İNSAN EVLADI, İNSANIN FİDAN HALİ…

Birol Biçer 18 Ekim 2024, Cuma
Çocuk deyip geçiyoruz ama çocuğun gerçekte tam olarak ne olduğunu biliyor muyuz, orası tartışılır. Çocuk yetiştirmeye kalkıyoruz ama kendini yetiştirememiş birinin evlat yetiştirmesi nasıl bir şey olabilir? Gerçek şu ki filozofların bile üzerine fazla kafa yormadığı, anlamaya çalışmadığı dolayısıyla hakkıyla anlaşılabilmiş bir varlık değil insanın hayata başlangıç evresindeki hali. Belki de çocuğun ve çocukluğun ne olduğunun, neler ifade ettiğinin, nasıl hassas bir mesele olduğunun biraz daha farkına varmamız gerekiyor. Bana sorarsanız pratikte oldu bittiye getirerek içinden çıktığımız ama gerçekte ise kolay kolay içinden çıkılamayacak bir mesele, bu çocuk ve çocukluk denilen.

Çocuk denilince neleri tartışır olduk!

Farkında mısınız bilmem; insanın başlangıç safhası olan çocuklar ve çocukluk meselesi gündemimize sık sık girer oldu. Ancak ne var ki bu mesele önümüze çoğu zaman bir tartışma konusu olarak ve hiç de normal sayılamayacak şekillerde geliyor. Bazen Barbie oyuncağı kılığına girmiş kız çocukları, bazen Akdeniz kıyılarına vuran Aylan bebek olarak, bazen bir mezra aşiretinin gizemli ilişkileri içinde vahşice bir cinayete kurban giden küçük kız Narin ya da aile içi şiddet sonucu ortada kalan öksüzler, bazen de şiddet mağduru olarak… Kimi zaman anlaşılmaya muhtaç halleri ve eğilimleriyle Z kuşağı bireyleri, kimi zaman ebeveynleri tarafından tuhaf kılıklara sokulan ve LGBT propagandasına meze edilen yavrucaklar, kimi zaman da İsrail bomba ve kurşunlarına hedef olan Filistinli çocuklar olarak ve daha nice tuhaf tartışmanın içinde önümüze gelir oldu bu konu. Oysa çocuk dediğimizde aklımıza böyle meselelerin gelmesi hiç de normal değil. Bir çocuğun Hanzala misali dünyanın en acımasız ordusuna karşı direnişin sembolü olması, denizaşırı kaçak göçmen botlarında boğulan göçmenleri temsil etmesi, ait olmadığı bir cinsiyete göre giydirilerek teşhir edilmesi ya da diğer şekillerde boy göstermesi ne kadar normal olabilir ki. Her gün haber spotlarında karşılaştığımız bu tuhaf örnekleri listelerle uzatmamız mümkün. Oysa daha yakın zamana kadar çocuk ve çocukluk dediğimiz şey gündemimize ve gözümün önüne saflık, sevgi, hayat neşesi, şefkat ve merhamet, terbiye ve belki biraz haylazlık, sokakları parkları dolduran umut dolu cıvıltılar ve oyun-oyunculuk olarak gelirdi. Ama biz küçük
insan, beşeriyet fidanı çocuğu anormal, tuhaf ve endişe verici bakış açılarından değil, onun gerçekte temsil ettiği değerler açısından görmekte ısrar edeceğiz. Çünkü her çocuk yukarıda saydığımız bu değerlerin hepsini ifade ediyor. Ve bilmeliyiz ki onlar olumsuz şekillerde gündemimize girse de bir sorun varsa şurası kesin: O sorun çocuklarda değil, biz büyüklerde. Kendimizi yetiştirmeden çocukları yetiştirmeye kalkmamızda belki de.

