FANATİZM İLE GÖRECELİK TARTIŞMALARI ARASINDA KAPSAYICI TOPLUM VE İSLAM
Fanatizm, hiç şüphesiz bugüne ait bir olgu değil ancak fanatizmin modern toplumda daha yaygın ve çeşitli olduğunu söylemek mümkün. Sabitelerin yerinden edildiği bir çağda yeni sabite arayışları, kaosun hüküm sürdüğü bir dönemde düzen arayışı aşırılıkların ve türlü fanatizmlerin ortaya çıkmasını kolaylaştırıyor. İnsanlık düzensiz bir dünyanın karmaşasında kendine bir yol ve hayatına anlam katacak bir değer ararken karanlığına ışık tutacağını ya da çıkarlarına uygun düşeceğini düşünerek fanatik fikirlerin, ideolojilerin ya da kimliklerin peşine düşebiliyor.
Bu arayış günümüzün küreselleşmiş teknolojik kapitalist sisteminde yeni mecraların verdiği imkânlarla farklı biçimler alıyor. Yeni veya kadim, aşırı veya orta yolcu, ana akım veya sapkın her türlü inanç, ideoloji ya da kimlik ortaya çıkan küresel pazarda sunuluyor ve alıcısını bekliyor. Bu ortamda fanatizm de kendine yer buluyor ve benimsediği saldırgan tutum kimileri için cezbedici olabiliyor.Böylece bazen bir kimlik bazen bir din ya da ırk bazen de bir futbol takımı adına fanatizm söz konusu oluyor.
Fanatizm bağnazlıktır
Fanatizm bir kutsallaştırma faaliyetidir. Kelimenin kökenindeki "fanum"un Latince tapınak, mabet anlamına gelişi buna işaret eder. Fanaticus ise Latincede esinli ve kendinden geçmiş kişiyi ifade eder. Yani kendi kutsalında kendinden geçmiş ve kendi dışındakine tahammül göstermeyen bir durumdur fanatizm. Hemen her konuda fanatik ruhların varlığı söz konusu olabilir ve bu kişiler tahammülsüz ve saldırgan tutumlarıyla huzur kaçırıcıdır.
Fanatizm, taassup ve bağnazlıktır. İbn Haldun, taassupla anlam benzerliği olan asabiyet kavramını geliştirirken kolektif duygunun kişiyi harekete geçirici gücüne atıfta bulunur. Buradan yola çıkıldığında taassubun, farklı olana karşı direnci, kendi doğru bildiğine sıkı sıkıya bağlanmayı ve ötekine karşı mücadele için ait olunan asabiyetten alınan güçle harekete geçmeye hazır olmayı ifade eder.
Fanatizm türlerindeki ortak duygunun kendilerine yönelen tehdit algısı ve buna mukabele etme ihtiyacındaki radikal kararlılık olduğu söylenebilir. Söz gelimi, dini fundamentalizm ve etnik fanatizm hakikatlerin altının oyulduğu bir vasata verilen tepki olarak okunabilir. Fundamentalizm olgusunun ilk ortaya çıktığı yer olan ABD'deki Evanjelik Protestanlar, modern seküler kültür, bilimsel gelişmeler ve ahlaki değişim karşısında inançlarına yönelen tehditten duydukları tedirginliği gidermenin yolunu tartışmaya açılmayacak dini ilkeler belirlemekte ve bu ilkeleri her zemin ve koşulda tüm güçleriyle savunmakta bulmuşlardı. Böylece kutsal metnin lafzi yorumunu doğru olan tek yorum kabul etmişler, güçlendikçe diğer yorumları geçersiz kılmanın yollarını aramışlardı.
Fanatizm ve din
Dinlerin gelişimi her zaman inkârcı fanatizmin örneklerini beraberinde getirdi. Kur'an-ı Kerim toplumlara gönderilen Peygamberlerin taassup sahibi inkârcılar tarafından nasıl yalanlandıklarına ve yok edilmek istendiklerine dair çok sayıda örnek barındırır. İnkârcı fanatiklerin içinde bulundukları durum şu şekilde ifade edilir: "Onlar sağır, dilsiz ve kördür; artık Hakka dönmezler" (Bakara, 18). Fanatik inkârcılar gözlerini kör eden taassupları yüzünden tuttukları yolun yanlışlığını kabul etmezler. Bunun yanında taassup sahipleri içine doğdukları dünyayı sorgulamadan kabul ettikleri için de kınanırlar: "Onlara 'Allah'ın indirdiğine uyun!' denildiğinde 'Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız!' dediler. Peki, ama ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?" (Bakara, 170)
Fanatikler sadece taassup sahibi inkârcılardan çıkmaz. Aynı zamanda inanan gruplar içinde kendi yolunu tek doğru kabul eden ve diğerlerine dayatanlar olabilir.
