AYDIN SADİZMİ
Aydın sadizmi deyince aklınıza şu mahalle bu mahalle gelmesin. Toptan bir sosyolojiden bahsediyorum. Kendini aydın ve ayrıcalıklı olarak gören kesimlerden.
Kendilerine münevver ya da entelektüel demeleri bizi ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren şey bu seçkin elitin davranış biçimi. Halkı 12 yaşında bir çocuk olarak gören ve bilgiç otoriteler kurarak sakil fikirler dikte eden huysuz bir yaşam formu.
Tamam da sadizm nereden çıktı diye sorabiliriz. O bizzat "ayaklı kütüphanenin" "Batıcıl ansiklopedik bilginin" bilgiyi sunuş biçiminden geliyor. Ya Tanzimat Türkçesiyle anlaşılmaz bir dil ya da İngilizce Fransızca kelimelerin boca edildiği sıkış tepiş bir lisan. İnsana, "Bu adam bu kadar anlaşılmaz
konuşuyorsa ne büyük aydın, ben bunun yanında böceğim be!" dedirtecek bir durum.
Kıvrık kaşlı ulemalar topluluğu. Alıntı sarhoşları, entel ıstıraplar. Kendi aralarında özel bir alfabe kullandıkları izlenimi veren dinli-dinsiz bir ruhban. Nemrut, bağırgan ve sirke suratlı.
Pîrim anneannem bu tiplerin hamile kadınların önüne çıkmasının bebeğin sağlığı için tehlikeli olduğunu söylerdi. Eski kadınlar mevzuya uyanmıştı!
Fakat meselenin dibi "aydınlanma" olayına dayanmakta. Burjuvazi sanayi kapitalizmine yürürken (Fransız devrimi) kilise ve aristokrasiyle kapışmış, kendine alan açmış. 16. yüzyıldan başlamış 19. yüzyılda zirveye varmış. Bizim muhafazakâr geleneğin de hayran olduğu bu sanayi kapitalizmi bugün Batının harbi aydınları tarafından, dünyayı zehirledi, kirden pastan mahvetti, yüzde 10'un lehine yüzde 90'ı ezdi, ayırdı, ötekileştirdi diye yerin dibine batırılmakta…
Neyse işte bu vahşi hırs, fikir-yaşayış- inanç olarak kendisine kökten muhalif başka bir dünyanın insanını, Osmanlı'yı alt edip topraklarına konunca… Beyaz Adam'ın ideolojisi serbest kaldı, üstümüze yürüdü...
İnsan ruhu, kültür onlara vız geldi
Nedir bu? Pozitivizmdir. "Deneyini yapmadığım, elimle dokunmadığım şeye inanmam abi" demektir. Darwin'dir. "İnsan evren çorbasından rastlantıyla çıktıdır." Freud'dur. "İnsan kötüdür." Ve bilahare diğer tantanalar: Bilim dindir, maddecilik esastır, Tanrı ölmüştür, din gereksizdir...
Bu kapitalizmin analizi Marks tarafından yapıldı. Marks İngiliz asilzadesiydi, kankası Engels fabrikatör çocuğuydu. Meseleyi sadece ekonomi gözüyle gördüler. Onlara göre en ileri sistem "Çocuk İşçiler Kapitalizmiydi," o iyice şey edince sosyalizm falan gelecekti. Ekonominin gidişatında insanın kurtuluşunu aradılar. Yani babalar ihtiraslıydılar, devlet kapitalizmi taraftarıydılar.
İnsan ruhu, kültür onlara vız geldi. Sonra ardından proletarya diktatörlüğü geldi. Diktatörlük tek kurtuluştu. Sovyetler de bunu yaptılar. Milyonlarca köylüyü açlıktan, milyonlarca aristokratı tecavüz ederek bitirdiler. Kendi adamlarının kafasına kurşun sıktılar, milleti toplama kamplarında çürüttüler.
