Alman düşünce geleneğinin hastalıklı bir türevi olan ırkçı ve ayrımcı Nazi zihniyeti daha ziyade rasyonel referanslarıyla bilinir. Rasyonalizmi son derece hastalıklı bir biçimde yorumlayan bu kafa yapısı 20. yüzyılın en kafa karıştırıcı, en barbar ve en kanlı ideolojilerinden ve politik deneyimlerinden birini doğurdu. Bu canavarlığa varan politik deneyimin ironik sonuçlarından biri de bir asır sonra Nazizmin baş mağdurlarının Nazizmle özdeş sayılabilecek bir devlet olan İsrail'i kurması oldu.
Peki, Nazilerin ve onların kurduğu 3. Reich'ın (3. Krallık) ardında sadece rasyonel fikirler mi vardı? Kimilerine göre bu sorunun cevabı, hayır. Naziler denildiğinde akla despotluk ve soykırımın yanı sıra büyük ölçüde rasyonel görüşlere dayanan yüksek mühendislik, teknoloji üretimi ve kullanımı,
bilimsel çalışmalar ve büyük planlamalar ve stratejiler gelse de tüm bu siyasi ve askeri deneyimin ardında ezoterik öğretilerin ve okült uygulamaların da bulunduğunu ileri sürenler az değil.
Bir başka görüşe göre ise Nazizm, aslında okült veya ezoterik bir hareket olmaktan çok uzaktır... Naziler kendi zamanlarının ürünüdür ve dolayısıyla okültizme karşı da çok hassastırlar. Ve okült ya da ezoterik yönelimleri Nazilerden ziyade SS önde gelenleri içinde aramak gerektiği söylenir.
Bununla beraber, Nazilerin büyük çöküşünün ardından daha 1960'ların başında haklarında öyle karanlık ve gizemli teoriler ve senaryolar üretilmeye başlandı ki Hitler ve onu adeta bir kul gibi takip eden yoldaşları akıl zorlayıcı gizemli öğretileri ve akla hayale gelmez okült uygulamaları kullanan 20. yüzyıl büyücüleri gibi düşünülmeye başladılar.
Bir yandan dönemin en girift teknolojilerini üreten, en derin bilim insanlarından istifade eden, zamanın en mahir mühendislerini istihdam eden Nazi imparatorluğunun diğer yandan batıni inançlara ve esrarlı uygulamalara başvurmuş olduğuna inanabilmek kolay görünmüyor. Ancak buna zerre ihtimal vermeyen tarihçiler kadar, son derece gerçek olarak gören araştırmacılar da var. Bu yazıda onların bakış açısına öncelik vereceğiz.
Führer kültü ve Nazizmin dinselleştilmesi
Nazi öncülerinin ve bilhassa SS mensubu elitlerin ortaya koydukları Führer kültüne sadakatleri dikkate alındığı zaman en azından kendi has daireleri içerisinde aslında Nazizmin bir ideolojiden fazlası olduğunu ve bu ideolojinin elit tabakasının gözünde ezoterizmden de öte bir tür kozmogoni
ve hatta din oluşturduğunu dahi söylemek mümkündür. Führer kültü, ezoterik rütüelleri çağrıştıran gösterişli fener alayları, Nürnberg mitingleri ve Nazilerin tüm törenleri bu anlayışın birer parçasıdır ve dolayısıyla Nazizm, kendisini dinimsi unsurlarla süsleyerek yeni bir "dünya açıklaması" sunar.
Bu kozmogoni ve dinsellik bir bakıma geleneksel olarak İsrailoğullarında gördüğümüz anlayışın bir başka yorumudur aslında. Buna göre; kendini diğer insanların üzerinde seçilmiş olarak gören İbrani halkının yerini tamamen Aryan ırkı, Arz-ı Mevud'un (Vaat Edilmiş Topraklar) yerini ise Nazilerin hak iddia ettiği ülkeler alır. Bu fantezi ideolojinin adanmış takipçilerine göre –tıpkı Hristiyanlığın Hz. İsa'ya baktığı gibi- Hitler hem tanrı hem peygamberdir.
