Cengiz Alğan: İSRAİL RIZAYI NASIL ÜRETİYOR?

İSRAİL RIZAYI NASIL ÜRETİYOR?
Giriş Tarihi: 25.11.2024 16:13 Son Güncelleme: 25.11.2024 16:13

Folke Bernadotte İsveç Kraliyet Hanedanı'na mensup bir asilzade, asker ve diplomattı. İsveç kralı V. Gustaf'ın yeğeniydi ve Wisborg Kontu unvanına sahipti. Birinci Dünya Savaşı sonunda orduya katıldı. İkinci Dünya Savaşı sırasında İsveç Kızılhaçı'nın yönetimine getirildi. Bernadotte'un öne çıkan özelliği diplomasi yoluyla arabuluculuktu. Bu konuda oldukça başarılıydı. Savaş sırasında Almanlarla esir takası müzakerelerini yürüttü ve toplama kamplarındaki çok sayıda Yahudi de dahil olmak üzere, yaklaşık 30 bin kişiyi takas ve çeşitli yöntemlerle kurtarmayı başardı.


Bir müzakereci olarak Avrupa çapında tanınmıştı. Öyle ki Hitler'in kurmaylarından Heinrich Himmler ona Almanya'nın Batılı müttefiklere teslim olması ama Sovyetler'e karşı savaşa devam etmesi konusunda bir anlaşma için arabuluculuk etmesi teklifi bile götürmüştü. Savaş sonrası Bernadotte önemli bir görev daha üstlendi. 20 Mayıs 1948'de (yani İsrail'in kuruluşundan altı gün sonra) Birleşmiş Milletler (BM) tarihindeki ilk resmi arabuluculuk olan BM Filistin Arabulucusu olarak atandı. Çünkü Filistin topraklarına yerleşen işgalci Yahudi terör örgütleri daha kuruluş ilanının yapıldığı akşamdan başlayarak çok yoğun bir şiddet, terör ve katliam dalgasına girişmişlerdi.

Arabulucu sıfatıyla 1948 Arap-İsrail çatışmasındaki ilk ateşkesi sağlamayı da başardı. Bugün UNRWA kısaltmasıyla bildiğimiz Yakın Doğu'daki Filistin Mültecileri için BM Yardım ve Çalışma Ajansı'nın temellerini de atmış oldu. Ancak bu barış çabaları İsrail'in kurucusu olan terör gruplarının hiç de hoşuna gitmemişti. Stern olarak bilinen Siyonist paramiliter Lehi örgütü tarafından suikastla öldürüldü. Hem de arabuluculuk görevine atanmasının üzerinden sadece dört ay geçmişken, 17 Eylül 1948'de.

Suikastı gerçekleştiren örgütün üç kişilik merkez komitesinin üyelerinden biri sonradan İsrail'e başbakan olacak İzak Şamir'di. Onu öldüren silahı ateşleyen Yehoshua Cohen ise daha sonra İsrail'in kurucusu Ben Gurion'un kişisel korumalığını yaptı. Tahmin edilebileceği gibi bu cinayetin failleri bulunamadı ve dava kapatıldı. Suikastta kullanılan silah ise 70 yıl sonra, 2018 yılında bir polis müzesinde ortaya çıktı.

Elbette İsveç bir hanedan üyesinin öldürülmesine kızgındı ve İsrail'in BM üyeliğini geciktirmeye çalıştı ama bu da iki yıl sürdü. İsveç 1950'de İsrail'i tanıdı. İsrail tarafı ise 47 yıl sonra, 1995'te, Tel Aviv'de düzenlenen bir törende başbakan Şimon Peres'in ağzından bu konu hakkında "üzüntü duyduğunu" resmi olarak duyurdu. Bernadotte'a ölümünden sonra bir BM madalyası tahsis edilerek mesele tarihin tozlu sayfaları arasında yerini aldı.

"İsrail'in topraklarını veren hain"

Bu uzun girizgâhın sebebi İsrail'in neden asla barış ya da çözüm girişimlerine yanaşmayacağının anlaşılmasını kolaylaştırmaktır. Emperyalist sömürgeciliğin Orta Doğu'daki ileri karakolu olarak kurulan İsrail, daha kuruluş ilanından itibaren, Filistin'in otokton halkına katliamlara varan saldırılarına başlamıştır. Büyük savaştan yeni çıkmış, bunun yaralarını sarmak ve tekrarını önlemek için Birleşmiş Milletler'i kurmuş dünyaya kafa tutarcasına, onun ilk resmi arabulucusunu dört ay içinde öldüren hastalıklı bir yapıdır bu. Üstelik bu kişinin Nazi kamplarından Yahudileri kurtarmış bir İsveç hanedan asilzadesi olmasının da önemi yoktur.

