İlhami Atalay: SANAYİ VE TEKNOLOJİDEN EVVEL KÜLTÜREL İHTİLAL GERÇEKLEŞMELİ

SANAYİ VE TEKNOLOJİDEN EVVEL KÜLTÜREL İHTİLAL GERÇEKLEŞMELİ
Giriş Tarihi: 24.01.2025 20:30 Son Güncelleme: 24.01.2025 20:31
Eski medeniyetlerden modern toplumlara kadar her kültür kendine ait bir estetik algısına sahip ve bu duygu büyük eserlerden toplumların gündelik hayatlarına, giyimlerine, beğenilerine ve fiziki görünümlerine kadar yansıyor. Bu çeşitlilik varlığını sürdürürken yeni çağda toplumların estetik algısının birbirine yaklaştığı, insanların ortak beğenilere sahip olduğu görülüyor. Lacivert’in bu sayısında estetik ve güzelliğin toplumlar için neden önemli olduğunu, kültürler arasında estetiğin nasıl farklılaştığını ve son dönemde tek-tipleşmeye başlayan estetik zevk ve algısını ressam İlhami Atalay ile atölyesinde konuştuk.

Bugün toplumda insanların ve daha ötesi sanatçıların estetiğe yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir sanatçı olarak sizin gözünüzde estetik ve güzellik nedir anlatır mısınız?

Estetik bir milletin tarihi, kültürel birikimi, sosyolojisi, inancı sonucunda oluşan bir güzellik anlayışıdır. Estetik bir tarihe damgasını vurur. Savaşlarla ya da başka sebeplerle diğer milletlerle tanışıyorsunuz, onların kültürlerine temas ediyorsunuz. O kültürel etkileşim sonucunda sizin medeniyetinizde de kültürünüzde de estetiğinizde de değişiklikler olabiliyor. Mesela Dolmabahçe Sarayı Barok kültürüyle yapılmış, Avrupa'dan gelmiş. Zamanla değişim yaşasa da bir güzellik anlayışı asırlar boyunca devam ediyorsa bu bir estetiktir.

Estetiği sanatkârlar ortaya koyar, millet benimser, zaman benimser ve çağa damgasını vurur. Estetik böyle gelişir. Bir estetik duygusu ve anlayışı oluşturmak öyle kolay bir şey değil. Yani, benim ortaya koyacağım bir estetiği millet benimseyecek ve çağlar boyunca da o estetik benimsenecek. İşte o zaman yeni bir estetik doğmuş olur.

Kültürlerde estetik neden farklılaşıyor? Batı'nın estetiği ile Doğu'nun estetiği nasıl ayrışıyor?

Bir kimlik nasıl oluşur, onu anlamak lazım. Bir insanın kimliği tarihiyle, kültürüyle, inancıyla, davranış biçimleriyle oluşur. Biz de tarihin kazanımlarıyla bir medeniyet oluşturmuşuz ve kimliğimiz öyle şekillenmiş. İnsanın bugün sahip olduğu ne varsa o kültüre, o tarihe göre şekilleniyor. Dolayısıyla farkı anlamak için önce kültürlere bakmak lazım. Batı kültürü ile bizim kültürümüz arasında temel bir fark var. Kültürler arasındaki bu farklılık inanç farklılığından kaynaklanıyor. Eski Yunan'dan gelen Batı kültürü hümanizme dayanıyor. O kültürde insana tapınıldığında, her şey insani ölçülere dayandığında bu sanata ve estetiğe de yansır. O zaman bedene dayanan bir sanat tarzı ortaya çıkar. Eski Yunan sanatındaki anlayış nedir? En güçlü sanat eseri, en güzeli insan bedenidir. Bütün Rönesans, bedene dayalıdır. Roma'ya gidin, bütün kiliseler çıplak insan figürleriyle doludur. Her şey insana dayandığı, insan Tanrılaştırıldığı için de bedene dayalı bir estetik ortaya çıkıyor. Onların estetiği bu inançtan gelişmiş.