Yaratılış mucizesini izlemek

Şahsi deneyimlerimi teoriye yeğ tutarım. Bana sorarsanız, çocuk demek, özellikle yeni doğmuş bir yavruyu izlemek yaratılış mucizesini hızlandırılmış
bir örnek üzerinden müşahede etmeye denktir. Bunu edebi bir yakıştırma olarak görmemenizi rica ediyorum, zira bahsettiğim bu mucizeyi bizzat müşahede etmiş biri olarak konuşuyorum. Bundan 10 yıl önce, hastanenin doğumhanesinden çıkarılan yeni doğmuş oğlum bana gösterilene kadar nasıl bir bilinç açılımı yaşayacağımı, zihnimin adeta başka bir boyuttan seyir haline geçip gözümün önündeki bu yavrucağı yaratılış gizeminin bir tecellisi olarak huşu ve hayranlık içerisinde nasıl bambaşka bir idrakle izleyeceğimi ben de tahmin edemezdim. Henüz birkaç dakika önce doğmuş bu yavruyu bana ilk gösterdiklerinde adeta zihnimde o güne dek kapalı kalmış bazı devreler açıldı ve aralanan bu bilinç perdesinin ardından insanın yaratılış mucizesinin çok güçlü bir safhası karşısında olduğuma dair inkârı mümkün olmayan bir idrak ve his hâkim oldu. Adeta yaratılışın madde âlemindeki bu ilk tecelli safhasının perdesi aralanmış ve manevi bir keşif alanına girmiş gibiydim. Nasıl ve neden olduğunu anlayamadığım bu son derece güçlü idrak ve seyir halini tarif etmekte zorlansam da karşımda aşikar ve kesin eminlik duygusu içinde insanın yaratılış mucizesiyle karşı karşıya olduğum bilinci ve beraberinde getirdiği dinginlik ve hayranlık hali kaplamıştı. Benim için bir çocuğun doğumu yani gaybdan şehadet âlemini teşrifi böyle oldu.

Onlar da çocuk oldular


Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: "Çocukları sevin, onlara merhamet gösterin. Onlar, cennetin çiçekleri ve bir toplumun geleceğidir. Çocuklara şefkat gösteren benimle cennette olacaktır." Çocuk insanın küçük hali, tohum hali, fidan hali dememiz boşuna değil. O tohuma, o fidana nasıl özen ve
bakım gösterirsek gelişim süreci ve neticesi büyük ölçüde ona göre şekilleniyor. Etrafımızda binlercesi, milyonlarcası olduğu için ve büyümüş örnekleri de pek iç açıcı görünmediği için onların değerini yeterince kavrayamıyor olabiliriz ama neticede insanoğlunun en zirve örnekleri de istisnasız çocuk olarak dünyaya geldiler. Yazar Antoine de Saint- Exupery bunu şu sözüyle anlatır: "Bütün büyük şahsiyetler önce çocuk olurlar ama bunu çok azı hatırlar." Bir çocuk doğdu ve sonunda ondan ortaya Hz. Muhammed çıktı. Bir başkası doğdu ondan Hz. Ali, İbn Arabi, Hacı Bektaş, Mevlana, Yunus Emre, Buda, Hz. İsa, Eflatun gibi şahsiyetler meydana geldi. Siz ulvi bir şahsiyet olarak hangi alandan kimi kabul ederseniz edin o şahıs bir çocuğun tekâmülünün eseri oldu. İbn Sina ilimle dolu bir dünyaya gözlerini açtı ve kısa sürede harika çocuk oldu, ilmin seyrini değiştirdi. Hz. Musa hayata katliamdan kurtulması ümidiyle sepet içinde nehre bırakılan bir evlat olarak başladı. Hz. Muhammed yetim doğan, öksüz kalan, sonrasında hamilerini de kaybeden bir çocuktu. Ama o çocuklar ve binlerce benzerinden sonunda nasıl insanlar ortaya çıktığını tüm tarih biliyor. Her birinden böyle zirve örnekler çıkmayacağı açık olsa bile, şunu bilmek gerek ki her çocukta büyük bir insanın potansiyeli, nüvesi mevcut. O potansiyeli ortaya çıkaracak sevgi, terbiye, ahlak, ihtimam ve imkân sunulduğunda ondan niteliksiz bir varlık çıkması mümkün değil. Bunlar verilmediğinde ise aynı potansiyelden Nemrutlar, Hitlerler, Ariel Şaronlar, Netanyahular çıkacağını biliyor ve görüyoruz.

