Ercan Yıldırım: Sivil zihniyetin inşaası
Devletler güçlü, özerk, kendini geliştirmiş birey ve topluma karşı ürkek, mesafeli, tedbirli ve şüphelidirler. İnsan, birey ve toplum olmanın getirdiği şuuru, eyleme döktüğünde kamu otoritesiyle, erkle karşı karşıya gelmekten kaçamaz; mesele biraz da devlet mekanizmasında, kamusal alanda ne kadar kalınabileceği dahası otoriteye ne kadar yaklaşıp, nüfuz edilebileceğinde. Mutlak bir sivilleşmeden söz edilemez, çünkü bilhassa modern devlette, finans-yoğun kültürde, dijital tekno düzende kamudan ayrı bir hayat yaşamanın, düşünmenin imkânı bulunmaz. Kentte yaşasın ya da yaşamasın kimlik numarası bulunan, HES kodu kullanan, maaşını bankadan çeken herkes bir tarafıyla kamuya dâhil, bağlı ve bağımlıdır. Bu açıdan sivilleşme özellikle darbe ve vesayet odaklarının karşıtı olduğu kadar büyük oranda militarist yöntemlerin dışında kalmayı, hayata bakış açısında, zihni faaliyetlerinde güvenlik merkezli düşünmenin zıddını ifade eder. Belki militarist boyutuyla sivilleşme, ideali karşılasa bile aslında başka bir vasilik iddiasıyla bile kendini gösterebilir. Sivil kavramı siyasal alanda hak, söz, iddia sahibi olmamayı anlatmaz zaten bu toplum hayatının doğasına aykırı; kasıt biraz da militarist metodu kullanmamayı, şiddetsizliği ifade etse de sivilin kamusal alandaki varlığı, kendine ait yöntemleri belki de şedit usullerden daha etkili, kesin sonuç vericidir. Sivilleşmeyle militaristleşme, demokratik idareyle darbecilik arasındaki farklar çok basit ve düz metodoloji kullanımıyla alakalı olduğundan genel, ezbere dayalı darbe karşıtlığı ve sivil övgüsü yapmak yerine sivil alanın organizasyonunu, birey ve toplum hayatının siyasal alana katılımını, "sivil darbecilik" yapmadan millet hayatı ve devlet mekanizması teşkilini düşünmeli. Meseleyi biraz da sivilliğin sivillik kisvesi altında militarize olmasından, vesayete kapı aralamasından el çektirilmesine getirmek gerekir.
Askerin ikti dar kavgalarındaki yeri
Türkiye'de güçlü bir askeri vesayet, darbe, devrim, ihtilal geleneği var. Türklerin askerliği asli varoluşları görmesinin ötesinde tarih çağlarının doğal hukuka uygun şekillenmesi, güçlü olanın ayakta kaldığı bir hayat ister istemez savaşmayı, askermerkezliliği getirmiştir. Devletlerin askeri başarılarla kurulup yaşatılması, ilmiye, kalemiye ile beraber seyfiyenin devlet mekanizmasının bir ayağını teşkil etmesi, iktidar kavgalarında militarist usulleri öne çıkarmıştır. Darbeler, ihtilaller iktidar kavgalarının temel bileşenlerinden birini oluşturur. Ülke içindeki güçlerin, grupların bir araya gelerek erke karşı örgütlü bir kalkışma gerçekleştirmesi tarihimizin "normalleri"ndendir. Yalnız Cumhuriyet döneminde değil İslam öncesinde de "iç güçlerle dış güçler"in ittifakıyla darbe girişimleri tabiidir. Orhun Yazıtları'nda Bilge Kağan Çin tehlikesinden, Türklerin içinin karıştırılmasından bahseder; aynen Şiilerin, Haçlıların faaliyetlerinde, Fetret Döneminde, Cem Sultan hadisesinde, Babıali Baskını'nda olduğu gibi… 27 Mayıs, 12 Mart ve özellikle 12 Eylül iç dinamiklerle ele alınsa bile aslında dış saiklerin de yoğunlaştığı müdahaleleri anlatır. Bu bakımdan sivilasker gibi ayrımlar kamu, iktidar denklemleri içinde birbirinden bariz farklarla ayrılmaz; Recep Peker açıkça "inkılapları ordumuza emanet ediyoruz" derken militarizmi siyasal alanın dışında görmediklerini ifade etmiştir. İmparatorluğun son yıllarındaki İttihatçılık için gayrı nizami harp, darbecilik, militarizmin temel metot gibi işlemesi esasında modern dönemde kendini gösteren "demokrasi"nin, Meclis'in ülkenin kaderinin temel belirleyeni olmayacağının beyanıydı.