Bizim eski Şaman kültüründe mesela balballar dikiyorduk. İnançlarımıza, göçebe kültürümüze göre başka geleneklerimiz, âdetlerimiz vardı. Sonra İslam'la şereflenince, putperestlik yasak olunca, her şeyin üstünde Allah inancı olunca, Allah'ın ve peygamberin resmini yapmak yasak olunca bizim farklılığımız ortaya çıkmaya başladı. Yani Hristiyan kültüründen farklı bir estetik, çok daha bambaşka bir estetik gelişti.

Bizim inancımız metafizik, yani soyut bir inanç. Soyut bir inancın felsefesi de herhalde dış dünyayı taklit etmek yerine insanın iç dünyasına dönmesine dayanacaktır. İslam'ın inancıyla bağ kurabilen, İslam'a ters düşmeyecek ve İslam'ın fizik ötesi dünyasını bilen, İslam'ın anlayışını yansıtabilen eserler var İslam estetiğinde. Yani beden dilinden farklı bir estetik. Bizim estetiğimiz Rönesans'tan, Hristiyan putperestliğinden, Batı sanat anlayışından çok farklı bir yönde gelişmiş. Bu bakış açısıyla daha da gelişmesi gerekiyor.

Geçmişte toplumlar neden estetik üretmiş peki? Bugün için konuşacak olursak özgün bir estetik toplumlar için neden önemli?

Medeniyet oluşturabilmek, millet olabilmek için, başka medeniyetlerin gölgesi altına girmemek, sömürülmemek için, kendi kimliğimizi muhafaza edebilmek için kendi estetiğimizi ortaya koymak zorundayız. Bir milletin var olabilmesi için, medeniyet olabilmesi için kendisinin bir şeyler geliştirmesi gerekiyor. Estetik de bunlardan biri. Sanayi ve teknolojiden evvel kültürel ihtilalin gerçekleşmesi lazım. Sanatta ve kültürde bağımsızlık ilan edilmedikten sonra teknolojide, sanayide bağımsızlığın olsa bile yine de gerçek bağımsızlığın olmaz. Estetiğin kaybolması aslında tehdit hepimiz için. Küreselleşme denilen şey insanları sömürmek, tek tip bir hale getirmek için var. Ne giyeceğimize, ne yiyeceğimize, nasıl davranacağımıza başkaları karar veriyor. Globalleşme bütün insanları tüketici olarak görüp aynı pantolonu dünyanın her tarafına giydirir, sonra da insanları "ben bu modaya uymuyorum" diyemeyecek hale getirir. Bugün başkası senin için karar veriyor. Ne zaman ki kendimiz üretiriz, kendimiz ürettiğimizi giyiniriz, kendi estetiğimizi ortaya koyarız, o zaman bağımsızlığımızı ilan etmiş oluruz.

Bugün bahsettiğiniz globalleşmeyi tam olarak estetikte görüyoruz aslında. Neden tüm dünya aynı zevklere, aynı görüntüye sahip?

Evet, biraz öyle. Yani başka kültürleri benimsemeye meyilli olunca o kültürlerin etkisinde kalıyorsunuz. O kültürlerin altında can çekişiyoruz. İşte bu can çekişmenin sonunda kimlik kaybına uğramış oluyoruz. Kimlik kaybı neticesinde kendi medeniyetinizi kuramazsınız, kendi medeniyetimizin ürünlerini veremezsiniz. Biz kültürel açıdan her şeyi Batı'ya teslim ettiğimiz için düşünemez hale geldik. Bugüne baktığımızda Batı'nın kültürel hegemonyasına girdiğimizi görüyorum.

Batılılaşma arzusu kültürsüzleşmeyi getiriyor. Bu bizim estetik algımıza da yansıyor. Bu yüzden kendi estetiğimizi kuramıyoruz. Mesela milli kıyafetimizi yasaklamışlar. Seymenlerin taktığı kuşaklar vardı, çeşit çeşit başlıklarımız vardı. Nerede bunlar? Bu bir estetik kaybı değil mi? Bütün
tarihi ve kültürel yozlaşma bu estetik kaybına neden olmuş. Önce bu yasaklardan kurtulup kendi mantığımızı kurmamız, kendi kültürümüzden
yararlanarak kendimize elbiseler dikebilmemiz lazım ki yeni bir estetik geliştirebilelim.

