3 sütun
Mehmet Öztekin
Gramofon tamircisi
Gramofon
Ben her usta gibi işini yapan bir ustayım. Farkım, işimi çok severek yapmam. Yedi yaşımda babamın yanına çırak olarak başladım gramofon tamirine. Bizde okullar tatile girdiği zaman çocukların sokakta oynamalarına izin verilmezdi. Mutlaka çocuklar bir ustanın yanına çırak olarak verilirdi. Anne babaların çocuğun getireceği bir kuruşa ihtiyaç duydukları için değil, okul eğitiminin yanına bir de meslek eğitimi alsınlar diye. Okul eğitiminden ekmek yemedim, mesleğimden ekmek yedim. 50 küsur senedir de Kapalıçarşı'da gramofon tamir ediyorum.
Çocuklarımı büyüttüğüm yıllarda ekmek kavgası içeresindeydim. Daha sonra şu gramofon nerede çaldı, kime çaldı, bu iğne bu plağın üzerinde gezerken neler anlattı, bunları duymaya, hissetmeye başladım. Her gramofonun bir kitap olduğunu fark ettim. Tamir ettiğin çamaşır makinesi değil, gramofon. Gramofonun içerisindeki müziğe ve baktığım zaman gördüğüm estetiğe hayran oldum. Dolayısıyla gramofonla ekmek bağlantısı değil de duygusal bağlantı kurdum.
Benim için hayatımda ilk sırada eşim, ikinci sırada gramofonlarım, üçüncü sırada ise çocuklarım gelir. Neden diye soracaksın ama bunu anlatmak öyle kolay değil. Örnekle anlatayım; 64 yaşımda akciğer kanseri oldum. Allah bana bir hastalık verdi, sonra da aldı. Bir ameliyat geçirdim. Akciğerimden altı santim kadar bir parça aldılar. Ameliyattan bir haft a sonra taburcu oldum. Eşime dedim ki önce beni dükkânıma götür. Burası benim terapim. Her tamirde en az yedi sekiz plak çalıyorum. Yaşadığım bozulmuş, küfl enmiş toplumun içerisinde sığındığım başka bir dünya. Ben bu dükkânı kaç zamandır emekli maaşımla götürüyorum, Allah sağlık verdiği sürece dükkânı bırakmayacağım. Gramofon, üzerinden belki 150 sene geçmesine rağmen bugünkü teknolojiye karşı asil duruşunu muhafaza ediyor.
Betül Kayahan
Yazar
Dinamit
Dinamitin mucidi Alfred Nobel İsveç'te ilk denemeleri gerçekleştirirken küçük kardeşi Emil de ona yardımcı olmaktadır. Bir gün nitrogliserin üzerinde çalışırlarken bütün şehri silkeleyen çok büyük bir patlama gerçekleşir ve Emil hayatını yitirir. Stockholm polisi, hadisenin ardından Alfred'i sorguladığında; "Bir patlayıcı maddenin insan hayatına mâl olmadan çıkarılması mümkün değildir" cevabını aldıklarında bu soğukkanlı cevap karşısında dehşete düşerler. Kardeş katili diye anılması dahi onu dinamit üretmekten alıkoyamaz. Batılı ülkelerin tünel ve yol çalışmalarında kullanılmak üzere peş peşe verdiği dinamit siparişleri sonucu servetini büyüten Nobel, meşhur silah fabrikası BOFORS'u satın alır. Sattığı dinamitlerle insanların ölmesi bir yana, barış için de kafa yormaya başlayan Nobel bu paradoksu şöyle açıklar; "Barışın yolu silahsızlanmaktan geçmez. Benim fabrikalarım savaşı barış kongrelerinden daha çabuk bitirir. İki düşman ordunun birkaç saniye içerisinde birbirini mahvettikleri gün bütün medeni milletler harpten nefret edecek ve silahları bırakacaklardır." Bütün servetini dinamite borçlu olan biri için bu durum gayet anlaşılır değil mi zaten? Nobel ödülleri projesiyle kendisine atfedilen ölüm taciri etiketinden kurtulup aklanabildi mi dersiniz? Öte yandan bu ödüllerin bazı sponsorlarının ABD'de bulunan silah şirketleriyle bağlantılarının bulunmasını ve bir zamanlar Nobel'in sahibi olduğu BOFORS silah devinin bugün hâlâ Nobel ödüllerinin verildiği İsveç'teki en büyük silah şirketi olması gerçeğini de es geçmeyelim. Nobel Barış Ödülleri'nin isabetsiz isimlere verilmesi de bu açıdan beni hiç rahatsız etmiyor doğrusu. Zaten "Barış" diye en çok bağıranlar değil midir hep barışın altına dinamit döşeyenler.
Ümit Gurbanov
Tercüman
Tercüme
İnsanlığın en kadim geleneklerinden biri olsa gerek tercüme. Her ne kadar günümüzde "bir dilden bir başka dile çeviri" mefhumuna sıkışıp kalsa da, aslında her insan mütemadiyen bir başkasını -bazen duygusunu, bazen düşüncesini- tercüme eder. Denebilir ki, anlamak, tercüme etmektir; dolayısıyla tercüme etmek için önce anlamak gerekir. Cümlenin ritmini hissetmek gerekir, sözcüğün ağırlığını tartmak gerekir; bunlar yapılmadan, sadece harflerine bakılarak tercüme edilen bir metin bize çok az şey söyler. Nasıl ki bir insanın ne dediğinden ziyade nasıl dediği mühimse, aynı hassasiyet önümüze konulmuş bir pasajın yapısı için de geçerlidir. Peki, çok mu önemlidir bu iş? Şöyle diyelim o hâlde, bizler sadece tercüme eden tarafta değilizdir, tercüme edilen tarafızdır da. Kendimizi anlatamadığımız, ne yaparsak yapalım eksik anlaşıldığımız anların çoğunda kötü bir tercümanın elindeyizdir aslında. Bundandır ki her insan bir parça tercüman olmaya, bir parça da tercüme edilmeye muhtaçtır.