Bu dinselleştirmede Kutsal Kitap'ın yerini de Mein Kampf (Kavgam) alır. Kısacası Nazi ideolojisinin özünde her şeyin aslında dinsel olarak düşünüldüğü ve bir nevi dinselleştirildiği söylenebilir. Bu muhayyel dini perspektifte Vatikan'ın yerini ise Nazi subaylarının inisiye ve endoktrine edildiği
Wewelsburg Şatosu alır. Aynı senaryo içerisinde geleneksel evlilik kurumu bile bir SS törenine dönüştürülür. Bu nedenle Wewelsburg Şatosu'nu Nasyonal Sosyalist ezoterizmin merkez üssü olarak hatta dahası yeni SS dininin merkezi olarak görmek mümkündür. Bu bakış açısı karşımıza Orta Çağ'dan kalan ezoterik şövalye tarikatlarının daha modern bir benzerini çıkarır.
Mistik Hitler ve "gizli ilimler"
Balık baştan kokar demişler. Her ne kadar tüm dünyaya –kendisi aynı özelliklere sahip olmasa da- Aryan ırkının önünde boyun eğdirmeye ant içmiş bir lider olan Hitler her şeyden önce gizemci öğretilerin peşinde koşan bir politikacıdır. İnsanlığın yaratılış amacını keşfettiğine ve bu yolda kendisine ilahi bir görev verildiğine inandığı söylenir. Aslında beş parasız ve başarısız bir ressam olmasına rağmen, dillendirdiği fantezileri sayesinde siyasette hızlı bir yükseliş yakalaması ve dünyaya askeri bir nizamla kafa tutabilecek seviyede bir mevkiye ulaşması onun kendisine bir tür Mesihlik atfetmesi için yeterlidir. Dahası kafasında kurduğu ideallere milletinin önemli bir bölümünü inandırmayı da başarmıştır.
Tarihçi George Mosse'a göre Hitler, hayatının sonuna kadar "gizli ilimler" olarak adlandırdığı ezoterik bir tutkuya sahiptir. Mosse, onun bu tutkusunu şöyle anlatır: "Gizemli ve okült fikirler, Nasyonal Sosyalizmin başlangıcından itibaren, hayatının sonuna kadar gizli ilimlere ve okül güçlere inanan Adolf Hitler'in v bilhassa Nasyonal Sosyalizmin dünya görüşünü etkiledi. Nazi ideolojisinin bu yönüne ışık tutmak önemlidir, çünkü bu mistisizm,
hareketin ve özellikle de liderinin Weltanschaaung'unun (hayat görüşünün, ideolojisinin) irrasyonelliğinin merkezinde yer alıyordu." Hindistan'a kadar bir keşif grubu göndererek sözde ari ırkın kökenlerini bu coğrafyada aratması da bu eğiliminden kaynaklanır.
Ancak has daire Nazileri arasında ezoterik meraklara sahip olan sadece "führer" ile sınırlı değildir. Nazi iktidarının başlangıçta en etkili simalarından biri olan ve bir ara Hitler'den sonra ikinci adam konumunda bulunan Rudolf Hess'in de okültizm, astroloji, alternatif tıp ve halk efsaneleri gibi konu ve uygulamalara meraklı olduğu kaydedilir. Antroposofi disiplininin kurucusu Rudolf Steiner'in kurduğu, fizik ötesi olayları açıklamayı hedefleyen ezoterik
bir akım olan antropozofiye de ilgi duyan Hess, ünlü Spandau hapishanesine hapsedildiği dönemde bile bu uygulamalarla içli dışlı olmaya devam eder.
Ezoterizme en düşkün Nazi Okült uygulamalarla sıkı fıkı olan önde gelen Nazi partisi üyelerinden bir diğerinin de Himmler olduğu kaydedilir. Astrolojiye hayli meraklı olan Himmler'in büyü, kan mistisimi, neopaganlık, dini sembolizm, reenkarnasyon ve Atlantis gibi eski uygarlık efsanelerine çok meraklı olduğu söylenir.
