Gökhan Ergür: GÖRÜNME HASTALIĞI VE BİYOİKTİDAR

GÖRÜNME HASTALIĞI VE BİYOİKTİDAR
Giriş Tarihi: 24.01.2025 21:14 Son Güncelleme: 24.01.2025 21:14

Görünme arzusunun ardında yatan şey temelde, eksiklik duygusunun telafi edilmeye çalışılmasıdır. Sürekli parlayan, gürültü çıkartan, göze batan, dikkat çekmeye çalışan "şeylerin" birincil amacı öteki tarafından fak edilmek ve takdir görmektir. Aile ya da iş ortamlarınızı düşünün, bazı profiller sürekli gündemdedir, bulunduğu her ortamda yüksek sesle konuşan, kişisel özelliklerini, sahip oldukları nesneleri ön plana çıkartan, ilgi birazcık kendi üzerinden kaydığında rahatsız olan, o ilgiyi yeniden kazanmak için tuhaf şeyler söyleyen ya da yapan kişileri kolaylıkla hatırlayacaksınızdır.

Bu eylemler gizli bir görünme çığlığıdır: "Beni görün, takdir edin, eksik olmadığımı söyleyin, yeterli hissettirin." Böyle kimseler bu görünmez çığlığa başvurur çünkü geçmişlerinden getirdikleri bir yetersizlik, eksiklik ve değersizlik duygularıyla kendi başlarına mücadele edemezler. Vaktiyle ebeveynleri tarafından kendilerine hissettirilmeyen duyguları "ötekinde" aramaya ve bulmaya çalışırlar. Bunun en kestirme yolu ise sürekli görünmek ve dikkati bir şekilde kendi üzerinde toplamaktır.

Fakat bu yolu seçmeyen, hayattaki tek hedefini "görünmek" üzerine kurmayan insanları da hepimiz kolaylıkla tanırız. Bu insanlar aşırılıklardan, şatafattan uzak, büyük polemiklere girmeyen, uyumlu, sürekli arkadaş çevresi değiştirmeyen, sevgisi ya da öfkesi uçlarda olmayan, daha sakin bir yaşamda hayatını anlam arayışıyla geçiren bir yol inşa ederler kendilerine.

Bu kişiler "bütün/tam" hissetmek için çevreye ihtiyaç duymazlar, içsel kaynakları kendilerine yeten, hayat yolculuklarında kendilerine iyi gelen şeyleri keşfeden, yalnız kalabilme kapasiteleri yüksek, kendileri ve içinde bulundukları dünya üzerine düşünmeyi seven kimselerdir. Dolayısıyla bu kimseler, modern dünyanın ve küresel iktidarın hoşlanmadığı kişilerdir. Bunun neden böyle olduğuna birazdan değineceğiz ama "görünme kültürü" üzerinden biraz daha devam edelim.

Dönemin hastalıklarından biri

Görünmek, sergilemek, sunmak, hatta karşı tarafın ilkel duygularını kasıtlı bir şekilde uyandırmak, bulunduğumuz dönemin hastalıklarından biri. Sosyal medyada ve hatta günlük hayatta mahremin ifşasının bir seyirci ve dolaylı olarak da müşteri kazandırdığını fark eden insan tüm yaşam enerjisini, sokak tabiriyle tezgâhını bu eylemler üzerine kurmuş vaziyette.

İnsan, içindeki o büyük boşluk duygusunu, hiçliğini, anlamsızlığını örtmek için göstermek ister. Yüzünü, bedenini, sahip oldukları nesneleri, kısaca anlamdan ve fikirden uzak ne varsa onu sergilemeyi tercih eder. Çünkü içinde, kalbinde, zihninde takdir göreceğini, sevileceğini, değer göreceğini düşündüğü bir "şey" bulamaz. Ve işin tuhaf tarafı bu gösterdiği şey, bir karşılık bulur. Bu karşılık bir dönem "like"lar olurken, günümüzde artık doğrudan paraya dönüşmüş vaziyette ve bu durum her geçen gün daha da iç acıtıcı bir hal almakta.

Görünme tuzağına düşen insanlar mahremiyetlerini ne yazık ki bir ticaret nesnesi haline dönüştürmüş durumda. Kendinin ve ailenin mahremini ne kadar çok gösterirsen o kadar çok takipçi, müşteri ve dolayısıyla o kadar çok para kazanıyorsun. Bu durum sadece çıplaklığı sergileyerek yapılmıyor, eşiyle yaptıkları ibadeti, sohbeti, sırları ve hatta yatak odalarını, evlatlarının özel anlarını influencerlık adı altında 7 gün 24 saat anlık olarak servis eden milyonlarca sosyal medya kullanıcısı var artık.

