İNSAN BEDENİ GELECEKTE NASIL OLACAK?
İnsan ve fizyolojisi tüm canlılar gibi zaman içerisinde değişir, evrimleşir. Bazı özellikler gittikçe azalırken, başka bazı özellikler ortaya çıkmaya başlar. Evrim biten ve duran bir süreç değil, dolayısı ile insan türü evrimleşmeye devam ediyor. Peki, insan türü ilerleyen zamanlarda nasıl görünecek? Küresel ısınma ya da gök taşı çarpması gibi kıyametler sonumuzu getirmeyecekse biyolojimizi nasıl değişimler bekliyor? Geleceğin insanları nasıl gözükecek?
Bu sorulara cevap ararken evrimsel biyolojiden faydalanacağız. Bazı Müslüman okuyucularımız bir türün başka türe dönüşebileceğini savunan makro-evrime inanmıyor olabilir. Bu noktada yazımızın makro-evrimi doğru varsaymadığını, tür içi değişimi ele alan mikro-evrime dayandığını vurgulamak isterim. Ben şahsen makro-evrimin de doğru olduğunu ve bunun dinimiz İslam'la ve geleneksel din yorumumuz ile tevile başvurmadan çelişmediğini düşünüyorum.
İlgili okuyucular bu konudaki Youtube video ve yazılarıma göz atabilir. Ancak dediğim gibi insan türünün değiştiğini kabul etmek makro-evrimi kabul etmeyi gerektirmediği gibi, Kuran insan türünün değiştiğini açıkça beyan eder: "Nuh kavminden sonra sizi halifeler kıldığını ve daha gelişmiş bir yaratılış verdiğini hatırlayın" (7-Araf Suresi, 69). Bu nottan sonra analizimize geri dönebiliriz.
Doğal ortamda bir türün değişimini belirleyen şey doğal seçilimdir. Doğal seçilim insanlara da etki eder. Türümüzdeki en belirgin doğal seçilim örneklerinden biri belirli popülasyonlarda görülen laktoz toleransıdır. Birçok memeli, antik insanlar da dâhil olmak üzere, sütte bulunan laktozu (süt şekeri) bebeklik döneminden sonra sindiremez. Bu, laktozu parçalayan laktoz enziminin sütten kesme döneminden sonra azalmasından kaynaklanır. Yeterli laktoz olmadan süt ürünleri tüketmek sindirim sorunlarına neden olabilir. Günümüzde bu, "laktoz intoleransı" olarak adlandırılan birçok insan için geçerlidir.
İnsanda meydana gelen değişime bir örnek
Yaklaşık 10 bin yıl önce, Tarım Devrimi'nin başlamasıyla, belirli insan popülasyonları sığırları evcilleştirmeye ve sütlerini tüketmeye başladı. Bu, özellikle doğal gıda kaynaklarının daha az olduğu Avrupa bölgelerinde yaygındı ve süt, kalori, besin maddeleri ve yağlar için değerli bir kaynak sağladı. Bu erken Avrupalı çiftçiler için, yetişkinliktesürekli laktoz üretimine izin veren bir mutasyon büyük bir avantaj olurdu.
Laktozu sindirme yeteneğine sahip olanlar sütten daha fazla kalori ve besin maddesi alabilir, bu da onlara daha elverişli hayatta kalma ve üreme şansı verirdi. Nesiller boyunca, bu laktoz-tolerant gen varyantının bu popülasyonlarda sıklığı arttı. Sonuç olarak bugün ataları Kuzey Avrupa kökenli birçok insan laktozu yetişkinlikte sindirebiliyor, oysa dünyanın birçok başka yerinde laktoz intoleransı daha yaygın. Bu örüntü, süt üretimi tarihiyle örtüşmektedir: Süt üretiminin yaygın hale geldiği bölgeler, laktoz tolaransının daha yüksek olduğu bölgelerle aynıdır. Laktoz-toleransının çıkışı insanda meydana gelen değişime bir örnektir.