Aradan geçen 76 yılda da bu durumda hiçbir değişiklik olmamıştır. İsrail barış veya ateşkes çabasına girişen herkesi ve her kurumu buna benzer katliamlar, cinayetler, suikastlarla cezalandırır. Hatta kendi vatandaşlarını bile öldürmekten çekinmez. Tarihte bunun sayısız örneği vardır.

Örneğin İsrail'de iki dönem başbakanlık yapan ve "meşhur" Oslo Anlaşmaları'nı yürüten İzak Rabin'in hikayesi de bu bakımdan ibretliktir. Rabin, Oslo'da uzun süren görüşmelerden sonra 13 Eylül 1993'te, Washington'da İsrail-Filistin çatışmasında dönüm noktası kabul edilen Geçici Yönetim Düzenleme İlkeleri Bildirgesi'ni İsrail adına imzalayan siyasetçiydi. Diğer tarafta ise Filistin Kurtuluş Örgütü'nün efsanevi lideri Yasir Arafat bulunuyordu.

Bu anlaşmayla çok yetersiz de olsa Filistin Ulusal Yönetimi kurulmuş oluyordu. 1995'te ikinci Oslo Anlaşması imzalandı. Bu iki anlaşma zaten parçalanmış Filistin topraklarını iyice küçük parçalara bölerek de olsa Filistin yönetimine bir resmiyet kazandırıyordu. İlk anlaşma sonrası İzak Rabin ve Yasir Arafat Nobel Barış Ödülü de almışlardı.

Peki barış arayan Rabin'in başına ne geldi? İsrail'in İsrail'de doğan ilk başbakanı İzak Rabin, Oslo Anlaşması'nı imzaladıktan sonra radikal bir İsrailli militan tarafından suikastla öldürüldü. Üstelik Rabin'in kişisel tarihi hiç de öyle barışçıl örneklerden oluşmuyordu. Mesela terör grubu Haganah üyesiydi. Mısır'la savaşta aktifti, ordunun üst kademelerinde savaştı.

Ancak ilerleyen yıllarda adı anılan anlaşmalara varabildi ve İsrail'deki Arap nüfusun da desteğini alarak mecliste çoğunluk sağladı. Filistin'le anlaşmaya karşı protestolara rağmen Arafat'la el sıkıştı ve "Siz Filistinlilere karşı savaşan bizler, bugün sesinizi açıkça duyduk. Kan ve gözyaşı artık yeter" diyebildi. Ve bu sözler onun sonunu getirdi. 28 Eylül 1995'te imzaladığı 2. Oslo Anlaşması'ndan 37 gün sonra, 4 Kasım 1995'te, anlaşmaya kamuoyu desteği sağlamak için düzenlenen bir toplantı bitişinde, silahla vurularak öldürüldü. İsrail'de nüfusun bir bölümü, Nobel Barış Ödülü almış olan Rabin'i "İsrail'in topraklarını veren hain" olarak anmaya devam ediyor.

İsrail neden barış girişimlerini sabote ediyor?

Yarım asır arayla gerçekleşen bu iki olayın ortak noktası, her ikisinde de barış çabasının İsrail adı verilen illegal işgalci oluşumun sabotajlarıyla çökmüş olmasıdır. Çünkü İsrail'i kuran ve bugün de Orta Doğu'da emperyalizmin koçbaşı olarak kullanmaya devam eden aklın istediği şey barış değil, kendi kontrolünde sürekli bir kaos ortamıdır. Aralıksız süren bu kontrollü kaos, Batılı emperyalist ülkelerin değişen çıkarlarına göre dönüşümlere uğrayabilir ama temel hedefi değişmez. İsrail'in güvenliği gerekçesiyle bölgede her türlü terörü estirip kendi dizayn planlarını gerçekleştirirler.

Geldiğimiz aşamada, arkasına her türlü Batı desteğini alan İsrail o kadar pervasızlaştı ki bir yıldır Gazze'de yürüttüğü kirli katliamlar sonucu soykırım ve savaş suçuyla yargılanırken Lübnan'daki BM Barış Gücü kampının kapısını tanklarla yıkarak içeri girdi ve 15 BM askerini yaraladı. Ardından da BM'ye Barış Gücü'nü Lübnan'dan çekme çağrısı yaptı. Gelen eleştiriler üzerine Barış Gücü'ne yönelik üç saldırı daha yaptı. Bu saldırı sonrası (kendi askerleri de Barış Gücü içinde yer alan) Fransa Dışişleri Bakanlığı kınama açıklamasında bulununca, İsrail bu kez de bir Fransız şirketinin tesisini vurdu.

Geçtiğimiz Ağustos ayında da İsrail'in BM daimi temsilcisi Gilad Erdan "BM binalarının kapatılması ve yeryüzünden silinmesi gerekiyor" diyebilmişti. Bu şahsı daha önce de "Kudüs'teki BM yerleşkesini kapatmak ve İsrail'de bulunan kuruluşların liderlerini sınır dışı etmek gibi, BM aleyhinde benzeri görülmemiş önlemler alınması gerek" sözleriyle hatırlıyoruz.