Çocuğunun ilk adımlarını paylaşan annenin bir sonraki gönderisi evladının o adımlamayı yaparken ayağında bulunan patiklerinin satış linki olabiliyor. Ya da eşiyle televizyon karşısında sarılıp yorgan altında film izlediği halin fotoğrafını paylaşan bir hanımefendinin sonraki paylaşımı, üzerlerindeki yorganın satış linki olabiliyor ne yazık ki. Ticarette artık her şeyin mubah olduğu bu zamanlarda, değerlerin bir ticaret politikasına, aracına dönüşmesi toplum için büyük bir yıkımdır.

Verdiğim bu örneklerin ötesinde şeyler de yaşıyoruz artık. Dünyada son derece meşhur olan son 2-3 yıldır ülkemizde de popüler hale gelen bazı sosyal medya uygulamaları mevcut. Kadınlar ve erkekler çektikleri özel fotoğrafları bu uygulamalar aracılarıyla takipçilerine satıyor ve bu sayede son derece büyük paralar kazanıp yaptıkları reklamlarla özellikle gençleri bu kirli para tuzağına çekmeye çalışıyorlar. Senelerdir yakındığımız ve önlem almaya çalıştığımız teşhir kültürü artık farklı ve daha da karanlık bir noktaya taşınmış vaziyette.

Bedene odaklanmak

Günümüz dünyasında insanın en büyük problemlerinden biri de nasıl göründüğüdür. Toplumların önemli bir kısmının şu an tek gündem maddesi nasıl göründükleri ve bu görünüşleriyle ilgili nasıl bir yorum aldıklarıdır. Bundan iki ya da üç kuşak öncesine gittiğimizde görüntünün bu kadar hayatî bir mevzu olmadığını fark ediyoruz aslında. Evet, güzel kıyafetler giymek, temiz görünmek, öz bakıma dikkat etmek tarihin her döneminde insanı mutlu eden ve takdir toplayan bir davranıştı ama insanların büyük paralar harcadığı, üzerine bu kadar düşündüğü ve yaşamlarının bir numaralı öncelik maddesi haline getirdiği bir şey değildi. Her geçen yıl insanlar görüntülerine daha fazla önem vermeye, önem vermenin ötesinde bu durumu bir takıntı haline getirmeye başladı.

Bunda en önemli pay şüphesiz sosyal medya kullanımının artmış olmasında. Çünkü sosyal medya, hayatlarımızı bir gösteri ve şov dünyasına çevirdi. Bizleri kendi gerçekliklerimizden uzaklaştırıp büyük bir şovun gönüllü katılımcıları haline dönüştürdü. Bu şovda sahneye çıkıp performans sergilememize bile gerek yok, sessizce izleyiciler arasında oturmak, alkış çalmak, tempo tutmak, eğlenmek ve ağlamak da bizleri bu ışıltılı hayatın bir parçası yapıyor. Elbette bunun bizlere büyük bir bedeli de oluyor.

Bu bedellerin en büyüğü tüketmek… Renkli ekranlara baktığınızda bizden istedikleri tek şey paramızı ihtiyacımız olsun ya da olmasın harcamamız. Sosyal medyada herkes birilerine bir şeyler öneriyor. İğneden ipliğe ne varsa bir şekilde satış linkleri önümüze düşüyor. Yüz binlerce çeşit kozmetik ürününün vaat ettiği şey hep aynı: Daha parlak, genç ve kırışıklığın olmadığı bir beden. Fakat her geçen gün bu devasa ürün yelpazesine yenileri ekleniyor ve ölümsüzlük arzumuz her yeni üründe yeniden tazeleniyor. Sizce bu kadar çok ürünün aynı şeyi vaat etmesi mantıklı bir şey mi?

Sosyal medya fenomenlerinin, çok takipçili kimselerin kullandıkları ürünleri kullanarak bir ayrıcalık, farklılık elde edeceğimiz fikri de zihinlerimize bir nakış gibi işleniyor. O kazağı giyersek mutlu olacağız, o çantayı alırsak tüm gözler üzerimizde olacak, çocuğumuz o yemek setini kullanmazsa sağlıklı beslenemeyecek gibi mesajların bombardımanına tutulup bir yerden sonra da buna teslim oluyoruz. Teslim olmaktan başka şansımız da pek görünmüyor gibi çünkü başımızı nereye çevirirsek çevirelim hep aynı şeyleri duyuyor ve görüyoruz.

Şu anda dünyanın en pahalı ve değerli ürünü dikkatimiz. Tüm büyük şirketler, devletler, markalar bizlerin dikkatini satın almak istiyor. Bu satın alma işleminin gerçekleştiği yer ise elbette renkli ekranlar. Ücretsiz kullandığımızı sandığımız sosyal medya araçlarına dikkatimizle bir ödeme yapıyoruz aslında. Komik videolar arasına sıkıştırılmış bir ayakkabı reklamı, ücretsiz oynadığımız mobil oyunların bir yerinden çıkan otel tanıtımları ya da siyasi sloganlar bu gösteri dünyasında yer almanın bir bedeli aslında. Bu bedel hiç ihtiyacınız yokken size bir ayakkabı satın aldırabilir ya da kararsız bir seçmenin oyunu bir siyasi lidere yönlendirebilir ve tüm bunlar biz hiç fark etmeden olur.

