İsmail Erdoğan: SANAT PİYASANIN KÖPEĞİ Mİ? (BU BAŞLIK KÖPEKLERE HAKARET İÇERMEMEKTEDİR)

SANAT PİYASANIN KÖPEĞİ Mİ? BU BAŞLIK KÖPEKLERE HAKARET İÇERMEMEKTEDİR
Giriş Tarihi: 30.01.2023 15:23 Son Güncelleme: 30.01.2023 15:23
Üretim biçimlerindeki değişim insanoğlunun hayatını ve binlerce yıllık geleneklerini kökten değiştirdi. Sanatın da bundan nasibini alması kaçınılmazdı. Sanat hayat demekti ve hayata dair değişim sanatta doğrudan karşılık buluyordu.

İki kelimenin bir arada oluşu cennetle cehennemin bir arada oluşu gibi. Cennette cehennemi yaşamak piyasanın içinde sanatı yaşamak. Ve piyasadan sanatı çıkarmak cehennemden cenneti çıkarmak.


Cümleler sert. Gerçekler daha da. Piyasanın gerçekleri cümlelerin gerçekliğinden daha sert. Bu değişir mi?


28 Şubat sonrasında okulu terk ederken bütün duvarlara "bir şeyler değişmeli" yazmış, büyük küçük birçok noktaya yazarak bu cümleyi, okuldan çıkmıştım. Değişmeliydi bir şeyler. Değişiyordu da. Ama ne ve ne kadar? Yeterli miydi? Her şey ve her renk bu kadar kirlenirken yeterli mi? Şairin dediği gibi birincilik beyaza verilirken kirlenmede hangi değişim yeterli olabilirdi?

Yetmez ama evet diyerek gelelim asıl konuya. Bir tüketim nesnesi olarak sanata ve piyasa kompradorlarına…


Piyasa bir canavar. Yedikçe oburlaşan, büyüdükçe iştahı kabaran bir canavar. Sonsuz hareket kabiliyeti var ve tüketme üzerine kurulu. Sanayi
inkılabından beri böyle… Öncesi var mı? Sanat söz konusu olduğunda belki Hollanda'nın altın çağına gidilebilir. Oradan da Rembrandt'a. Rembrandt "altın çağ"ın dahi çocuğu.

Dehası, yaşarken karşılığını bulmuş ender sanatçılardan. Van Gogh veya Dante gibi değil. Yaşarken büyük sanatçı olmuş ölürken unutulmuş Rembrandt. Piyasadan düştüğü için mi? Evet. Düşürüldüğü için mi? Hayır.

Kendini kendinden başka kimse düşürmemiş Rembrandt'ın. Paranın, hayatın içinde geçer akçe olmasıyla ortaya çıkan alışkanlıklardan nasibini almış ve tüketim çılgınlığının oburlarından birine dönüşmüş. Devamlı bir şeyler satın alan, evinde adım atacak yer kalmayan Rembrandt'ın tüketim alışkanlığına serveti yetmemiş ve iflas etmiş. Sanatı bundan çok etkilenmese de hayatı büyük ölçüde etkilenmiş ve düşmüş Rembrandt. Piyasa ehramının zirvelerinden eteklerine doğru yuvarlanmış. Yüzüne bakılmaz ve düşkün bir şekilde ölmüş.


Ne değişti de böyle oldu?


Onu bu şekilde öldüren neydi? Piyasa mı? Piyasa korkunç bir canavar evet ama onu öldüren kendisiydi. Bitmek bilmeyen üretme arzusunu geçen tüketim alışkanlığıydı. Rembrandt ilk örneklerdendir -ilk örnek belki de-. Ama son olmayacaktır. - Sanayi inkılabı sonrası istihsal vasıtaları başta olmak üzere yaşanan büyük değişimden nasibini herkes alacak ve tüketirken tükenenlerin sayısı artacaktır.

Neden sanayi inkılabı? Ne oldu 19. yüzyılda? Ne değişti de böyle oldu?