Himmler, dünya çapında yeni bir hâkimiyet kurma iddiasını haklı çıkarmak Bronz Çağı'ndan kalma kalıntılardan yeniden yaratılmış güçlü bir ilkel Germen kültürü ve SS'leri için bir "neo-Germen" dini tesis etmek istiyordu. Himmler'in bu nedenle SS'ler içinde kendi bu ezoterik eğilimlerini paylaşanlardan atamalar yaptığı bilinir.
Hitler'i kurtarıcı bir Mesih figürü haline getirenlerden biri olan Himmler "ezoterik Hitlerizm"in kurucusu da kabul edilir. Astrolojiye de meraklı olduğu kaydedilen Himmler'in astrolog Wilhelm Wulf'a danıştığı hatta II. Dünya Savaşı'nın gidişatı konusunda ondan yararlandığı bilinir.
Kutsal Kâse peşindeki baş ideolog Alfred Rosenberg, Pan-Germanist, ırkçı ve Yahudi karşıtı Völkisch düşüncesine ve Thule Cemiyetine yakındı ve Nazizmin teorisyenlerinden biriydi. 1923 darbesine katıldı ama serbest kaldı. N.S.D.A.P içindeki ideolojiden sorumlu oldu.
1936'da SS'ye katıldı. Haziran 1933'te Reich Yöneticisi rütbesi, 1934'ten itibaren Hitler'in görevlendirmesiyle partinin bütün manevi ve ideolojik eğitim ve öğretim işlerinin denetiminden (Rosenberg Bürosu) sorumlu oldu. Rosenberg bir anlamda partinin baş ideoloğu gibi birçok görevde bulundu. Himmler onun iyisine olmayanlara ve inanmayanlara kapalı bir krallığa yönelik araştırmasını finanse etti. Rosenberg, Kase'nin Cathar kalesine bağlı Montsalvat mağarasında bulduğuna inanıyordu. Himmler ile birlikte Kutsal Kâse'yi bulmak için bir Cathar seferini düzenledi.
Der Mythus des 20. Jahrhunderts (20. Yüzyılın Efsanesi) adlı kitabında Almanların ırksal saflığına ilişkin görüşlerini ortaya koydu. Rosenberg'e göre Almanlar kuzeyli bir ırktan geliyorlardı, bu ırkın karakteri ise artık var olmayan saf, soğuk ve yarı-Arktik bir kıta ortamından kaynaklanmıştı. Almanlar bu nedenle Avrupa'ya egemen olma hakkına sahiptiler. Düşmanları ise Rus Tatarları ve Samiler idi. Sami Yahudileri, Latin halklarını, Hıristiyanlığı, özellikle de Katolik Kilisesi'ni kapsıyordu.
Rosenberg'in antisemitizmi ve kuzeyli yayılmacılığını savunması, Hitler'in saldırgan antisemitizminin biçimlenmesine belli ölçüde katkıda bulundu. Himmler onun inisiye olmayanlara ve inanmayanlara kapalı bir krallığa yönelik araştırmasını finanse etti. Ancak zamanla SS ile ilişkileri kötüleşti,
1937'de Dachau'da cezaya çarptırıldı, 1939'da SS'ten istifa etti. Nürnberg duruşmalarında suçlu bulunarak 16 Ekim 1946'da asıldı.
Hitler'in manevi babası
Dietrich Eckart, Thule'nin kurucularından biriydi ve entelektüel açıdan donanımlı bir akademisyendi. Adolf Hitler'in tam anlamıyla akıl hocası oldu, onun entelektüel ve politik oluşumunda önemli bir rol oynadı. Hitler için Eckart aynı zamanda bir "baba dostu", bir "öğretmen" ve "manevi bir baba"ydı. Böylece Hitler'e felsefi idealizmini ve Yahudi karşıtı mistisizmini aktardı: Ona göre Yahudiler dünya tarihinde önemli ve zararlı bir rol oynadılar. Bu fikir Naziler tarafından geniş çapta benimsendi.