Ancak bazı bilim insanları medeniyetin yükselişinin doğal seçilimi bitirdiği kanaatinde. Kıtlık, salgınlar, insanı avlayabilecek hayvanlar çağdaş toplum için tehlike arz etme, dolayısı ile doğal seçilimi yönlendirme etkisini kaybetti. Etkili tarım yöntemleri dünyanın çoğunda kıtlığı çözdü, aslanlar, kurtlar, yılanlar ve diğer yırtıcı türler şehirlerin dışına itildi, hijyen, aşı ve anti-biyotiklerin yükselişi salgınları ciddi oranda azalttı.
Tabii bu insan türünün değişim sürecinin bittiği anlamına gelmiyor. Sadece buradaki temel iddia doğa yerine insanın yarattığı kültür, teknoloji ve şehir hayatının türümüzün evrimini yönettiği şeklinde. Evrim yüz binlerce ya da bazen milyonlarca yıl içinde etki eder. Homo sapiens, yani türümüz, yaklaşık 300 bin yıl önce ortaya çıktı ve tür olarak tarihimizin büyük bir kısmında avcı-toplayıcıydık. Tarım Devrimi, avcı-toplayıcı toplumlarından tarım temelli yerleşimlere geçişi işaret eden dönem, sadece yaklaşık 10 bin yıl önce Bereketli Hilal'de başladı. Bu nedenle, tür olarak varlığımızın yüzde 90'dan fazlasında avcı-toplayıcı olarak yaşadık. Dolayısı ile biyolojimiz böyle bir yaşam tarzına adaptedir.
Değişim başladı
Avcı-toplayıcı geçmişimizin devam eden etkilerini üzerimizderahatlıkla görebiliriz. Mesela avcı-toplayıcı bir ortamda, şekerve yağ önemli enerji kaynaklarıydı fakat oldukça nadirdi. Kalori yoğunluğu yüksek bu gıdaları arayan ve tüketen bireyler, sağladıkları hayatta kalma avantajı nedeniyle doğa seçilim tarafından tercih edildi. Günümüzde, tatlı ve yağlı yiyeceklere olan doğal tercihimiz devam ediyor, ancak şekerli ve yağlı işlenmiş gıdaların bol olduğu bir dünyada, bu obezite ve diyabet gibi sağlık sorunlarına yol açabiliyor ve aslında türümüze zarar veriyor.
Bir diğer avcı-toplayıcı toplumdan miras kalan şey ise savaş veya kaç tepkisidir. Bu algılanan zararlı bir olaya veya tehdide karşılık oluşan fizyolojik bir tepkidir. Geçmişte, bu hızlı tepki, bir yırtıcıyla veya başka bir hemen tehdit ile karşı karşıya kalındığında yaşam ileölüm arasındaki farkı belirleyebilirdi. Şimdi, modern dünyada bu tür hemen hemen fiziksel tehditlerle nadiren karşılaşıyoruz, yine de vücudumuz bu tepkiyi (yaklaşan bir son tarihe veya halka açık konuşma gibi) bu yüksek şekilde gösteriyor. Zamanla, modern streslere bağlı olarak bu tepkinin kronik aktivasyonu, hipertansiyon ve anksiyete bozuklukları gibi sağlık sorunlarına katkıda bulunabilir.
Yaşadığımız medeni ortam ile biyolojimiz arasındaki bu uyumsuzluk uzun vadede insan vücudunun nasıl değişeceği noktasında bize önemli ipuçları veriyor. Nitekim değişim başladı, yukarıda verdiğimiz laktoz toleransı buna örnek, benzer şekilde artık nişastayı daha iyi sindirebiliyoruz, tam anlamadığımız sebeplerden beynimiz küçülüyor ve bağışıklığımız şehir gibi kalabalık ortamlarda daha az hasta olmamızı sağlayacak şekilde evriliyor. Peki, gelecekte biyolojimiz nasıl olacak?
Geleceğin insanı nasıl olacak?
Avcıları olan canlılar genelde doğada yaşlanmadan öldükleri ve yaşlanırken çoğalamadıkları için biyolojileri yaşlılıktaki hastalıkları yenecek şekilde evrimleşmemiştir. Dolayısı ile yaşlılıkta kanser artar, vücudumuz zayıflar ve yaşlanır. Diğer taraftan avcısı olmayan ortamlardaki balina, köpek balığı ya da kaplumbağalar kolay yaşlanmaz, ileri yaşlarda da çoğalabilir ve asırlarca yaşarlar.