Büyük davaların öncülüğünü yapan küçük çocuklar
Yüksek bir amaç uğruna, daha adil bir dünya için ya da bir haksızlığa karşı durmak adına isyan edip harekete geçenlerin ve iz bırakanların çoğunun yetişkin olmasına alışkınız. Ama böyle karakterler sadece yetişkinlerden değil, çocuklar içinden de çıkıyor. Bunların en göze batan örneklerini saymak yerinde olabilir: Bugün genç bir kız Filistinli aktivist Ahed Tamimi 2012 yılında 11 yaşındayken işgalci İsrail askerine attığı yumrukla dünyaya cesaret nedir gösterdi ve ardından İsrail zulmüne ve faşizmine karşı eylemleriyle tüm dünyada ses getiren bir direniş simgesine dönüştü. Pakistanlı Malala Yusufzai, 13 yaşında Taliban'ın kızları okutmama çabalarına direnişiyle ön plana çıktı ve 15 yaşında öldürülmeye çalışıldı. Direnişi onu 17 yaşında Nobel Barış Ödülü almaya kadar götürdü. Fikrine katılın ya da katılmayın; asperger sendromlu çevre aktivisti Greta Thunberg 13-14 yaşlarından itibaren katıldığı faaliyetlerle amacı doğrultusunda geniş bir kitleyi peşinden sürüklemeyi başardı. Amerikalı Ryan Hickman'ın 7 yaşında başlattığı Ryan's Recycling hareketi pet şişe ve plastiklerin okyanusa ulaşmasını engelleme konusunda büyük bir kitleye ulaştı. Tüm dünyanın Soğuk Savaş ve nükleer tehdidin gölgesini hissettiği bir dönemde 10 yaşındaki Samantha Smith isimli bir kız yazdığı ve bir Sovyet gazetesinde yayınlanan tek bir mektubuyla bir anda barış rüzgarları estirdi. Kendisi de çocuk işçi olarak kötü şartlarda çalıştırılan Pakistanlı İkbal Mesih 10 yaşında çocuk köleliğine karşı savaşın bayraktarı oldu ve 12 yaşında suikastle öldürülene dek binlerce çocuğun esaretten kurtuluşunu sağladı. Irk ayrımının yaşandığı 1950'lerin ABD'sinde 15 yaşındaki siyahi kız çocuğu Clodette Colvin otobüste yerini bir beyaza vermeyi reddederek, yargılanarak ve direnç göstererek Rosa Parks hadisesiyle ateşlenen Sivil Haklar Hareketi'nin ilk kıvılcımını oluşturdu. Suriye'de iç savaşın yaşandığı günlerde henüz 7 yaşındayken savaş altındaki hayatını belgeleyen hatıratı yayınlanan Bana el-Abed ülkesinde yaşanan vahşete tüm dünyanın dikkatlerini çekerek dünya liderlerini harekete geçiren faktörlerden biri oldu. Hintli Anoyara Hatun çocuk ticareti mağduruydu. 12 yaşında Save The Children tarafından
kurtarıldıktan sonra ülkesinde çocuk sömürüsü ve ticaretine karşı mücadele eden simgelerden biri oldu ve yüzlerce çocuğu esaret, kölelik ve küçük
yaşta evlendirilmekten kurtardı.

Bir çocukluk hatasının telafisi ve kaybolmamış çocukluk safiyeti


Geçtiğimiz haftalarda vuku bulan şu hadise küçücük ve önemsiz görünebilir, hatta bir haber değeri taşımadığı dahi düşünülebilir ama yerel bir Fransız haber sitesinde gözüme ilişip de okuduktan sonra bana göre fazlasıyla güzellik içerdiğini ve çocuk safiyetinin biz büyüdüğümüzde de bir şekilde kendini gösterebileceğini düşünüyorum. Olay şöyle: Fransa'nın Nimes kenti yakınlarındaki Uzès kasabasında bulunan bir büfenin sahibine bir mektup gelir. Büfeci zarfı açtığında içinde imzasız kısa bir mektup ve 50 Avro'luk bir banknot bulur. Şaşırır ve mektubu okumaya koyulur. Şu ifadelerden oluşmaktadır bu mektup: "İyi günler. Bu mektubu sizden özür dilemek ve çocukluğum sırasında size karşı yapmış olduğum bir hatayı telafi edebilmek amacıyla yazdım. Gerçek şu ki küçük bir çocukken sizin büfenizden bir avuç şekerleme çaldım. Bu nedenle bu hatamın bedelini ödemek üzere zarfa 50 Avro koydum ve sizden en samimi özürlerimi kabul etmenizi rica ediyorum. Sizden çaldığım için çok üzgünüm, size ve yakınlarınıza en iyi dileklerimi sunuyorum. Saygılarımla." Büfeci bunun bir şaka, paranın da sahte olduğunu düşünür ancak kontrol edince öyle olmadığını anlar. Habere göre, büfe sahibi yıllar sonra pişmanlık duyarak özür dileyen bu kimliği gizli şahsın davranışından çok etkilenmiş ve böyle samimi bir olayı ve duyguyu hatırlamaları için 50 Avroluk banknotu üç parçaya bölerek her birini üç çocuğuna saklamaları için vermiş.

