Sekülerleşen toplum, arayış içindeki insan
Sekülerleşme, kısaca dinin toplum üzerindeki etki gücünün zayıflaması anlamına gelir. Konuyu çalışanlarca geliştirilmiş muhtelif tanımlar olmakla birlikte sekülerleşmenin genel olarak bireysel, toplumsal ve kurumsal üç boyutundan bahsedilir. Yani sekülerleşme bir yanda bireylerin dinî inanç ve pratiklerden uzaklaşmaları iken diğer yanda dinî kurumların toplumsal öneminin azalması ve sadece inanç sahasına çekilmesi anlamlarına gelir. Sekülerleşme üçüncü olarak dinin devletin ilgi alanına giren sahalardan uzaklaştırılmasını içerir. Böylece sekülerleşme ile laiklik arasındaki fark kendini belli eder; esasen laiklik sekülerleşmenin bir alt başlığı olarak kurumsal sekülerleşmenin karşılığıdır.
Ülkemizde sık yapılan bir hata, laiklik ile sekülerleşmeyi bir ve aynı şey olarak değerlendirmektir. Son yıllara kadar insanlar kendilerini laiklikle tanımlar, bu şekilde dinle aralarının sıcak olmadığını ve dinin kamusal varlığına karşı olduklarını ifade etmek isterlerdi. Devletin işleyişinde dinî kurum, kişi ve kuralların yönlendiriciliğinin engellenmesi ve yasa önünde inanç ve inançsızlığın eşitlenmesi anlamlarına gelen laikliğin, ülkemizde bireysel tanıma dönüşmesi bir kavram karmaşasının ifadesiydi ve kendilerini laik olarak tanımlayan kimseler aslında laiklik taraftarı seküler insanlar olduklarını vurgulamak istiyorlardı.
Bir modernleşme projesi olarak sekülerleştirme
Kanaatimce, laikliği hatalı bir şekilde kurumsal ayrışma anlamının dışında bireysel tanım için kullanmak, Türk modernleşmesinin dindar bir topluma yukarıdan aşağı uyguladığı sekülerleştirici politikalarla ilgili bir durumdur. Bilindiği gibi sekülerleşme Batı toplumlarında yüzyıllara sâri sanayileşme, kentleşme, bilim ve teknik gelişmeler eşliğinde oluşmuş modernleşme sürecinde yaşanan toplumsal sürece işaret ederken, ülkemizde devlet elitlerinin iradi bir kararı üzerine hedeflenen muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için dindar ve geleneklerine bağlı bir toplumu dönüştürmek üzere belirlenmiş politikaların hayata geçirilmesi anlamına geliyordu. Dolayısıyla Türkiye'de yaşanan sekülerleşme değil sekülerleştirme süreciydi ve laiklik politikalarının zorlayıcı uygulamalarıyla gerçekleştirilmeye çalışıldı. Yani evvela toplumsal değişimi ifade eden sekülerleşme ne elitler ne de toplum tarafından anlaşıldı, aşina olunan tek sözcük devletin belirleyici olduğu laiklik kavramıydı.
Fransa'dan mülhem, sistemi dönüştürmeyi temel alan ve halkı değişime adapte olmaya zorlayan laiklik, Türk halkının geniş kitleleri tarafından sadece zorba politikaların ve dinî yasakların ifadesi oldu. Tekkelerin kapatılması, başörtüsü yasakları, Arapça ezanın yasaklanması, din eğitiminin ortadan kaldırılması, hatta hac yasakları...vd. otoriter devlet iradesinin laiklik politikalarının sonucuydu. Tüm bu uygulamalarda hedeflenen şey, Avrupa gibi dinden uzaklaşmış yani sekülerleşmiş, aklı ve bilimi rehber edinmiş bir toplum oluşturarak modern sınıfa dahil olmaktı. Dolayısıyla laikliğin otoriter uygulanışı aslında bizi modernliğe ulaştıracak seküler bir toplumun yaratımı için gerekli görülen bir projeydi. Öte yandan, bu süreçte demokrasi ancak seküler toplum yaratıldıktan sonra işleyebilir görülüyor, 28 Şubat ideolojisinin savunucuları tarafından sıkça söylendiği gibi seküler toplum oluşmadan demokrasi zararlı bulunuyordu. Bu mantık örgüsünün devamında demokrasi için laiklik bir zorunluluk olarak tasavvur ediliyordu. Bu sebeple demokrasi uzun yıllar retorikten öteye gidemedi.