Her din ve inanç mensupları arasında aşırıya giden ve kendisi gibi inanmayanları baskı altına alan ya da diğerlerini ötekileştiren gruplara rastlanır. Söz gelimi Hristiyanlar arasında dikkat çeken en güncel örneklerden biri ABD'deki en güçlü dini grup olan Evanjelik fundamentalist Protestanlar fanatik bir dini gruptur. Bu grubun politik talepleri bugün dünya siyasetini şekillendiren unsurlardan biri haline gelmiştir ve İsrail'in Filistin'deki soykırım ve katliamları bu fanatiklerin desteğiyle sürdürülmektedir. Diğer yandan Gush Emunim, Kach hareketi, Haredi Yahudileri, Yahudi fanatizminin örneklerindendir. Ancak Yahudi fanatizminin bunlar ve benzerleriyle sınırlı kalmadığını; aynı zamanda İsrail devletinin fanatik Yahudilerce idare edilmekte olduğunu ve İsrail halkının fanatik bir toplum haline dönüştüğünü belirtmek gerekir.
İslam tarihinde ise Hariciler ve Kadızadeliler gibi çeşitli fanatik gruplar ortaya çıkmıştır. Bu iki hareket de belirli bir görüşün hakikatine sarsılmaz bir imanla sıkı sıkıya sarılmış; diğer dini yorum ve yaşantıları tekfir edecek kadar hoşgörü ve tahammülden uzak tavır almışlardır. Bilindiği gibi Hariciler Hz. Ali'yi katledecek kadar yoldan çıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nda 17. yüzyıldaki idari zaaflardan fırsat bularak neşet eden ve saray çevresini de etkisi altına alan Kadızadeliler ise tasavvufu ve birçok âdeti bidat sayarak toplumu ve yönetimi baskı altına almıştır. Şiddeti bir araç olarak kullanmaktan çekinmeyen bu fanatik grup nihayet devlet otoritesine tehdit oluşturmaya başladığında tasfiye edilmiştir. Günümüzde ise bir kısmı emperyalistlerce desteklenen fanatik gruplar İslam dünyasında sorun çıkarmaya devam etmektedir.
Fanatizm ve İslam
Toplumsal huzuru kaçıran radikal eğilimleriyle dikkat çeken fanatik gruplar zaman zaman ortaya çıksa da modern döneme gelinceye kadar İslam geleneğindeki ana akışın müsamaha ve kapsayıcılık çerçevesinde geliştiğini söylemek mümkündür. Batılı modernitenin yükselişi ve buna eşlik eden sömürgecilik ve kolonyalizmin Müslüman toplumların doğal akışına müdahalesi ve buna eklemlenen günümüzdeki neo-emperyalist süreçler modern fanatizmin türevlerinin ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır.
Bununla beraber modernitenin tahrip ettiği düşünme ve eyleme biçimleri, İslam geleneğinde yer alan çok katmanlı hakikat ve bilgi anlayışlarını ortadan kaldırmış, dünyayı tek katmanlı hakikat ve bilgi anlayışını kabule zorlarken Müslüman dünya da bundan nasibini almıştır. Böylece Müslümanların farklı katmanlardaki varlık, bilgi, yöntem ve hakikatin çeşitliliğine gösterdikleri hürmet zamanla yerini tekçi anlayışa bırakmış ve taassuba sevk etmiştir.
Thomas Bauer, İslam'da Müphemlik Kültürü başlıklı eserinde eleştiriye açık bazı tartışmalar yürütmekle birlikte İslam tarihindeki fikri hoşgörünün örneklerini gösterir ve farklı yaklaşımların beraberce var olduğu İslam geleneğini hatırlatır. Ayrıca bu kapsayıcı ortamın modernitenin Müslüman toplumlara ve düşüncelere sirayet edişiyle beraber ortadan kalktığını söyleyerek isabetli bir tespitte bulunur. Buna göre modern Kartezyen düşünme biçimi Müslümanlar tarafından kabul edildikçe geçmişteki çoğulcu yaklaşım terkedilmiş ve tek doğrunun benimsenmesi yönünde bir eğilim gözlenmiştir.