Ben bunun hakkında daha önce not almıştım: "Manevi ve kültürel geçmişi yeniden keşfetmeyi, yeniden canlandırmayı ve iyileşmeyi
öğrenmeliyiz ki kültürel yoksulluğun üstesinden gelebilelim. Manevi bağımsızlığımızı elde edemedikçe ekonomik bağımsızlığımıza kavuşamayız. Kör ve yanlış köleleştirici taklit, tiksindirici ve maymunca. Böyle bir taklide kendimizi ne kadar kaptırırsak Batı'ya olan bağımlılığımız o derece artacaktır."

Ülkemizde bugün Batılı bir anlayışla hareket edildiğini görüyor musunuz?

Sanatçının bu gibi konularda önde olmak gibi bir misyonu var fakat bir sanatçı olarak ancak tanınırsan sana söz verirler, seni konuştururlar. Tanınmak da bugün kolay değil çünkü sanat belli bir zümrenin elinde memlekette. Bu zümre yozlaşmış olan kültürleri destekliyor. Mesela Picasso'nun sergisini
getirmek Türkiye'ye hiçbir şey kazandırmaz. Dali'nin bize katabileceği kültürel bir şey yok. Andy Warhol gibi bir pop sanatçısının sergisinden bizim ülkemizde istifade edebilecek hiç kimse olamaz. Ama onlara milyonlar harcanıyor. Batı kendi sanatkârını tanıtmak için her şeyi yapıyor zaten. Mesela
Fransa, kendi kültürünü başka kültürler üzerinden yayarak sömürmeyi kolaylaştırmak için her türlü faaliyeti gösteriyor. Türkiye'de de kendi mecmualarını, sanatçılarını tanıtıyorlar ve bedava yapıyorlar.

Biz kendi sanatkârımıza düşmanız zaten. Kendimiz sanatkarsız yaşayabileceğimize inanmışız. Sanatkâra gerek olmadığı için tanıtmaya da gerek yok diye düşünüyoruz. Burada sanatkarlar Batılı. Kendileri burada yaşasalar bile ruhları Amerika'da, Paris'te. Ve onların modern sanat müzeleri
açılıyor, onların resimleri sergileniyor. Hit bir tabaka var Türkiye'de. Bu sosyete tabakasına herkes giremez. Onların sergilerine gelenler bir bakmışsın hangi kıyafeti giymiş, hangi çantayı giymiş, hangi ayakkabıyı giymiş, onların pozunu verirler. Kendilerinin seçtiği emperyalist uzantıları olan sanatçıları koyarlar. Adam kapıyı, bacayı söküp getiriyor, işte sanat diyor. Onlara meylediyorlar. Bunlar önemli oluyor o sergilerde. Bizim resimlerimizi koymazlar,
bizleri çağırmazlar. Bize asıl gerekli olan şey nedir? Halkın güzelliğe ve estetiğe ihtiyacı var. Bu yüzden sanat açısından bize verebilecekleri bir şey yok.

Kendi kültürümüze dönersek bizim bu konuda neden geride kaldığımızı düşünüyorsunuz?

Batı araştırmayı, geliştirmeyi, buluş yapmayı terk etmiyor. Biz ise araştırıcılığı, yenilenmeyi terk etmişiz. Mesela geleneksel sanatlarda diyoruz ki "Biz geçmişte böyle yapıyorduk, şimdi de böyle yapacağız, gelecekte de böyle yapılacak." Geleneksel sanatlarda kural var, o kuralı bozmak mümkün değil. Geleneksel sanatın otoriteleri talebelerine hiçbir yenilik yapmaya, araştırmaya, başka bir buluş yapmaya fırsat vermez. Mesela bir tezhip sanatçısı en ufak bir yaprağı değiştirmeye müsaade etmez. Ben kaç sene geleneksel sanatlarda çalıştım. Halı desenleri çizdim ama hiçbir yeniliğe müsaade etmiyor.