Eckart'a göre Yahudiler ruhun ölümsüzlüğünü reddedecek ve bu nedenle düşüncelerini materyalizm ve dünyevi varoluş, dünyayı maneviyattan arındırmaya çalışıyorlardı. Yahudilik bir şer odağıydı ve Aryanların Gnostik idealizmini buna karşı bir denge unsuru olacaktı. Ayrıca Naziler tarafından da geniş çapta benimsenen Manici bir ırkçılık (Tanrı'ya karşı Şeytan, İyiye karşı Kötü, Aryanlara karşı Yahudiler) geliştirdi.
Eckart, Hitler'i bir "Kurtarıcı", "uzun zamandır beklenen" yeni Mesih olarak görüyordu. Bunun için Hitler'in düşünsel ve politik gelişimini destekledi ve onu bir vitrin olarak öne çıkardı. Führer kültünü ve Hitler etrafındaki mistik söylemi başlatarak, Nazizm'i başından beri siyasi bir din olarak algılayarak bunun propagandasını yaptı. Ancak Hitler üzerinde oynadığı bu önemli role rağmen, Hitler ile Eckart arasındaki ilişkiler, Eckart'ın yaşamının sonunda zayıfladı. İroniktir Eckhart son dönemlerinde Hitler'in kapıldığı "megalomaniyi ve neronizmi" eleştirdi ancak bunda kendi payı da büyüktü.
Mistik nefret ideolojisinin temelindeki yapılanma
Ancak Nazilerin, daha doğru ifadeyle SS'lerin ezoterik eğilimlerinin bireysel meraklarla sınırlı kalmayıp, kurumsal boyuta taşındığına dair iddialar da çoktur. Bunlardan en dikkat çekici olanı bir tür Nazi gizli ezoterik örgütlenmesi olan Thule Cemiyeti'dir. Bu cemiyet esasen iddia edildiği gibi gizli bir cemiyet olmaktan çok, amacı pagan ve Aryan yeni bir Almanya yaratmak olan aşırı sağcı küçük bir siyasi gruptu. 1918'de Rudolf von Sebottendorff
tarafından kurulan Münih'li bu kültür grubuydu.
Thule, adını sözde kayıp bir ülke olan Thule efsanesinden alıyordu. Aryan ırkının kökeninin kayıp kıta Atlantis'ten geldiğine ve Atlantis'in sular altında kalıp Hyperborea'nın da deniz altına batmasından sonra Thule'ye (İzlanda) sığındığına inanıyorlardı. Mein Kampf'tan sonraki en önemli Nazi kitabı olan 20. Yüzyıl Efsanesi'nde Alfred Rosenberg, Atlantis'i kayıp bir ülke ya da en azından bir Aryan kültür merkezi olarak adlandırıyordu.
Bu cemiyetin inançları başta Hitler olmak üzere ileride kurulacak olan Nazi partisinin ideolojisini derinden etkiledi. Nazi Partisi'nin kökenlerinin Thule Cemiyeti locasının örgütlenmesine dayandığı bir gerçektir. Naziler gamalı haç sembolünü ve keskin Yahudi düşmanlığını da bu cemiyetten miras almışlardır.
Karanlık, okült, gizemli öğreti ve efsanelerde dayanak arama ihtiyacı şüphesiz Hitler, Naziler ya da SS'lerle sınırlı değil. Onların çağdaşı Mussolini gibi birçok faşistin ve diktatörün metafizik uygulamalara meraklı olduğu ve bu tür marifetlere sahip kimseleri yakınlarında bulundurdukları bilinen bir gerçek. Çünkü metafiziğin karanlık ve yıkıcı uygulamalarından medet umma eğiliminin altında her şeyden önce güç arayışı ve görüşlerine-yaptıklarına meşruiyet kazandırma isteği yatar.