Sanayi inkılabının tarihteki büyük önemi, hatta bir dönüm noktası oluşu insanoğlunun üretim biçimlerinde yaptığı köklü değişimden ileri gelir. O
zamana kadar emekle ekmek arasında organik bir ilişki vardı. Başkalarının bağında, bahçesinde çalışıyor olsanız da sofranıza gelen ekmeğin ununda harcınız vardı. Buğdaydan sofranıza geçen süreçte üretime katılıyor ve ürettiğinizi tüketiyordunuz. Büyük fabrikaların doğurduğu ve kimsenin kimseyi tanımaması üzerine kurulu hormonlu şehirler yerine küçük ölçekli yaşam alanlarınızda birbirini tanıyan insanların coğrafyasında yaşıyordunuz.

Birbirini tanımak ve birlikte üretmek, ürettiği şeyin süreçlerinden haberdar olmak üretilen şeyin tüketim biçimini de belirler. Yani nasıl üretiyorsanız öyle tüketirsiniz. Topraktan hayata geçisin katmanlarında varsanız ona göre tüketirsiniz, fabrika dişlilerinden tezgâhlara üretim sürecinin sadece bir kısmında yer alıp diğer kısımlarından bihaberseniz ona göre tüketirsiniz.


Fabrika demek hızlı üretim demek, hızlı üretim hızlı tüketim demek. Fabrika demek üretim çokluğu ve tüketim çılgınlığı demek. Hızlı ve çok! Size de
tanıdık gelmiyor mu? Şu anki hayatımızı iki kelimeyle özetle deseler hangi kelimelere başvururduk? Hız, haz, çok, yoğun, korkunç vs..

Tüketim imparatorluğunun enstrümanı


İşbu üretim biçimlerindeki değişim insanoğlunun hayatını kökten değiştirdi. Binlerce yıllık alışkanlıklarının köküne kibrit suyu döküp ateşe verdi. Hal
böyle olunca sanatın bundan nasibini alması kaçınılmazdı. Sanat hayat demekti ve hayata dair değişim sanatta direk karşılık buluyordu. Bu
değişimle beraber Rembrandt'ın hikâyesi farklı yüzler ve farklı coğrafyalarda karşılık buldu ve tarih boyunca insanın, fiziği aşarak metafizik âlemle
rabıtasına hizmet eden sanat artık yeryüzüne sabitlendi.

19. yüzyılda Avrupa'da başlayan sanatın yeryüzüne indirilme serüveni 20. yüzyılda katlanarak devam etti. Felsefeyi göklerden yeryüzüne indiren Sokrates'ti. Sanatı indiren de torunları oldu. İçinden geçtiğimiz çağ itibarıyla sanat yeryüzüne inmiş ve indirgenmiş durumda. Sanatı tüketim imparatorluğunun enstrümanı yapan da bu. Bunu anlamak için başlangıca gitmek gerek. Başlangıçtan günümüze bir seyrüseferle değişenin fotoğrafını çekmek gerek. Hadi bir yolculuğa çıkalım.

Yeryüzündeki ilk yapı Kâbe'dir. Dikdörtgenler prizması olan bu yapı estetiğin zirvesidir. Onda Allah'ın isimlerini temaşa eder ve cemal sıfatının harikulade bir soyutlamasıyla karşılaşırız. Somut olarak karşınızda duran yapı aslında soyut bir eserdir.

Hz. Âdem'e verilen kelimelerin ilk temayüzü olan bu yapı kendisine bakanların göklerle irtibata geçmesini sağlar. Gökteki Kâbe'nin yeryüzündeki izdüşümü olduğuna inanılan Kâbe yeryüzündedir ama yeryüzüne ait değildir.

Tanrısal çağrışımların yansıması

Kâbe'de en güçlü haliyle tecrübe ettiğimiz bu durum, yaratıcıya adanarak yapılan bütün eserlerde görücüye çıkarak
kendini hissettirir. Kâbe'den bugüne ister monoteist ister politeist olsun tüm toplumlarda sanat dine hizmet için vardır. -Hatta bugünkü anlamıyla sanat diye bir şey yoktur tarihte ama o bahs-i diğer- Dini ve ilahı için ortaya çıkan eserler hep göklerle irtibat içindir. Yeryüzündeki yalnızlığından asıl vatanına özlemin bir dışavurumudur. İnsan maddeyle sınırlı olmadığını ifade eder ve bunu muhteşem eserlerle taçlandırır.