Siyasal alanda siyasetin demokratik kanallarını "zafiyet" gören, iktidar boşluğu oluşturup beka sorununa yol açtığını iddia eden bu vesayetçilik 60'larda "öncü güç" olarak orduyu belirledi. TİP'in asker dışı "sivil" güçlerine karşı çıkan Doğan Avcıoğlu "orduya uzanan eller kırılsın" sloganını atmaktan geri durmaz. Avcıoğlu gibi geç dönem özenti İttihatçıların karşı durdukları II. Abdülhamit yönetiminin hassaten son evresi aslında sivilliğin en güçlü, askeri vesayetin en zayıf olduğu dönemdir, zira askerin yekûnu kendisine karşıdır. Çandarlı ailesini etkisizleştiren, Divan'ı halka kapatan Fatih bu açıdan günümüzdeki kavramlarla, sivil ya da asker merkezli diye tanımlanamaz. Reichtag Yangını ya da Uzun Bıçaklar Gecesi gibi hadiseler Hitler Almanya'sında sivillerin siyasete ilgisini artırıp militarize düşünmesine vesile olmuştu.
Sivil vesayet
İmparatorluk döneminde siyasal alanın, yönetim biçiminin evriminde modernizmden daha ziyade "kahvelerin açılması" milat olarak görülür. Cami dışında kamusal alanın, efkâr-ı umumiyenin teşekkülü kahvelerle gerçekleşti, iktidar eleştirisi, rahatsızlıklar bu mekânlarla toplumsallaştı. Günümüzdeki bakışla buna sivilleşme demek mümkünken esasında Yeniçeri isyanlarının organizasyonunun buralarda gerçekleştirilmesi sivillikle askeriliğin iç içeliğini betimler.
İktidarın, devletin, özerk grupların hatta sivil toplumun yönetimi devralma ideali varsa bir biçimde militarizme, gayrı nizami usullere yanaşır. "Asker millet" kavramını gururla anan toplum hayatımız bir yönüyle kendini devlet mekanizmasının içinde görmenin ayrıcalığıyla donatmıştır. Hem toplum, millet övgüsü yapan hem bu topluluğu bir ve bütün… homojen, çelişkisiz, yekpare, tekil kültür ekseninde değerlendiren bakış açısının kamuyu genişletmek dışında başka icraatı görünmez. Tabii cari manada demokrasilerde iktidar dışındaki siyasi partilerin sivil yönelimleri, atıfl arı bulunsa da sivil darbe taraſt arı olmayan bir kitle öngörüsü de bulunmaz; kamusala karışmayan ama sivil tutumuyla iyiye taraf olup etik tutum geliştiren birey, seçmen kitlesi inşası da yine farklı kutuplardan beklenmez.