Ben diyorum ki sanatta yenilik şart. Senin en ufak bir yaprağın değişmesine tahammülün yoksa sen ne yapıyorsun o zaman? Hâlbuki sanatın kökeninde, temelinde yenilik var. Yenilik yoksa sanat olmaz. Yenilik yapamazsan, yorum yapamazsan o zaman sanat olmaz. Geleneksel sanatlarda eskinin yaptığını tekrar etmek, onu harcamak, onu kullanmak, yeniyi yapamamak, tıkanmayı getiriyor. Yenilenemiyor. Eskilerin estetiği üzerinde bekleyip duruyor. Ha bire eskiyi kopya ediyorsun yani. Ha bire eskiyi çoğaltıp duruyorsun. İşte bugün eskiyi çoğaltmak var, yerinde saymak var. Yenilik olmayınca geride kalmak var. Bugünün çamaşırı geçmişin güneşiyle kurumaz. Bu, asırlar boyunca aynı şeyin tekrarı demektir. Hâlbuki sanatta yenilik yoksa sanat ölüdür. Dünya değişiyor, onların dünyadan haberleri yok. Bakın, yeni bir estetik nasıl oluşur? Mesela Selçuklular kufi yazıları yazmışlar. Kufi yazı yazmasalardı kufi estetiği çıkmazdı ortaya. Ama bugünün sanatçıları yeni bir estetik ortaya koyamıyor. Sanatta bu donukluk neyi getirir? Toplumlar kültürel kimliklerini kaybeder. Medeniyet çökme tehlikesi altına girer çünkü yenilik yok.

Amerika'nın sadece 200 senelik bir mazisi olduğu, bir kültürü olmadığı için devlet sanatçılara "Biz size her türlü imkânı sağlayacağız. Bütün boya fabrikalarını, malzemelerini biz vereceğiz. Ne yaparsanız yapın biz sanatlaştıracağız" dedi. Bir propaganda olarak sanatı geliştirdiler. Sonra Andy Warhol diye bir sanatçı Coca-Cola şişesini koydu, sanat eseri oldu. Kadını kemana benzetti, sanat eseri oldu. Amerikan bayrağını yaptı, sanat eseri oldu. Amerikalı pop sanatçısı geldi, Uludağ'da karın üzerine pigment döktü. Çekti fotoğraflarını, gitti Amerikan müzesine sattı işte. Veyahut birisi Nevada Çölü'nde iki paralel çizgi çizdi, o sanat oluyor. Yani kendileri bir kültür oluşturdular aslında.


Aslında tıpkı Amerika'daki akımlar gibi her dönem başka bir estetik anlayışı popüler hale geliyor ve dünyada çığ gibi büyüyerek insanların gündelik hayatına tesir ediyor. Moda olan bu estetik algıların bir anlamı, bir kalıcılığı var mı?

Estetik, kısa vadeli bir moda değildir. Estetik asırlara vurgu yapar, birkaç çağ boyunca devam eder. Moda geçici olandır, kısa vadelidir. Bugün beyaz ayakkabı moda olur. Gelecek sene başka bir şey. Moda bunu satmak için yapar ve global olarak dünyadaki bütün insanlar tarafından benimsenir. Mesela bizim yemek kültürümüzü bile etkilemiş. Bak mesela McDonalds'ın, Starbucks'ın bizim kültürümüzde ne işi var? Bu yüzden moda olanlar estetik sayılmaz. Mesela bizim Anadolu kilimlerimizin bir estetiği var. Dünyaca kabul edilmiş. Kimse bunu reddedemez. Anadolu'nun beslendiği bu estetik asırlara dayanıyor, kültürel birikime dayanıyor ve kimliğimizi, kültürümüzü yansıtıyor. İşte böylece estetik ortaya çıkıyor. Sonrasında da bu estetikle kültürümüz dünyaya tanıtılıyor. Yani bir
estetik öyle kolay bir şey değil.

Eğer estetik bu kadar önemliyse nasıl geliştirmeliyiz peki?