Ergenliğin icadı


Ergen kavramına ve daha da önemlisi bu kavramın ifade ettiği yaş aralığındaki büyük çocuklara hepimiz aşinayız. Aslında insanlar yüzbinlerce yıl boyunca 13-18 yaş aralığında yaşadılar ancak çocukluk ile yetişkinlik arasındaki geçiş dönemini ifade eden bu sürece başlı başına bir isim (ergenlik) vermek gerektiğini ancak yakın dönemde düşündüler. Ergen denilen varlık böylelikle 20. yüzyılın bir icadı oldu. Bu türün icadı beraberinde 1950'lerden itibaren yeni bir tüketim pazarının doğuşuna ve görkemli yükselişine yol açtı. Ergenleri hedef alan ve onların eğilim ve beğenilerini bir yandan takip edip diğer yandan yönlendiren bu pazara "ikramiye pazarı" da deniliyordu. O yılların ergenlerini "bebek patlaması kuşağı" temsil ediyordu ve bu kuşağın lise ve üniversiteye gitme oranı öncekilerden hayli yüksekti. Böylece ergen pazarı doğmuş oldu ve o dönem bu akımı başlatan ABD dünyanın en büyük tüketici odaklı ekonomisi haline geldi. Genç tüketici harcamalarını moda, bakım ürünleri, arabalar ve spor malzemeleri ve müzik oluşturuyordu ve bunların reklamlarda tanıtımı daha önce görülmemiş bir ölçekte bir "gençlik hedonizmi" doğurdu. "Rock and Roll" müzik türü ortaya çıktı ve yeni "genç" pazarının ilgi alanlarından ve harcama gücünden yararlandı. Yeni pazar ve ilişkili kültürel etkiler, gençliğin modern ekonomide tasvir edilme ve değerlendirilme biçiminde kalıcı değişikliklerle dünyanın diğer bölgelerine yayıldı. Büyük ölçüde 13 yaş üstü çocuklara hitap eden bu pazar günümüze kadar uzandı ve şimdi bu pazarın en önemli kalemlerini akıllı telefonlar başta olmak üzere dijital teknoloji
aletleri, dijital oyunlar, marka ayakkabı ve giysiler teşkil ediyor. Kısacası pazardaki genişlemenin dışında değişen fazlaca bir şey yok.

"Çocukluk, daha ciddi şeylere geçmek için kaçılması gereken geçici bir dönem değildir"

Fransız akademisyen Laurent Baechler felsefecilerin üzerinde derinlemesine durmadıkları bir alan üzerine yoğunlaşmış bir felsefeci. L'enfance, Une Grande Question Philosophique (Felsefi Bir Mesele Olarak Çocukluk) başta olmak üzere çocuklar ve çocukluk üzerine birçok çalışması var. Çocuğu son derece zeki bir varlık olarak tanımlayan Baechler, çocukluğu ise daha farklı niteliyor. Çocukluğu tüm zenginliği ve önemiyle ele aldığı kitabında Baechler şöyle ilginç bir tespitte bulunuyor: "Çocuk ile çocukluk tam olarak aynı şey değildir. Çocuk bakıma ve ilgiye muhtaç, bağımlı bir insandır. Çocukluk ise, kişinin daha ciddi şeylere geçmek için kaçması gereken geçici bir dönem değildir. İçimizde yaşayan ve gerçeklikle ve şimdiki zamanla
olan ilişkimizi düzenleyen bir dizi fikir, anı, inanç, hayaldir." Çocukluğun tarih boyunca düşünürleri bu kadar az cezbetmediğini söyleyen Baechler filozofların çocuğun ve çocukluğun daha ziyade yetişkin insanlara göre eksiklikleri üzerinden değerlendirildiği ve çocukluğun bu bakımdan ihmal edilen bir zenginlik olduğu görüşünde. Bir röportajında "çocuk olmayı bırakacağımız bir yaş var mı?" sorusuna verdiği cevap da bir o kadar ilginç: "Çocukluk sadece yaşamın bir dönemi değildir, bu dönem hayatımız boyunca içimizde yaşamaya devam eder. Ancak belli yaşlarda bunu bir kenara bırakma eğilimindeyiz. Her şey, yetişkinliğe girmek istiyorsak çocukluğun bataklığından çıkmamız gerektiği şeklindeki varsayılan fikre dayanmaktadır. Bu büyük ölçüde küçümseyici anlayış, çocukta eksik olan her şeyi ima ettiği gibi, yetişkini üstün kılan her şeyi de ima eder. Yetişkin, çocukluğu olmamız gereken kişi olabilmek için içinden çıkmamız gereken bir şey gibi görür. Çocukluğun, yetişkinlerin artık sahip olmadığı bir zenginlik içerdiğini söylersek o zaman paradigma tamamen değişir ve çocuğu olduğu gibi, yani etrafındaki dünyaya karşı muazzam bir merakla donatılmış ve sürekli kendisine yöneldiği son derece zeki bir varlık olarak görmemize olanak tanır. (…) Buradaki ironi, çocuğun bir tür doğal ve kendiliğinden metafizikçi olmasıdır. Çocuk aynı zamanda samimi bir varoluşsal düşünürdür. Ölüm sorunu ve yaşamın sınırları sorunu, muhtemelen bu soruyu artık kendilerine sormayan birçok yetişkine kıyasla onda daha fazla mevcuttur."