İnsan çağımızda pratik olarak avcısı olmayan bir türe dönüştü. Salgınların ve kıtlığın yenilmesi ile insan ömrü 80'in üstüne çıktı. Tabii bu sağlık sistemindeki iyileşmenin bir sonucu, türümüzde genetik bir değişim değil. Ancak artık erken çocuk sahibi olmak için hiçbir sebep olmadığı gibi tam tersi eğitim ve kariyer telaşı geç çocuk yapma oranını arttırdı. Bu değişimden hareketle gelecekte insanların çok daha geç yaşlarda sağlıklı çocuk sahibi olabilecek şekilde türümüzün değişeceği ve insan ortalama ömrünün bir asır üstüne çıkacağı söylenebilir. Vücudumuzun çok daha uzun süre yaşlanmadan sağlıklı kalması da olası. Nitekim kadınların doğurganlık süresi daha şimdiden artıyormuş gibi gözüküyor.
Doğada canlılar genellikle zaman geçtikçe daha büyük bedenlere geçiş yaparlar. Bu insanlar için de geçerlidir, yapılan çalışmalar günümüz insanının ortalama boyunun geçmiş insanlara göre daha yüksek olduğuna işaret ediyor. Bunda elbette daha iyi beslenmemizin de etkisi var ama genetik olarak da yüksek boy seçiliyor gibi. Bunun neden böyle olduğu tartışma konusu olmakla beraber, kadınların uzun boylu eşler tercih etmesi etkenlerden biri. Gelecekteki insanların bizden daha uzun boylu olmasını bekleyebiliriz. Boyumuz artmasına rağmen kemiklerimiz çok daha zayıflıyor. Bu modern mesleklerin daha az kaba güç gerektirmesinin ve daha az hareket etmemizin bir sonucu. Gelecekte bu durumun devam edeceğini söyleyebiliriz. Bir diğer çağdaş toplum etkisi de üst vücut kas kitlemizin azalması, bu trendin de gelecekte devam etmesi bekleniyor.
100 bin yılın değişim süreci
Çenelerimiz ve dişlerimiz de küçülüyor. Lifli sebzelerle beslenen atalarımız, bu sebzeleri öğütmek için güçlü dişlere ihtiyaç duyardı. Ancak yemek pişirmeye başlamamız ve et ağırlıklı beslenme dişlerimizin küçülmesine neden oldu. Modern işlenmiş gıdalar daha az efor gerektiriyor, dolayısı gelecekte çenemizin daha da küçülmesi ve yirmilik dişlerimizi kaybetmemiz epey olası. Nitekim bazı bölgelerdeki insanlarda bugün bile yirmilik dişler çıkmaz.
Eskiden kıtlık riskinden dolayı vücudumuz artan kalorileri yağ olarak depolardı. Böylece av olmadığı ya da yiyecek bulunmadığı durumlarda biriken kaloriler kullanılabilirdi. Ancak günümüzde dünyanın çoğu yerinde kıtlık tehlikesi ortadan kalktı, dolayısı ile ek gıdaları biriktirme obeziteye neden olmaya başladı. Gelecekte yağ biriktirmeye engel olacak bir mutasyon ortaya çıkarsa topluma yayılması epey olası, bu da gelecekteki insan bedeninin hep zayıf olmasına ve obezitenin tarihe karışmasına neden olabilir.
100 bin yıl öncesine kadar tüm insanlar Afrika'da bir arada yaşıyordu. Bundan dolayı hepimiz birbirimizle çiftleşiyorduk ve görüntümüz büyük oranda aynıydı. Ancak Afrika'dan çıkıp tüm dünyaya yayılınca birbiri ile iletişim kuramayan, dolayısı ile çoğalamayan insan grupları oluştu. Farklı iklim ve yaşam tarzları bu izole insan topluluklarının farklı görünümlere sahip olmalarına neden oldu. Bunu bugün farklı göz, saç, ten rengi ve yüz şekillerine sahip insan topluluklarında görebiliyoruz.