Hardt ve Negri'nin örgütlü kolektivizm ve Meclis çıkarsaması, karizmadan siyasal alan inşa fikri, mesiyanik karizmanın mutlaklaştırılması, kitleyi lümpen birliktelik görüp linç için hazır hale getirmesi toplumu-bireyi haliyle sivilliği güçlendirme manasına gelmez. Tam aksine bireyi ve toplumu esasında vesayet güçleri kadar sivil militarizme, tekelci kapitalizme, tüketim toplumuna, dini-seküler cemaatlere, kurumlara hatta sivil toplum baskı unsurlarına karşı güçlendirmek en geçer yol görünüyor. Cari siyasi hayatımız değil sadece Avrupa, ABD de kapitalizmin çıkmazını gözlerden kaçırmak için göçmenlere, Müslümanlara, yabancılara karşı halkını militarize etmekten çekinmiyor. Sivil reddiye bu manada en başat militarist vesayet halini popülizm dönemlerinde alabiliyor.
Carl Schmitt, egemenin "istisna" halini belirleyen olduğunu söyler; Lenin'in devleti, diz çöktürmeye yönelik baskı aracı gören bakışı, Augustinus'un "çoban lazım size" sözü ile birlikte düşünüldüğünde "herkes"in en büyük diktatör, otorite olması toplumsalın doğasına uygundur. Murat Belge'nin Türk halkının sınıf farkına ehemmiyet vermediği kanaati güçlü siyasallık yanında milletin sivil ve asker, toplum-birey- devlet arasında fark görmeyen zihniyetinin bir sonucudur. Bu açıdan siyasal alanda militarizmin, vesayetçiliğin sivilleşmenin geçişkenliği, birbirlerinden bariz farklarla ayrılmasının çok da mümkün olmadığını belirtmek gerekir. Türkiye'de sivil diktayı, askerleri "kafalayarak" darbe yaptırmayı, sivil sahada dış güçlerle bağlantı kurmayı siyasal alandan dışlamak, hakikaten sivilleşmek, sivil bir zihinle millet hayatını diri, canlı, müstakil kılacak teklifl eri, modelleri, usulleri benimsemek gerekir. Her sivilleşme çağrısı gerçek sivilliği ifade etmez, içinde sivil darbeciliği barındırır, kast eder.
Siyasal alanı sivilleştirmek
Bu yüzden siyasal alanı iyi okuyup sivilleşmenin şartlarını belirlemek gerekir: Kamu, siyasal alan dışı birey ve toplum olmaz; bu yapı sivilliğin oturduğu zemindir. Sivilleşme meşruiyet ile kendini bulur, ister devlet mekanizmasında ister özel alanda olsun meşruiyet yitimi sivilliği ortadan kaldırır. Kamuya, siyasal alana dâhil olduğu halde mekanizmanın dışındaki erdemli topluluklar milletlere, devletlere yön verir. Cemaatleri aşan bu erdemli topluluklar sivil sahada kalsa bile varlığını, tekliflerini dayattığında önce vesayet odağına dönüşür akabinde zora başvurabilir bu da militarizmi, sivil diktayı doğurur. Siyasal alan normal şartlarda yan yana gelmeyecek etnik, kültürel, hizbi, mezhebi, ideolojik kimlikleri bir arada buluşturur. Politika toplumun kendisini kurmasının en temel yoludur. Haliyle milletin kendini inşası, devlete yol haritası belirlemesi sivil zihniyetle mümkün olur. Kamu bu sivilliği beslediğinde vasilerden, hâmilerden, cebrî yönelimlerden azade bir kendilik kurabilir, sivilleşme biraz da bunun adıdır. Gizli muhalif, örtük destek gibi kavramlar oksimorondur, hepsi sivilliğe ve siyasal alana dahildir.
Toplumları yazılı olmayan kanunların, kısmen nomosun sevk ve idare etmesi gibi militarizmi, vesayeti de sivillik besler ya da engeller; ihtiyaçlar, ihtiraslar, mensubiyet bağları sivil alanı ya sivilleştirir veya militarize eder! Devlet korkaktır aslında, bireylerdeki ürkekliğin toplamıdır. Acul şiddete ve istisnaya karar vermesi özgüven yitiminden kaynaklıdır. Sivilleşme bu açıdan devlete daha rahat hareket imkânı sağlar. Soğuk Savaş ve ulus devletler kamunun özetidir, takip, gözetim, düşmanlaştırma, denetim, ihsan devlet ürkekliğinin, özgüvensizliğin bir sonucudur.