Gazzali ve müsamaha
İslam dünyasındaki taassubun sebepleri aranırken İmam Gazzali gibi düşünceye yön veren isimler öne çıkarılır. Oysa Gazzali, Farabi ve İbn Sina felsefesine yönelik reddine rağmen genel olarak felsefi düşünceye karşı olmadığı gibi sistemli düşünmenin gereğine duyduğu inancın bir göstergesi olarak mantık ilminin İslami ilimlere uygulanmasını sağlamış, mantık bilmeyenin ilmine güvenilmeyeceğini belirtmiştir.
İslam dünyasında zaman zaman kişilerin ve grupların birbirlerine yönelen tekfir ithamlarıyla fikri taassubun ortaya çıkışına İslam'da Müsamaha ismiyle tercüme edilen eserinde cevap vermiştir. Burada yolları ne olursa olsun Kelime-i Tevhid'e inanan Müslümanları ve farklı mezhep mensuplarını tekfirden kaçınmak gerektiğini önemle belirten Gazzali, Allah'ın varlığına, Rasulüne ve ahiret gününe inanmanın üç temel prensip olarak dinin esasını teşkil ettiğini, bunların ve Hz. Peygamber'den kesin olarak bize ulaştığı bilinen dini bir esasın dışında kalan konuların ise fer'i yani ikincil meseleler olduğunu ve bu ikincil konularla ilgili olarak tekfir edilemeyeceğini belirtir (İslam'da Müsamaha, s. 49). Bununla birlikte tevil yapanların yani belli bir delile dayanmak suretiyle İlahi sözün muhtemel anlamlarına yönelenlerin tekfir edilemeyeceğini ifade eder. Bu, yorumdaki çoğulculuğa kapı açan katmanlı bir düşünme biçiminin sonucudur.
Gazzali'ye göre bir söz veya eylem batıl bile olsa dine verdiği zararın boyutu değerlendirilmeden ağır tepki verilmemelidir. Bu konuda şu örneği verir: "Beklenen imama inanan bazı Şiilerin 'İmam Serdab'ta gizlenmiştir; vakti gelince çıkacaktır' demeleri gibi. Filhakika bu, batıl olduğu açıkça belli olan yalan ve çirkin bir sözdür. Fakat din bakımından zararlı değildir. Bunun zararı buna inanan ahmak içindir. Çünkü buna inanan ahmak, imamı karşılamak için her gün memleketinden ayrılır ve sonunda imamın gelmediğini görünce ümitsiz ve eli boş evine döner. Bu misalden maksat şudur: Batıl olduğu açıkça belli olsa da her hezeyan sahibini tekfir etmemek lazımdır." (İslam'da Müsamaha, s. 55)
İslam toplumu ve ötekinin hakları
Günümüz Müslümanları yalnız toprakları ve kaynaklarıyla Batının merkezde olduğu bir dünya sistemine bağımlı hale getirilmemiş, aynı zamanda düşünme ve eyleme pratikleri açısından da modern Batının sunduğu kalıplara bağlı ve bağımlı kalmıştır. Bu bağımlılığın kölelikten başka bir alternatif sunmadığı anlaşıldığı için yalnız Müslümanlardan değil genel olarak Batı dışından her geçen gün Batı merkezli düşünme ve eyleme biçimlerine itirazlar yükseliyor. Ancak fikri ve eylemsel bağımsızlığı kazanmak için hâlâ gidilecek çok yol olduğu anlaşılıyor.