Ancak günümüzde dünyanın farklı yerlerindeki insanlar globalleşme sonucunda tekrar bir araya geldi. Artık dünyanın farklı yerinden toplumlar birbiri ile evlilikler yapmaya başladı. Bu tabii insanların "daha çekici" partner tercihlerinde coğrafya ile sınırlı olmadıkları anlamına geliyor. Bunun önemli bir sonucu siyahilerin ten renginin açılması, uzak doğulularda çekik göz şeklinin belirginliğini yitirmesi, mavi gözün daha da azalması gibi ırklar arası farkların kaybolması ve görünümümüzün daha evrensel bir şekil alması olacak. Muhtemelen cinsel seçilim sonucunda erkekler daha yakışıklı ve kadınlar daha güzel olacak. Güzellik algısı değişmezse, erkeklerin daha maskülen, kadınların daha feminen olması ve dolayısı cinsiyet farklılıklarının daha da artması olası.
Beynimiz 10 bin yıldır küçülüyor
Yukarıda bahsettiğimiz gibi beyin ve dolayısı ile kafatası boyumuz küçülüyor. Yaklaşık 10 bin yıl önce tarımın keşfi ile insan beyni küçülmeye başladı. Bu trend hala devam ediyor, bin yıl önce yaşayan insanların bile beyni bizden büyüktü. Tarımın ortaya çıkmasından bugüne beynimiz yüzde 10 gibi hiç de azımsanmayacak bir miktarda küçüldü. Bu konuda medeniyetin getirdiği uzmanlaşma ya da avcı tehditlerinin ortadan kalması gibi çok sayıda farklı açıklama hipotezi olsa da nedenini kesin bir şekilde bilmiyoruz. Bu zekamızın azaldığı anlamına mı geliyor? Bu anlama gelmek zorunda değil, fillerin bizden büyük beyni var ama biz onlardan daha zekiyiz! Gelecekte bu küçülme trendinin devam etmesi bekleniyor.
Avcı-toplayıcı insanlar hayatta kalmak için ırkçı/kavimci ve agresif olmalıydılar. Yabancılar potansiyel tehditti, çünkü hem bizi öldürebilir hem de sınırlı kaynaklarımızı almaya kalkabilirdi. Hele de göçebe yaşadığımız için bu tehdit daha büyüktü. Bunun sonucunda bizim gibi olmayanları hızlı bir şekilde tanıma ve onlara karşı antipati besleme yeteneğimiz oluştu. Bu ırkçılığa neden oldu. Avcılık ve sürekli savaş hali agresif olmamızı gerektiriyordu.
Ancak şehirlerde yaşam çok farklı. Her ırktan insanlarla bir aradayız ve agresif davranış ise hoş karşılanmıyor. Bu da türümüzün gelecekte daha az ırkçı ve daha merhametli bir yöne değişebileceğine işaret ediyor. Avcı-toplayıcı yaşam biçiminden ve doğadan kopmamız bazı ciddi sorunlara neden oldu. Bunlar depresyon ve yukarıda bahsettiğimiz gibi "savaş veya kaç" tepkisinin bir sonucu olan anksiyetedir. Bunların mutsuz ilişkilere ve intiharlara neden olması, ilerde bunlara neden olan genlerin azalmasına neden olabilir. Bunun sonucunda da bu psikolojik durumlar gelecek nesillerden kaybolabilir.
Yazımı bitirmeden önce birkaç not paylaşmak istiyorum. Buradaki analizimiz tarihsel gelişime bakarak geleceği öngörmeye çalışmaya dayanıyor. Ancak gelecekte insan türünün evrimini etkileyebilecek iki ayrı unsur daha var. Birincisi genetik mühendislik devrimidir. Genetik mühendislik türümüzü bilinçli ve yapay bir şekilde evrimleştirmemize olanak sağlar. Günümüzde insan genetiği ile oynamak yasak olsa da gelecekte bu yasak kalkarsa insanın görünüm ve vücudunun bizim isteğimiz doğrultusunda değişmesi mümkün olacak.
İkincisi de sibernetik devrimdir. Gelecekte insan vücudu makinelerle birleşebilir ve biyolojik bir canlıdan, yarı biyolojik-yarı makine canlılara dönüşebiliriz. Bunlar elbette buradaki analizimizi geçersiz kılıp, bizi bugünden öngörmesi çok zor bir türe dönüştürebilir.