Çocukların oyunları ve hayalleri değişirken

"Çocuk oyunla büyümelidir" diyor Eflatun. Mevlana da "Oyun, görünüşte akla uymaz ama çocuk oyunla akıllanır" diyor. Bu, "çocuk demek oyun demektir" ya da "oyun hayata hazırlıktır" gerçeğinin kadim üstatlar zamanından beri değişmediğini gösteriyor. Evet, bu gerçek hâlâ geçerli ancak içeriği çok büyük ölçüde değişmiş durumda. Saklambaç, körebe, yakar top, çelik çomak, topaç, uzuneşek, seksek, tahta at, üçtaş ve diğerleri… Bunlar bir zamanların çocuklarının değişmez oyunlarıydı ama yaşanan ortamların ve şartların değişimiyle birlikte hızla mahallelerden, sokaklardan, parklardan kaybolur oldu. Dijitalin gelişi kaçınılmazdı ve bu durum bu oyunların kayboluşunu da kaçınılmaz kıldı. Dijital teknolojiler hayatımızda birçok şeyi değiştiriyor, dönüştürüyor ve ortadan kaldırıyor. Yetişkinler için geçerli olan bu durum çocukların dünyasında belki kat kat daha tesirli. Çünkü onların dünyasına eski ve geleneksel olan oyunlar daha girmeden dijital olanları giriyor. Yani çocuklar için eski, oyunların nostaljik bir yeri bile yok. Bunlarla birlikte çocukların hayalleri de değişti gibi. Yakın zamana kadar çocukların hayallerini pilotluk, askerlik, astronotluk süslüyordu ama şimdi ne olmak istediklerini sorduğumuzda "Youtuber, gamer, e-sporcu, fenomen ya da futbolcu" gibi cevaplar alıyoruz. Dijital oyunların çocukları esir aldığı gibi konulara girmek dahi istemem zira tüm bunlar karşısında çaresiz kaldığımız klişelere dönüştü. Zamanın akışına direnmektense getirdiğinin içeriğini kontrol dışı kalmaktan kurtarmak ve çocuk zihnine uyumlu hale getirilmesi için çalışmak daha uygulanabilir görünüyor.

Doğacak son çocuğa dair


Çocuğun insanlık adına önemine dair en önemli hususlardan birini Muhyiddin İbn Arabî, Füsûsü'l-Hikem adlı eserinin birinci cildinde ifşa eder. İbn Arabî'nin "hatem-i-evlâd" (çocukların mührü/sonuncusu) olarak nitelendirdiği bu bahis insanlığın sonu ile doğrudan ilgilidir ve aynı zamanda tüm beşeriyete bir ihtar gibidir. Sözü doğrudan Şeyh-i Ekber'e bırakalım ve bakalım bu son çocuk hakkında ne keşfetmiş: "İnsanlığın doğacak olan son ferdi, Hz. Şît'in (a.s.) izini takip edecek ve onun sırlarına vakıf olacak. Ondan sonra insanlıktan hiçbir çocuk doğmayacak. O, hâtem-ievlâddır (çocukların mührü/sonuncusu). Kendisiyle aynı zamanda doğacak bir kız kardeşi olacak ama o ondan önce [annesinin rahminden] çıkacak, kendisi de ondan sonra çıkacak. Bu hâtemin başı, kız kardeşinin ayaklarının yanına konulacak. Doğduğu yer Çin olacak ve lisanı da doğduğu memleketin lisanı olacak. Kadın ve erkek arasında kısırlık yayılacak ve doğumsuz (çocuksuz) evlilikler çoğalacak. O, insanları Hakk'a davet edecek ancak davetine icabet eden çıkmayacak. Allah onun ve devrinin müminlerinin canlarını kabzettiğinde, ondan sonra hayatta kalacak olanlar hayvanlara benzeyecekler. Ne helâl olanın helâlliğine, ne de haram olanın haramlığına aldırış etmeyecekler. Sağduyuya hiç kulak vermeyerek ve tüm ilahî
hükümleri hiçe sayarak sadece hayvanî nefse tâbî olacaklar. Ve Kıyamet vakti onların üzerine doğacaktır."

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.