Bu yüzden nereye giderseniz gidin gördüğünüz en güzel eserler ibadethanelerdir. Tanrısal çağrışımların yansıması olan bu eserlere piramitler,
zigguratlar, pagodalar, kilise veya havralar örnektir. Bilhassa camiler ve onlardaki müthiş tezyinat bunun en güzel örneklerindendir. Anakronik bir hatayla bugün pek öyle bakmadığımız Michelangelo'nun Sistina Şapeli'nin 48 metrelik tavanında yaptığı resimler de buna dâhildir, Rembrandt'ın "Belşassar'ın Ziyafeti" tablosu da. Van Gogh'un cinnet haliyle yaptığı kabul edilen "Yıldızlı Gece" tablosu bir Hz. Yusuf güzellemesidir ve buna dâhildir. Zira Van Gogh İsmet Özel'in deyişiyle Tanrı'sına çatlarcasına inanan bir adamdır.

Büyük ve güzel eserlerin çoğu dine adanmışlığın bir göstergesidir yeryüzünde. Ta bu çağa kadar… Tanrısını yitiren Batı'nın yerine ikame ettiği kendisi (insan) sonrasında sanat dâhil her şeyin göklerle irtibatı zarar görmüş ve büyük kopuş gerçekleşmiştir. Bu ontolojik kopuş beraberinde diğerlerini getirecektir.

Bu kopuş kendini inanç ve algılarda inşa ederek eserlerde yeşertmiştir. Başta sanat eserleri olmak üzere insanın ürettiği her şeyde karşılık bulan bu kopuş tüketim alışkanlıklarımızda devrim yapmış ve tarihsel sürecin çocuğu olarak değil kemâlat mertebelerinin inşası olarak evrimleşen insan tüketen ve tükenen bir varlığa dönüşmüştür.

Böylece, sanat adına her şeyin üretilmesi söz konusu olmuş ve tüketici kitlesi hazır hale gelmiştir. Bir sergi alanının duvarına yapıştırılan muz, bir galeride karşımıza çıkan insan dışkısı, kafataslarından örülmüş çirkin bir heykel, çocukken oynadığımız balonların farklı versiyonları sanat olmuş, hatta sansasyona sebep olup göklere çıkarılmıştır.

Artık sanat da yok


Sanat artık insanın elindedir ve piyasa denilen canavar tarafından beslenip yönlendirilir. Merkezinde tüketim vardır. Her şey satın alma ve tüketme
üzerine kuruludur. İnsanın süfli günahlarından laboratuvar ortamlarında üretilerek pazarlanan sosyal sorunlara sanatın meselesi başkadır. Meselesi başka olunca mecrası da değişmiştir. Evde, sokakta ya da camide/kilisede kendisiyle hemhal olduğumuz sanat yerine galeri ve sergi alanlarında ya da geçici enstelasyon mekânlarında alınıp satılan bir şey vardır.

Hatta çöp atılan, bir gün revaçta olup sonra kimsenin ilgilenmediği şeyler söz konusudur. Kalıcı olanı temsil ederek tüm çağlara hitap eden sanat yerine geçici olanın bel kemiğinde kıvranan sanat vardır. Sanatı hayatın her alanında deneyimleyen insanlar yerine birilerinin yaptığı başka birilerinin ise baktığı bir sanat vardır. Ve artık sanat ne yapanı ne de bakanı üretmez. Olsa olsa ilgi, etkinlik, görünüm, pazarlama, yatırım ve metamorfoz yanılsamalarıyla yavaş yavaş tüketir. Görünümü kurtarmaktan öteye hizmet etmeyen sanatın muhataplarını tüketmesinden daha doğal ne olabilir?

Bazı okurlar şöyle itiraz edecek. "Ama geleneksel sanatlar" diyecek. "Ama bizim sanatımız" diyecek. "Öyle değil" diyecek. "Biz geleneğimizi koruduk"
diyecek. "Bu yazı başkalarının hikâyesi ve bize bir şey söylemiyor" diyecek.

Acaba öyle mi? Gelin bir sonraki yazıda bunu tartışalım ve görelim serencamımızı.


Kışkırtıcı bir cümleyle yazımızı noktalayalım. NFT icat olalı beri artık sanat da yok. Dolayısıyla tüketecek bir şey de yok.

BİZE ULAŞIN