Adalet imtiyazı yok etmektir
Dünyada hiçbir şey kutsallaştırmaya layık değildir; siyasal alanda da, sivil sahada da dokunulmaz kimse yoktur. Platon'dan bu yana seçkinler övülür, elitler ve güzideler yönetim sahasında "sivil bakışla" yer aldıkları zaman milletin önünü açarlar. Mekanizmaya dâhil olup çarktaki dişli rolüne girince üretim biter, ufuk daralır, idealar yerini materyalist statükoculuğa bırakır. Hegel devlet tinini yaşama felsefesiyle birleştirir. Kendini fırka-i naciye başkasını bidat gören bakış sivilleşmeyi kuramaz. İktidar sivilde kendini tanımlayabilendir. Öteki kendini başkasında bulabilendir. Bu dostlukla olabildiği gibi düşmanlıkla da mümkünler âlemine geçer fakat asıl olan İslam düşüncesinde yer bulduğu gibi iyiyi ikamedir. Aristo'dan beri yüksek iyi temel ihtiyaçların önüne yerleşir. Toplum ile çoğunluk oligarşisi birbirinden farklıdır, artık demokrasiler çoğunluğun erki kurmasına oturdu. Demokrasi serveti elinde toplayan burjuvanın yönetmesine karşı panzehir görülür fakat aslında sınıf farkı her daim varlığını koyultur. Sivil alan sınıfsız bir toplumsal katmanı kurabilirken, sivilleşme taraſt arları teorinin aksine bir baskı unsuruna dönüşebilir. Sivil saha tarif edilmemiş denetim mekanizmasıdır; denetleme misyonu beraberinde vesayetçiliği besleyebilir. Denetleyenin güç gösterisi iktidar alternatifini üreteceğinden hukuk, mali tablolar, manevi yönlendirmeler "silahsız şiddet"e dönüşebilir. Yaptırımı olmaz sivil tinin… Halkın korunması, kültürlerin etkinliğinin sürmesi demokratik idealin içine girer. Buna çok rahatlıkla gelir dağılımındaki eşitsizliğin önlenmesini de ekleyebiliriz. Sivil alan demokrasi modeli gibidir, kendiliğini gösterebileceği özerkliği sağlar. Siyasalı halkın rızasını örgütleme görmekle Ranciere, yaptırımsız, şiddetsiz, vasisiz bir sivilliğin rıza imaline bağlanması fikrini salık verir. Haliyle sivillik ilişkisiz rızanın doğduğu yerdir.
Halk sivilliği mi güçlü devlet mekanizmasını mı önemser… Bu idealistleri deli eden büyük bir çıkmazdır. Halk adına kurulan idealleştirmelerin hepsi toplumu siyasi bir özne kılamadan lümpen çıkarlarda eritir. Basit isteklerini yerine getirdikten sonra halkın sivillik inşası umurunda olmaz; huzuru, bolluğu sağlayan velev ki militarist veya sivil cunta olsun farketmez, sorgulanmaz! Adalet imtiyazı yok etmektir. Sınıfl ar, toplumsal katmanlar bulunsa bile bunların birbirini ezmesi, haddinden ve hakkından fazlasını istemesi, yerini kabullenmemesi sivilleşmenin önündeki en büyük engeldir. Sivilleşmenin önünde en büyük engeli esasında siviller oluşturur. Bu açıdan gerçek bir sivil zihniyetin inşası ancak kendi fikirlerini mutlak iktidar yapmak için "her yolu deneyen"lerden ziyade iyiyi, güzeli, doğruyu, hakikati meşru kanallardan dile getirip siyasi ihtirasa dönüştürmeyenlerin inadı, kararlılığıyla mümkün olur!