Seküler toplum yaratımı için otoriter laiklik politikalarının uygulanmasının gerekli görülmesi ve demokrasi ile sekülerleşme arasındaki varsayılan ilişkinin bir mit gibi işlev görmesi eleştiriye açık yaklaşımlardı. Bir kere modernliği sadece seküler Batı modernliği olarak anlamanın bir sonucuydu bu yaklaşım, Batı dışında özgün bir modern toplum tasavvuruna izin vermiyordu. Öte yandan demokrasi ile sekülerleşme arasında kurulan ilişki Avrupa için bile son derece tartışmalıydı. Sekülerleşme çalışmalarıyla tanınan Jose Casanova, savunulduğunun aksine Avrupa'da demokrasinin yerleşmesinden sonra sekülerleşmesinin hız kazandığına dikkat çekti. Ayrıca demokrasi ile din devlet ayrımı arasında varsayılan mite dönüştürülmüş bağ mevcut değildi; laiklik demokrasinin garantisi olamamıştı. Avrupa'da din devlet ayrımı olmayan demokrasiler bulunduğu gibi dini katı bir baskı rejimi altında tutan komünist ve ateist yönetimlerde de demokrasi yoktu.
Sekülerleştirme projesinden sekülerleşmeye
Ülkemizde ise uzun yıllar uygulanan radikal sekülerleştirici politikalar toplumu sekülerleştirmeye yetmedi, hatta bu politikaların geniş toplum kesimlerinin sekülerleşmesini engellediği bile söylenebilir. Türk toplumu devletin yasaklayıcı tutumu karşısında din ve geleneklerini geride bırakmak yerine onlarla birlikte var olmanın yollarını aradı, imam hatip okulları gibi alternatif formüller üretti. Neyse ki, Türkiye'de 2000'ler sonrasında devletin din üzerindeki yasaklayıcı tahakkümü azaldı, demokratikleşme süreçlerinden hem Müslüman çoğunluk hem gayri müslim azınlıklar istifade etti. Başörtü yasakları hem üniversitelerde hem kamu kurumlarında son buldu, din eğitimi, dinî faaliyet ve dinî sembollere yönelik yasaklar kaldırıldı. Ancak aynı dönemde sekülerleşmeye dair değerlendirmelerin çeşitlendiğine de tanık olduk. Sadece toplumun seküler kesimlerinde yaşanan açık sekülerleşme değil, Tayfun Amman'ın ifadesiyle dindar kitlelerdeki durumu ifade eden örtük sekülerleşme de bu dönemde dikkat çekmeye başladı. Amman bu sürecin temel bileşenlerinin kentleşme, eğitim ve gelir düzeylerindeki artış olarak tespit etti ve toplumsal dönüşüm bu yönde devam ettikçe sekülerleşmenin belirginleşeceği beklentisini ifade etti.
Bunlarla bağlantılı olan ve toplumda artış eğilimindeki sekülerleşmeye eşlik eden diğer bazı faktörleri şöyle sıralamak mümkündür: Öncelikle küresel kapitalizmin ülkemize nüfuzuyla birlikte postmodern tüketim kültürü ve haz odaklı yaşam talebindeki yükseliş, gelir düzeyindeki artışla birlikte sekülerleşmenin önemli gerekçelerinden biri hâline geliyor. Ayrıca medya ve sosyal medya araçlarının hiç olmadığı kadar değer, tutum ve davranışları belirleyici hâle gelmesi ve mahremiyet algısınalgısındaki dönüşüm, kapitalist kültüre uyum sağlayacak şekilde hayatları dinin ve yerleşik değerlerin rehberliğinden uzaklaştırıyor.
Dinî temsil ve din dilinin sorunları
Bu süreçte sosyal kontrolü sağlayan temel birimler olan aile, mahalle, gelenek gücünü yitirirken sosyal kontrolün yeni sağlayıcıları tüketimci haz kültürüne uyumu zorluyor. Özellikle insanları benzer duygularla bir araya getiren ve etkileri altına alan yeni karizmatik kişiliklerin (influencerlar, sporcular, sanatçılar) medya ve sosyal medya yoluyla standart belirleyici oldukları gözleniyor. Ancak bir taraftan da özgürlük, kendine dürüst olma anlamında sahicilik ve bunu takip eden bireycilik en kutsal değerler olarak destekleniyor. Bireyciliğe ve özgürlüğe yapılan aşırı vurgu değer temelinde hak bağlamlı ilişkileri değil menfaat ilişkilerini teşvik ediyor.