Buna dayanamayan Avrupalı post-Marksistler kültürü öne çıkarttılar. Çıkarttılar da hangi kültürü? Madem metalar serbest dolaşıyordu insan da öyle olmalıydı. Metalarda tekelci tröstler kurulunca kültürü de Hollywood yönetti. Pedofili Adaları böyle ortaya çıktı. Ultra zengin bireyin sıfır ahlâk, haz kolonisi. Kültür dedikleri buydu.
Genç Osmanlılardan başlayarak bizimkiler de Kadızâde Müslümanlıklarını (teleskopla meleklerin bacaklarının dikizliyorlar kafası) batıya taşıyıp oradan "kafa bi'dünya" dönünce… Devlet-i Âli de olan bitenin aslını esasını göremeyince, İttihat falan, sömürgecilere yenildi. Yeni cumhuriyet
direniş zamanında söylediklerini yutan otoriter tek partiydi. Madem bizim medeniyet yenilmişti o zaman terk edilmeliydi…
Kelimeler yasaklandı, "öztürgeçli" bir hayat inşa edildi. Anadolu halkı yama dikmekten bitap düşerken, İngiliz artistleri gibi giyinenler balolar yaparaktan muasır medeniyete erişti. Biraz kıpırdayanlarsa kodeslerde eridi, başı taşla ezilerek kaybedildi.
Genel olarak ortam böyleydi. Dünya küresel bir despotizmle boyanmıştı. Sosyalizm falan fos çıkmıştı…
Adsız hazkolikler
Peki, aydınların hâli ne hesaptı?
Muhteşem Süleyman devrinde muhteşem olmayan şeyler de olmuştu. Ebussuud, müdânâsız ârifleri, has âlimleri sıraya koymuş kesmişti. Sümbül Sinan nasıl olmuşsa canını kurtarmıştı.
Kurtarmıştı da Merkez Efendiyi yetiştirmiş, o da mesir macunuyla sultanları iyileştirmişti. Merkez Efendi kimdi? O dünya ahvali sorulunca "Her şey merkezinde" diyen adamdı. Her şey merkezindeydi, olup biten ıstıraplar idrak ehli insana birer uyarıydı…
Yüzeysel, sathi akla tapınanların dünyası insan-ı kâmil medeniyetinin küllenmesiydi. Rahman dersini veriyordu, verecekti. Merkantilist-iskeletor-simsar akıl gezegene hükümdar olmuştu.
Bugünkü dünya böyle oluştu. Bu dünyanın ruhsuz entelektüelleri de…
Kendilerine istedikleri kadar şu bu, muhafazakâr, İslamcı, devrimci, ilerici desinler herkes bu "mış gibi" yapan tiyatronun merkezindeydi. Kafeler tıklım tıklımdı, kadehler siyasi bir aidiyetle kalkıyordu, alkolsüz şampanyalar baby shower'larda gümlüyordu. Ultra modern bir hayat yaşanıyordu. Ondandır makama, arabaya, mala mülke ve göbek altı organlara secde edildi. Hakkaniyet unutuldu, altın buzağı heykeli yeni sistemin gözbebeği oldu. Sağcılık solculuk filan da bu işin mayoneziydi, ketçabıydı. Ki ketçap Amerikan uydurmasıydı. Güneşte kurutulmuş Hatay salçası varken esamesi okunmazdı.
"Adsız Hazkolikler Cemiyeti" dört yanı ele geçirmiş, millet mide ameliyatı olmaktan bîtap düşmüştü.
İsteyene Rus salatası ile Çin böreği veriliyordu. Mutaassıp baklavanın endüstriyel şerbetinde diyabet görülmüştü. Onun için beyaz leblebi ile modernite içiliyordu, kafalar kırık, kafalar bi'dünyaydı. Çalsın sazlar oynasın kızlardı.
Kabul edilmiş masonlar locasının postmoderni aydınlar, zaten İslamofobik tişörtleri çoktan çekmişlerdi. İslam nedir bilmiyorlardı ama olsun, Yunus Baba onlar için türkücü gibiydi. Ezanlara ve camilere mesafeliydiler, cem evleri bile onlar nezdinde folklorik ve de etnik-sentetik zamazingolardı.