Estetik dediğimizde akla sadece bir eser gelmemeli. Önce kendi kültürüne yönelirsin, kendi kültüründen beslenirsin. İslami bir yaşayışın içine girip Müslüman gözüyle bakarsın her şeye. Bir Müslüman olarak ne düşünmüşsün, ne yapmışsın, bu önemli. Yani illa dini bir resim yap demiyorum. Bizim tarihsel birikimimizle, kültürel birikimimizle bir yoğurarak İslam'a ters düşmeyecek bir kültür ortaya koymak, bir estetik ortaya koymak önemli. Estetik yeni bir tarz ortaya koymak demektir. En başta söyledim, güzellik anlayışı demektir estetik. Bugün bizim güzellik anlayışımız yok. Batı'nın karar vermesine bağlı. Batı neye karar verirse onu beğenmek zorundayız. Batı kültürü, hegemonyası altında can çekiştirirken sana nefes aldırmaz. Bu yüzden estetiğimizi kurabilmek için kendi inancımızla, kendi kültürümüzle beslenmiş ürünlerin ortaya çıkması lazım.

Bir insanın ancak kendi inancının, tarihinin, kültürel birikiminin farkında olması gerek bunu yapabilmesi için. Kendi tarihinden kopuk bir şekilde estetik ortaya çıkmaz. Geçmişimiz bizim kişiliğimizi ortaya koyan şeydir. Geçmişimize sahip çıkamazsak, o geçmişi basamak yapamazsak geleceğe gidemeyiz. En başta bunu sanatkârların ortaya koyması lazım. Şimdi bir sanatkar toplumsal olaylarda, milli davalarda önde olmak zorunda. Sanatkâr öncü olmak durumunda. Bu yüzden onlara da bir misyon düşüyor. Kendi coğrafyasının sanatkârı olmak demek, kendi kültüründen beslenebilmek,
kendi kültüründen çıkış yapabilmek demek. Ben son yaptığım çalışmalarda mezar taşlarından, Anadolu başlıklarından başladım, 50-52 tablo yaptım. Yüzleri niye kapattım? Hani mezar taşlarında yüzler kapanmış ya, putperestliğe düşmemek için. Bu anlayışla, bu felsefeyle yola çıktım.

İnsanın canlı olduğuna delalet eden şey onun hissetme duygusudur. Hissetmeyen insan canlı değildir. Toplumsal olaylara karşı bir duyarlılığı yoksa, güzellikler karşısında bir şey hissetmiyorsa demek ki insanlıktan uzaktadır. Benim yaratılışım beni güzelliğe, sanata itti. Yani sanatkâr olarak doğdum. Sanatkâr doğuştan donatımlı olarak, kabiliyetli olarak, estetiğe meyilli olarak, güzelliklere duyarlı olarak doğar. Doğaya karşı, kendi tarihimize, kültürümüze karşı duyarlıyım, bunu da yansıtıyorum. Fakat çok duyarsız insanlar var; bütün güzellikler karşısında kör kalıyor, bütün bu katliamlar karşısında hiçbir şey hissetmiyor. Bir insan duyarlı oluyorsa, bir şeyleri hissedebiliyorsa insandır.

İlhami Atalay kimdir?
1948'de Artvin'de dünyaya geldi. 1972'de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdi. Aynı yıl ihtisas bursunu kazanarak Berlin'e gitti. 1973-1978 yılları arasında Berlin Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ve Tatbiki Sanatlar Akademisi'nde resim ve duvar halıcılığı alanlarında ihtisasını tamamladı. 1984'te İstanbul Sultanahmet'te İlhami Atalay Sanat Galerisi'ni açtı. Burada çok sayıda öğrenci yetiştirdi. Temel felsefesi Anadolu'nun kültürel çeşitliliğini, halkın yaşam biçimini, değerlerini, destanlarını evrensel sanat öğeleriyle işleyerek eserler üretmek olan "Dinamizm" grubunu kurdu. İlhami Atalay'ın eserleri Türkiye'de ve dünyada birçok kişisel ve karma sergide yer aldı. Eserleri çeşitli ulusal ve uluslararası koleksiyonlarda yer alan Atalay, 2022 Necip Fazıl Kısakürek Saygı Ödülü'ne, 2023'te de Türkiye Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'ne layık görüldü.

BİZE ULAŞIN