Kevser Çakır Demir: PÜRÜZSÜZLÜK İDEALİ VE ÇİRKİNİN İSTİSMARI

PÜRÜZSÜZLÜK İDEALİ VE ÇİRKİNİN İSTİSMARI
Giriş Tarihi: 31.01.2025 11:49 Son Güncelleme: 31.01.2025 11:49

Bugün pek çok mecrada olduğu gibi sinemada da gençlik ve pürüzsüz güzelliğin sunumu vazgeçilmez bir unsur haline gelmiş görünüyor. Süresiz genç kalmanın ve mükemmel görüntüye ulaşma arzusunun yoğun olarak pompalandığı, hatta bir tür ideal olarak dayatıldığı bir sistemde yaşıyoruz. İnsanlar yaşlanmanın doğal sürecini gizlemek için her geçen gün daha çok çaba harcıyor. Garip bir şekilde bu çaba, bir yandan
toplumda varlık göstermenin önemli bir aracı haline gelirken öte yandan kişileri kendi doğasına daha çok yabancılaştırıyor.

Anti-aging (yaşlanma geciktirici) ürünlerinden, estetik cerrahilere kadar uzanan bu arayış, dışarıdan bakıldığında tam bir pürüzsüzlük ve mükemmellik izlenimi uyandırsa da ardında çirkinliğin dahi istismar edildiği derin bir mana krizini yansıtıyor. Tam da bu yüzden son zamanlarda sinemada da çokça ele alınan bedenin yaşlanması meselesini, pürüzsüzlük ideali ve çirkinliğin istismarı üzerinden ele almak istiyorum.

En iyi haline ulaşma ideali

Fransız yönetmen Coralie Fargeat'in Cevher (2024) filmi, beden üzerine düşündüren bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Film, önceki yıllarda ortaya konan Hangi Kadın (Who You Think I Am) filminin mantığını bir adım ileri taşıyarak beden korkusunu da konseptine eklemiş görünüyor. Film, ana akım sinema örneklerine yakın bir yaklaşım sergileyerek beden meselesine yaş olgusu üzerinden odaklanıyor.

Televizyon dünyasında popüler bir aerobik programının sunucusu olan Elisabeth (Demi Moore), 50. yaşını kutlarken yaşlandığını ve vücudunun ona eskisi kadar hizmet etmediğini fark etmeye başlar. Patronunun programa yeni ve daha genç birini araması ile bu durum bir içsel krize dönüşür.

Bir kazanın ardından hastanede tanıştığı hemşirenin "cevher" adında bir biyoteknolojik madde ile tanıştırmasıyla bunu kullanmaya başlar. Ancak vücudunun en iyi halini ortaya çıkaran bu madde, onun yeni bir kimlik çatışması yaşamasına ve mevcut kimliğine yabancılaşmasına yol açacaktır. Yedi günden fazla kullanılmaması gereken cevher, aksi halde yan etkiler göstermektedir.

Bunu önemsemeyen Elisabeth'in genç versiyonu, süreye riayet etmeyince yaşlı bedenin sağlığından ve görünümünden çalmaya başlar. Bir süre sonra iki bedende birden var olmaya çalışan bir kadının kişilik bölünmesi ve bedenine duyduğu nefretle mücadelesi, seyirciyi durumla yüzleşmeye
davet eder. Enjekte edilen maddenin ortaya çıkardığı güzellik, güç ve potansiyelin yarattığı bağımlılıktan vazgeçemeyen Elisabeth, trajik bir şekilde kendi sonunu kendi elleriyle hazırlar.

Bir pürüzsüzlük meselesi

Oldukça karikatürize bir şekilde ele alınan filmde, kör gözün kör parmağına yaklaşımı ile olaylar, kişiler, meseleler ve bedenler ortaya serilir. Film bugün çokça konuşulan bir mesele olarak arzuyu kışkırtmak üzerinden bedenin tüketim nesnesi haline getirilmesini ele alırken, aynı zamanda "bilimsellik" adı altında ortaya çıkan keşiflerin arkasındaki potansiyel tehlikeyi gözler önüne sermek ister gibidir. Burada idealize edilen güzelliğe ulaşmadaki gönüllü katılımcılığa dikkat çeken yapım, kişilerin hakikatle ilişkilerini arzu nesnesine dönüşmek maksadıyla bilinçli olarak kopardığını ima eder.

Elisabeth'in içinde bulunduğu dünya, bir tür görünürlük kafesi olarak tasarlanmıştır. Kendisini satış stratejilerine gönüllü olarak feda etmiş biri olan Elisabeth için en teşvik edici unsur şüphesiz kendini göstermek ve onay almaktır. O, gerçek benliğindeki eksik kalan kısımları gerçekmiş gibi yeni imajlarla takas ederek kendisinden pürüzsüz bir görünüm çıkarmaya çalışır. Böylece tüm o yaşlanan eksik ve kusurlu yönler dönüşüm geçirmiş olur.