Asabı bozuklar tarikatı
Karşı mahalledeki feveran ana dalga için ise Kaygusuz Abdal kâfir, İbn Arabi mülhit, Mevlâna öhöm, Niyazi Mısri zındık şeklindeydi. Birtakım hazirun
şöyle örttün böyle örttün tarzında başımıza tüccar terzi kesilmişlerdi. Holding cemaatleriyle, "asabı bozuklar tarikatı", ehli hiddet uleması falan homurdanıyorlardı ama aynı pozitivist-selefi gelenekten DEAŞ çıkmıştı, FETÖ çıkmıştı, öteki beriki, CIA çıkmıştı. Hepsi aynı damardan besleniyorlardı. Damar tamamen tıkanmıştı. Tıkalı damar sorunu tabuydu, konuşulması yasaktı. O damara anjiyo yapıp açmayı kimse becerememişti. O yüzden ezkaza bile beyinlere kan gitmiyor, etrafta maskeli ajitatörler cirit atıyordu.
Finalde de Beyaz Adam esmer toprakları işgal ediyor, Filistin'i 75 yıldır yakıyor, yeni bir Nazizm; Siyonizm ve başka nasyonal isimlerle yayılıyor, mazlum ruhlar direniyor ve de maalesef yenilip duruluyordu.
Buna da kader deniyordu… "Yeşil vadi varken, Kolera vadisine sapmayın, gitmeyin!" demişti Hz. Ömer. Körlemesine gidilmişti.
Kader bunun neresindeydi? İşler karışıktı "sadrialışıktı!"
Bütün mevzu akıl meselesinden çıktı. Akılcılık kelimesine hayran olundu, bayılındı.
De neydi bu akıl? Hangi akılcılıktı bu? "Akıl akıl, gel bana takıl" şeklindeki sokak lisanıyla söylersek, "elektrik süpürgesiydi!" Oysa kuantum, maddenin ardındaki metafizik gerçeği göstermişti. Maddi olan adeta yok olmuştu. Meselenin özünde dinlerin söylediği bir Mutlak Aklın, şaşırtıcı bir gerçeğin olduğu anlaşılmıştı. Aydınlanma aklı demodeydi, prematüreydi, dardı, sıkıntılıydı. Öyle bir noktaya gelinmişti ki "sezgi" bile anormal bulunmuştu. Hissikablelvuku kocakarı ilacı sanıldı. Metafizik denince bunların aklına Alaattin'in Lambası geliyordu.
"O kahrolsun, bu kahrolsun" tarzında sloganlarla bir cacık olmayacağı belliydi belli olmasına da holiganları aydın sanan Karakafalar kendi kendilerine bağırıp duruyorlardı.
Hakikatin yolu yokuş, duvarların kulakları sağırdı.
Bilmiyorlardı…
"O kahrolsun, bu kahrolsun" tarzında sloganlarla bir cacık olmayacağı belliydi belli olmasına da holiganları aydın sanan Karakafalar kendi kendilerine bağırıp duruyorlardı. Hakikatin yolu yokuş, duvarların kulakları sağırdı. Bilmiyorlardı…
Malumatfuruş gevezelikler
Hz. Muhammed'in Mekke dışına çıkmasını fırsat bilen eşlerinden Ümmü Seleme, kendi odasına ilave bir oda yaptırıyor. Bunu gören Resulullah: "Bir müminin servetini yiyip bitiren şey, faydasız inşaattır" diyor…
İktisadi ve beşerî öncüllerimiz var. Yeryüzünde ilk "ticari" sistem İslam coğrafyasında doğmuş, ilk "Temsili Demokrasi" ise yine Peygamberin öncülüğünde Medine'de kurulmuş.
Kurulmuş da biz ne yaptık? Tam tersini…
Öyle ki Batı uygarlığının timsali olan büyüme-gökdelen paniğindeki haris kapitalizmi en çok bizim gelenekçiler savundular. Akım öyleydi, onlar da buna uydular. Bir an önce batıya yetişmeliydi, haldır haldır koşmalıydı, ne olacaksa olsundu. Namaz niyaz inşaata ihtiras.
