansıtılması ve nihayetinde
Yahudi gencin, Müslüman kızla yaşadığı ilişkiye rağmen Yahudi bir kadınla evlenmesi, belirli bir anlatıyı destekleyen bir kurgu olarak görülüyor. Bu durum, Netflix'in İsrail'e yönelik eleştirileri yumuşatma ve İsrail'in küresel imajını güçlendirme amacı taşıyan bir propaganda unsuru olduğu yönündeki iddiaları güçlendiriyor.
Dizide Yahudilerin "sıradan" ve insani hikâyeler üzerinden sunulması, izleyicinin bilinçaltında "soykırımcı" İsrail imajını normalleştirme ve
duyarsızlaştırma çabası olarak değerlendiriliyor. Türk isimleri taşıyan, Türk kültürel kodları içinde sorunsuz bir şekilde yer alan Yahudi karakterlerin varlığı, bu algı yönetimi stratejisinin bir parçası olarak görülebilir.
Ekim 2023'ten itibaren küresel kamuoyunda "bebek katili" olarak anılmaya başlayan İsrail'in, bu olumsuz imajını düzeltmek için çeşitli stratejiler geliştirdiği açık. Eğer bu sürecin farkında olmazsak, bir Netflix dizisinde veya Google'ın algoritmik veri yönlendirmelerinde, İsrail'in dezenformasyon politikalarının bir ürünü olarak, Filistinlilerin 40 bebeğin kafasını kestiği ve cesetlerini gömdüğü şeklindeki temelsiz ve manipülatif iddiaların bir belgesel ya da dizi formatında sunuluşuna tanıklık edebiliriz.
İsrail devleti, medya ve dijital platformlar aracılığıyla küresel algıyı yönlendirme konusunda oldukça stratejik ve hazırlıklı bir pozisyonda. Bu nedenle,
algı yönetimi politikalarını fark etmek, dezenformasyonun önüne geçmek ve gerçek bilgiye ulaşabilmek için medya okuryazarlığını geliştirmeli, eleştirel düşünme becerilerini güçlendirmeli ve daha fazla okumalıyız.