Cevher, gerçekliğin yerini almış olan imgeler ve taklitlerin insan yaşamındaki rolünü tartışırken bedenin aynı zamanda bir tüketim nesnesine dönüştürülmesinin insanın içsel krizlerini bastıramayacağını ortaya koyar. Baudrillard'dan ilhamla denilebilir ki bu süreç gençliği "gerçek" bir deneyim
olarak yaşamaktan çok, onun görsel ve kültürel bir taklidini oluşturmak üzerine kuruludur. Bu noktada görülecektir ki bedenin gerçekten yaşlanması yerine yaşlanma süreci bir simülasyonla yer değiştirmiştir.

Byung Chul-Han'a göre güzellik ideali modern çağda bir pürüzsüzlük meselesine dönüşmüştür. Yaşlılık kavramı da bu yaklaşım üzerinden okunabilir. Günümüzde yaşlanmak pürüzsüzlüğün karşıtı olarak anlaşılmakta; bir eksiklik, kusur ve yıpranma olarak algılanmaktadır. Böylece yaşam sadece estetik bir sürece indirgenmektedir. Filmdeki karakter de yaşlanma korkusuyla hareket ederken bu güzellik idealinin kendi bedeni üzerindeki otoritesini sorgulayamaz.

Filmdeki mekânsal düzenleme de buna uygun olarak dizayn edilmiş gibidir. Örneğin televizyon kanalı, ev ve billboard yüzeyleri parlak, renkli, steril ve yapay bir şekilde pürüzsüz tasvir edilir. Bununla birlikte filmde yaşlanma doğrudan çirkinlik olarak ele alınır, hatta ileriki sahnelerde aşırı yaşlanmışlık
unsurlarıyla birlikte iğrençlikle özdeşleştirilir. Buna yine Chul-Han'ın kavramsallaştırdığı gibi, çirkinliğin istismarı olarak ifade edebileceğimiz bir süreç eşlik eder. Bu kimlik kaybı, filmin nerede durduğu konusunda kafa karışıklığına sebep olmaktadır.

Beden bir tüketim malzemesi midir?

Bedeni bir tüketim malzemesine dönüştürme sürecini teşvik eden film, eleştiriyormuş gibi göründüğü meseleleri yeniden inşa etmek suretiyle mevcut düzenle olan bariz uzlaşmayı ifşa eder. Bu açıdan güzellik idealinin altında yatan çürümeyi ve anlamsızlığı vurgulamakta yeterli olamadığı ifade edilebilir. Hikâyenin mantık örgüsündeki güçlü unsurlara rağmen konunun ele alınışı ve anlatının konvensiyonel sinemanın örüntüsünden bir türlü çıkarılamayışı derinlikten yoksun, nobran ve suiistimalci bir dil oluşturur.

Film, Elizabeth'in bedeninin tüketim unsuru haline getirilmesini eleştirirken kurduğu evrenle aynı istismara ortak olmaktadır. Godard'ın ifade ettiği gibi,
"kamerayı nereye koyduğunuz bir ahlak problemi"dir. Bu açıdan bakıldığında filmin kamera açıları, hikâyenin ele alınış biçimi, ses, müzik, mekân gibi unsurlar açıkça suiistimal mantığını devam ettirmektedir. Cevher, tüm söylemeye çalıştıklarının aksine meseleyi ele alış biçimi ile cinselleştirilmiş, pürüzsüz beden algısını yeniden üretmiş ve bununla birlikte çirkinliği dahi istismar etmiş bir yapım olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu noktada meseleye daha sahici bir bakış açısı getiren Japon yönetmen Chie Hayakawa'nın (muhtemelen Narayama Türküsü (1983) filminden esinlenerek ortaya koyduğu) Plan 75 (2022) filmi, Cevher'den çok daha esaslı bir tartışma yürütmektedir. İnsan yaşamının son dönemine değinen film, yaşlılık söyleminin toplumsal olarak nasıl inşa edildiğine odaklanırken yaşlı nüfusun yoğun olarak yaşadığı Japonya'da hükümetin 75 yaş üstü bireylere gönüllü olarak ötanazi seçeneği sunan "Plan 75" isimli bir program başlatmasını konu edinir. Program, yaşlı bireylerin toplum
üzerindeki yükünü azaltmayı ve genç nüfusa daha fazla alan oluşturmayı amaç edinmiştir. Ancak film, bu kararın insani ve etik boyutlarını derinlemesine sorgularken yaşlı bireylerin nasıl yalnızlaştırıldığını, toplumsalın dışına itildiğini ve nihayetinde Plan 75'in kaçınılmaz bir gerçeklik haline geldiğini gözler önüne sermektedir.

Film, Japon toplumundaki zayıflayan aile bağlarına da atıf yapılırken bireyselleşmenin Plan 75'i zorunlu bir seçenek haline getirdiği ima edilmektedir. Genç ve yaşlı karakterlerin perspektifinden sistemin insani yüzü ve yarattığı duygusal çelişkiler de ustalıkla ele alınmıştır. Bu noktada Plan 75, yaşlılık olgusunu kendi toplumsallığı içerisinde tartışan, olayları ve kişileri karikatürize etmeyen, samimi ve içten bir sorgulamanın kapısını aralayan bir yapım olarak ana akım sinemadaki örneklerden ve son dönem popülerleşen bağımsız yapımlardan farklı bir sahicilikle, daha doğrusu "hakiki bir cevher"le karşımıza çıkmaktadır.

BİZE ULAŞIN