Kemalistler zaten gelişmenin böyle olacağına inanmışlardı. Tamahkâr kapitalizm böylece dip köşe yayıldı…
70'ler 80'ler 90'lar böyle geçti. Asıl meseleye "Fransız" olan ama süregiden saçmalıktan rahatsız isyankâr genç nesiller, "Atatürk" diye bağıran darbelerle kıyma yapıldı, medeni siyasetçiler bitmez kâbuslarda yandı. Utanç hapishanelerinde cımbızla eti çekilen insanlar şiddete ve kine yemin ettirildi. Terör beslendi...
Devleti halkla barıştırma çabasındaki muhafazakâr siyasetçiler kurumları yeniden konumlandırdı ve ülkeyi darbelerden sıyırırken memlekete sınıf atlattırdılar ama alttan alta akan bu sisteme, bu "İhtiras Tramvayına" karşı pek bir şey yapamadılar. Aç gözlüler tramvayı gittikçe kalabalıklaşarak yoluna devam etti.
Irkçı fasaryaların, lanetleme-kutsama ikilemindeki çakıl beyinli koroların karşısında ilim irfan tutunamadı. İnsan-ı kâmiller gizlendi, köşelere çekildi. Kaba siyasetten başka bir şeye aklı ermeyen yarım akıllı aydınlar öyle ortaya çıktı. Bunların laik-ilerici maske takanları oldu, pek muhafazakâr görünenleri oldu. Kendi korolarını, kanonlarını "aman efendim, sapan efendim" şeklinde pışpışladılar. Körlerle sağırlar birbirine tenekeden ödül yağdırdı, hiçbir (yerel ve evrensel) yankılı eser üretmeden göz süzdüler, bıyık burdular, içimizi baydılar…
Münevverlerin cehaleti
Cemil Meriç, fevri bilge şöyle demişti:
"Aydın olmak için önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer. Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kişi. Aydını yapan: Uyanık bir şuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs.
Entelektüel olabilmek için yükseköğrenim görmüş olmak tek başına yeterli değildir. Ancak gelişmemiş ülkelerde her diplomalı entelektüeldir.
Çözülmenin entelektüel boyutta gerçekleşmesi, toplum planında da çözülmenin gerçekleşeceğinin işaretidir.
Düşünceye yasak bölge tayin edildiği andan itibaren düşünmek yoktur, bir düşüncenin esareti altına girmek vardır. Batı bütün fetihlerini entelektüel manadaki serbestiyete borçludur.
Gerçek sanat ayırmaz, birleştirir…"
İstanbul ruhunun temsilcisi Samiha Ayverdi şu işaret fişeğini atmıştı:
"Bir memlekette en tehlikeli davranış münevverlerin cehaletidir. Aydın sınıfı fikri çöküş içine düşmüş cemiyetlerin âkıbeti, tamamen cahil kalmış cemiyetlerin âkıbetinden belki daha tehlikelidir.
Bu dava evvela münevverin halka karşı kendini eğitmesi esasına dayanmalıdır. Bu iki tarafın birbirini tanıması, sevmesi ve inanmasıyla mümkün olabilir. İnsan önce kendini eğitmekten, terbiyeden ve nefsi arınmadan geçmeli."
"Aydın Sadizmi"ne burada final yaparken bir örnek vermek isterim:
Aydın-münevver ana caddenin en dandirik literatürü "Ortodoks- Heterodoks" ayrımıdır. Batıcıllar bunu Hristiyan felsefesinden alırlar, muhafazakârlar ise bilinçaltlarının ezikliğinden. İkisi de muteber değildir desek fazla gelir. Bizim için hakikatin zahir ve bâtın yanı vardır. Biz toplumsallıkları böyle, bütünüyle kavrarız. Tevhid budur.
Akıl bizim bilgelerin nezdinde, nurdur. Nurdan bahsetmek ter ve cesaret işidir. Eğer aydın, çağın sokağına yabancı bir ayaklı kütüphane ise ondan geveze bir mâlumatfuruş çıkar, laf kalabalığı çıkar.
Biz aklın nuruyla aydınlanmış arka sokak filozoflarının tarafındayız…