İsrail barış girişimlerini sabote etmekle yetinmiyor elbette. Ortaya koyduğu sapkın fikir ve pratiklere en ufak itirazlara dahi tahammülü de yok. Örneğin Ekim ayı ortalarında, BM Özel Raportörü Francesca Albanese'nin sosyal medya üzerinden yaptığı eleştiri hemen saldırı oklarına hedef olmasına yetti. İsrail'in etkili STK'larından ABD merkezli ADL Albanese'nin derhal görevden alınması için harekete geçti. Henüz ne olacağını bilmiyoruz ama Albanese'nin başına neler geleceğini artık kimse kestiremez.

Kısacası İsrail en küçük uzlaşma ve barış çabasına dahi katlanamıyor ve bu çabayı gösteren kişi ve kurumları karalıyor, itibarsızlaştırıyor, hedef gösteriyor, öldürüyor ve tüm bunların sonucunda da hiçbir yaptırıma maruz kalmıyor. Aksine, geçtiğimiz aylarda onur konuğu olarak davet edildiği ABD Kongresi'nde gördüğümüz gibi ayakta alkışlanıyor. Bunun için elinde oldukça güçlü bir silah da var: Antisemitizm yaftası. Nazi uygulamalarından kalan mağduriyet algısını dünya çapında bir sopaya çevirerek istediği yere doğru sallayabiliyor. İsrail'in herhangi bir eylemine karşı en küçük bir eleştiri ya da sorgulama hemen antisemitizm suçlaması duvarına çarpıyor, cezalandırılıyor.

Siyonizm'in rıza üretimi

Yunanistan eski Maliye Bakanı Yannis Varoufakis'in başına gelenler buna bir örnek. Varoufakis'in ipi 8 Ekim'de Berlin'de bir TV programında "Hamas'ı kınıyor musunuz?" sorusuna verdiği cevapla çekilmişti: "Her bir vahşeti, faili veya kurbanı kim olursa olsun kınıyorum. Kınamadığım şey, yavaş yavaş ilerleyen ancak kaçınılmaz bir etnik temizlik programının parçası olarak tasarlanmış bir apartheid sistemine karşı silahlı direniştir" diyordu.

Siyonist network çarkı derhal harekete geçti ve Viyana Güzel Sanatlar Akademisi konferans davetini geri çekti. Berlin Babylon tiyatrosundaki
belgesel gösterimi polis baskısıyla iptal edildi. 12 kitabını basan yayıncısı sözleşmesini feshetti. Almanya'da konferans vermesi, etkinliğe katılması, hatta Zoom ve internet üzerinden konferans vermesi bile yasaklandı.

Siyonizm küresel çapta kurulmuş bir network aracılığıyla siyasetten sanat dünyasına, devlet bürokrasilerinden uluslararası kuruluşların yönetimlerine kadar sayısız alanda çeşitli yöntemlerle baskı kuracak konumlara yerleşmiş veya kontrol edebiliyor. Kimini parayla, kimini şantajla, korkutarak, sindirerek, olmazsa yok ederek istediklerini yaptırabiliyor.

Jeffrey Epstein meselesi çok net örneklerden biri. ABD başkanları, İngiltere prensi, dünyanın en ünlü şarkıcı, sanatçı, iş adamı, siyasi liderinin isimlerinin geçtiği seks skandallarının ev sahibi olarak hakkında dava açılmış ve tutukluyken aniden odasında ölü bulunmuştu (!) ve tüm davalar düşmüş oldu. Elinde biriken şantaj dosyalarının nerelere kadar uzandığını bilemiyoruz. Ama Yahudi bir öğretmen olarak başladığı, kısa zamanda multimilyoner "iş adamı" sıfatı edindiği hayatının, cinsel suçlara karışmış bir İsrail istihbarat elemanı olarak şüpheli bir ölümle sonlandığını biliyoruz.

İşte işlediği onca cinayet, katliam, işgal, hatta soykırıma rağmen İsrail'in çoktan hak ettiği cezayı çekmemesini, hesap vermemesini sağlamak için rıza üretiminde kullandığı bazı araçlar bunlar. Ancak elindeki devasa aygıtların; paranın, silahın, medya ve sanat dünyasının, uluslararası kurumların gücüne rağmen artık dünya halkları o rızayı göstermiyor. Her ne kadar Alman Dışişleri Bakanı Baerbock gibi sivilleri de öldürmenin meşru olduğunu savunup "İsrail'in güvenliği bizim de güvenliğimizdir" diyebilen "esir" yöneticiler İsrail'i ölümüne savunsalar da halklar çuvalın içindekini gördü. Gazze Soykırımı'ndan sonra boyaları dökülen Siyonizm'in işi eskisi kadar kolay değil.

BİZE ULAŞIN