Biyoiktidar

Biyoiktidar, Michel Foucault'nun modern toplumları analiz ederken geliştirdiği önemli kavramlardan biri. Bu kavram, bireylerin yaşamlarının biyolojik yönleri üzerinden kontrol edilmesi ve düzenlenmesi pratiğini ifade eder. Foucault, özellikle 18. yüzyıldan itibaren iktidar anlayışında meydana gelen değişimi, disiplinci toplumdan biyopolitik toplumlara geçiş bağlamında ele alır. Geleneksel iktidar modellerinin "öldürme ya da yaşatma" gücüne dayanmasından farklı olarak biyoiktidar, bireylerin ve toplulukların yaşamını optimize etme, düzenleme ve denetleme gücünü ifade eder. Bu yeni iktidar biçimi, nüfusu, sağlığı, doğurganlığı, hastalıkları ve diğer biyolojik parametreleri yöneterek toplumsal düzeni sağlamayı hedefler. Foucault, bu yönetim biçiminin modern toplumlarda giderek daha etkili hale geldiğini ve özellikle kapitalist üretim süreçlerinin verimliliğini artırmada kritik bir rol oynadığını belirtir.

Foucault, iktidarın tarihsel dönüşümünü tahlil ederken, geleneksel egemenlik biçimlerinin ölüm ve yaşam üzerindeki mutlak kontrole dayandığını savunur. Bu geleneksel modelde kralın yetkisi, "ölüm cezası verme" veya "affetme" gücünden kaynaklanır. Ancak modern dönemle birlikte bu anlayış yerini yaşamı koruma, artırma ve optimize etme stratejilerine bırakır. Modern iktidar, bireylerin üretkenliğini artırmak ve nüfusun genel sağlığını korumak için bir dizi teknik geliştirmiştir. Bu değişim, aynı zamanda bilimsel bilgi ile iktidar arasındaki ilişkiyi güçlendirmiştir. Tıp, biyoloji, psikiyatri ve istatistik gibi disiplinler, bireylerin ve nüfusun denetimi için gerekli bilgiyi sağlayan araçlar haline gelmiştir.

Kimliklerin dönüştürülmesi
Biyoiktidar, modern toplumlarda bireylerin ve toplulukların yaşamlarını derinlemesine şekillendirmiştir. Bu iktidar biçimi, bireylerin bedenleri ve biyolojik süreçleri üzerinde kurulan bir kontrol sistemi olduğu için, insanların öznel deneyimlerini ve kimliklerini de dönüştürür. İşte bizi ilgilendiren asıl mesele de burasıdır: Kimliklerin dönüşümü. Biyoiktidarın yapmaya çalıştığı en kritik şey; kimliğin, şahsiyetin, benliğin bedene indirgenmesidir. Yani kişinin kendisini sadece bedeni üzerinden tanımlaması ve sadece bedeniyle uğraşmasıdır. Bedeniyle uğraşan kişiyi yönetmek, hizaya sokmak, isteklerini karşılamak daha kolaydır. Bu kimseler anlama, dünyaya, edebiyata, felsefeye karşı ilgisini yitirmiş, gözle görülmeyenden elini eteğini çekmiş, odağını sadece maddeye çevirmiş halde yaşamlarını sürdürürler. Yoksulluklar, eşitsizlikler, soykırımlar karşısında sessizce bekleyen, fikir üretmeyen ve birilerinin bir şeyler yapmasını bekleyen biyoiktidar kurbanları küresel gücün istediği ve beklediği vatandaş türüdür.

Biz, buna karşı gelmekle mükellefiz. Bu dünyaya niçin geldiğimizi, neleri değiştirebileceğimizi, kimin hayatına nasıl güzellikler katabileceğimizi, dünyada yolunda gitmeyen şeyleri nasıl yoluna koyabileceğimizi bulup bu noktalarda çalışmaktan, gayret etmekten sorumluyuz. Âlemdeki tek hedefimiz ne giydiğimiz, nasıl göründüğümüz, hangi estetik operasyonları yaptıracağımız olmamalı.

Görüntüde boğulmamak, insanca yaşamanın ne demek olduğunu anlamak, gerektiğinde ses çıkartmak, kötüye, kötülüğe karşı gelmek için bedenlerin değil kalbin nasıl görüldüğüne, hissedildiğine bakacağız, özen göstereceğiz.

BİZE ULAŞIN