Öte yandan emperyalist çıkarlar hem Müslümanları hem de dünyanın Müslümanlara bakışını kontrol altında tutmak için İslam'ı ve Müslümanları tanımlamaya ve bu tanıma uygun şekilde sunmaya devam ediyor. Şiddet ve fanatizmle özdeşleştirilmeye çalışılan İslam'ın parlak geçmişi ve muhtemel gelecek potansiyeli bu hengâme içinde gözden uzak tutulmaya çalışılıyor. Hâlbuki İslam ve Müslüman toplumların ötekinin varlığını kabul etme ve haklarına saygı gösterme konusunda oldukça müsamahalı olduğu gerçeği karşı konulmaz bir hakikatin ifadesinden başka bir şey değildir. Zira kaynağını Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in sünnetinden alan İslam medeniyeti ve tarihi, ötekinin haklarını koruma altına alan, sosyal huzur ve refah içinde yaşayan farklı inanç, etnisite ve kültür örnekleriyle doludur.
Sadece çok dinli ve çok kültürlü kadim şehirlerin hangileri olduğu üzerinde düşünmek bile bunu doğrulayacaktır. Kudüs, İstanbul, Bağdat ve diğer İslam şehirleri çok dinli çok kültürlü yapılarıyla yüzlerce yıl varlıklarını devam ettirmişler; Aliya İzzetbegoviç'in söz ettiği gibi asırlarca Türkler tarafından idare edilen ve bu süre içinde kiliseleriyle camileriyle ve sinagoglarıyla huzur içinde varlığını sürdüren Balkan şehirlerindeki çoğulcu yapı, "hoşgörü" söylemleriyle dünyayı büyüleyen Avrupalılar tarafından kısa sürede ortadan kaldırılmıştır. Aliya'nın sözünü ettiği tüm dinlerin birlikte huzur içinde yaşadığı, geçmişte hayata geçirilen "Bosna ideali" fanatik Avrupalılar eliyle yok edilmiştir.
Farklılıklara yaşam hakkı sunma ve onları koruma uygulaması en olgun örneklerinden birini Osmanlı imparatorluğu bünyesinde vermiş ve millet sistemi ile farklı inanç gruplarına sunulan haklar devlet tarafından koruma altına alınmıştır. Zaman zaman ortaya çıkan taassup ve fanatizm yönetim mekanizmalarınca engellenmiş; diğer gruplardan yönelen fanatik saldırılara karşı devlet kesin koruma sağlamıştır. Bazen Sultan tarafından gayrimüslimlerin hakları tartışmaya açılmak istendiğinde ise şeyhülislam başta olmak üzere devlet adamlarının itirazı gündeme gelmiştir.
Söz gelimi, H. İnalcık'ın belirttiğine göre Yavuz S. Selim'in Rumeli'deki Hristiyan nüfusun çokluğunu ileri sürerek onları Müslümanlaştırmak istemesi bizzat Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi tarafından reddedilmiş; dinin gereği olarak onların can, mal ve ırzlarını korumanın kendininkini muhafaza etmek gibi bir zorunluluk olduğunu söyleyerek itirazını dile getirmiştir. Böylece rızası olmaksızın kimsenin Müslümanlaştırılmayacağı, dini mekân ve mülklerine dokunulmayacağı, kendilerine zulmedilmeyeceği ve devlete ihanet etmedikleri sürece patriklerin görevden alınmayacağı karara bağlanmıştır.
Fanatizm ile rölativizm arasında
Farklılıkların bir arada yaşadığı, taassup ve fanatizme değer verilmeyen kapsayıcı bir toplum vizyonu nasıl sağlanabilir? Mutlak hakikatin kabulü çoğulculuğa engel midir? Bu sorular önemini korumaya devam ediyor.
Hakikatin göreceli olduğu fikri, toplumsal barış ve çoğulcu bir toplum için post-modernitenin teklifiydi. Oysa fanatizmle zehirlenmemiş bir toplumsal kapsayıcılık için hakikatin reddi gerekmez. Recep Şentürk'ün belirttiği gibi postmodern yaklaşım çoğulculuğa yer açabilmek için mutlak hakikati reddedip rölativizmi benimsemiştir. Oysa İslami birikim mutlak hakikati kabul ettiği gibi göreceli hakikatlerin varlığını da kabul eder ve bunları farklı seviyelerde bir araya getirir. Bu sayede İslam toplumları farklılıkları bir arada yaşatmayı başarmıştır. Bu konuda modern Türkiye'nin korkularını yendiği takdirde geçmişinden özellikle de farklılıkları bütün gerilimlerine rağmen uzun yüzyıllar ustaca yönetmeyi başarmış Osmanlı kapsayıcılığı örneğinden öğrenecek çok şeyi olduğunu düşünüyorum.