Öte yandan, sekülerleşmenin yükselişinde dinî temsil ve din dilinin sorunları da etkili olduğu gözlenebilir. Dinî temsillere yönelik olumsuzlayıcı söylemler (sanatta sinemada edebiyatta yaygın olan olumsuz Müslüman temsilleri gibi) her dönem için problem olsa da bu durumun son yıllarda çok daha yaygın bir biçim aldığı (yalnız entelektüel elitten gelen karşıtlık değil ortalama insanların dinî temsillere yönelik tepkilerinin, istihzalarının yaygınlık kazanması gibi) gözlenebilir. Ayrıca farklı dinsel yaklaşımlara veya eleştirilere muhatap olmak, o güne kadar dinî görüşünden emin olduğunu farz eden bireylerin inançlarına yönelik kuşkularını besleyebilir. Günümüzde dijital mecra bu bakımdan son derece etkili olmaktadır.
Buna ilaveten, mevcut din dilinin yeni sorulara cevap vermedeki yetersizliğinin yanı sıra akıl ve düşünceyi dışlayan dinî söylemlerin kapalı kapılar ardından çıkıp internet ve sosyal medya ile toplum geneline yayılması sorunun diğer bir yönünü oluşturmaktadır. Böylece toplumun bütününe hitap etmesi mümkün olmayan ve marjinal olması beklenen dinî yorumlar, küçük bir grubun bilgisinden çıkıp genele ifşa olurken dinî temsil misyonuna bürünüyor ve toplum için ürkütücü bir hâl alıyor.
Kapitalizme uygun dinî pazar
Yine artan sosyal mecralar ve dijitalleşme sayesinde farklı dinî ya da dinsel yorum ve fikirlerin temsillerindeki artış, dinî-manevi alternatiflerin cazip hâle gelmesini sağlayan kapitalist kültüre uygun bir dinî pazarın oluşmasına yol açıyor. Böylece o güne dek sahiplendikleri öğretileri sıkıntılı bulmaya başlayan ya da farklı arayışlar içinde olan bireyler kendilerine yeni dinî görüşler, mistik yaklaşımlar bulmakta zorlanmadan dinî pazardaki ürünlerden diledikleri birini ya da bir kaçını alıp uygulayabiliyorlar. Öyle ki, bu dinî pazar sadece seküler bireylerin hizmetine sunulmuş değildir, aynı zamanda dindarlar da dindarlıklarına yardımcı olacağını düşündükleri ya da eksik kalan manevi yönleri için tamamlayıcı gördükleri ürünlere yöneliyorlar. Örneğin beş vakit namaz kılan dindarların geçmişte meditasyon yapması ihtimal dahilinde görülmezken bugün rahatlama ya da namaza odaklanmada faydalı olduğu gerekçesiyle meditasyon yapan dindarlarla karşılaşmak mümkün hâle gelmiştir. Bu durum, dinler arasındaki sınırların muğlaklaşmasını akla getirmekte; bu açıdan New Age akımları farklı din ve inanç unsurlarını bir araya getirerek bireysel tercih ve tecrübeyi ön plana çıkaran maneviyat alternatiflerini tüketim çağındaki insanların tercihine sunuyor.
Öte yandan, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin dini başvuru merci olarak etkisizleştirmesi de sekülerleşme bağlamında yapılan değerlendirmelere dahil edilmesi gereken hususlardandır. Zira artık dünyanın nasıl oluştuğu sorusu dinî rehberlikten çok bilimsel yol göstericiliği temel alıyor ve çoğunlukla dinî öğretiler bilimsel bulguları destekleyici olmak üzere okunuyor.
Değişim, değerler karmaşası ve Bazarovlaşma
Tüm bu süreçlerle birlikte geçmişte siyaset marifetiyle oluşturulmuş dindar-laik (aslında seküler) ayrımına denk gelen sosyal ayrışmanın azaldığı, mahallelerin tüketim ortak paydasında buluştukları, melez formların ve gri alanların arttığı bir dönem yaşanıyor. Seküler yaşam tarzına sahip insanlar dinî veya manevi ilgilerini karşılamak için İslam ya da başka dinsel yaklaşımlardan faydalanırken; bundan daha yaygın bir şekilde dinî referanslara önem veren toplum kesimleri yukarıda sıraladığımız nedenlerle birlikte ilgi alanlarında, yaşayışlarında ve inançlarında değişimlere tanık oluyor.
Bu gelişmeleri değerlendirdiğimizde Türkiye'de hızlı bir sosyo-ekonomik değişim sürecinden geçmenin ortaya çıkardığı değerler karmaşasından söz etmemiz gerekiyor. Bu hızlı değişim süreci yerleşik normların, değerlerin ve geleneklerin yeni durum ve sorunlara adapte olmaya çalışan insanlar tarafından kimi zaman yeniden değerlendirildiğini, bazen dönüştürülerek ele alındığını, bazı durumlarda normlardan kaçış ya da normlara duyarsızlık olarak tezahür ettiğini ve çoğu zaman da söylem ve pratiklerdeki çelişkilerle devam ettiğini gösteriyor. Dolayısıyla oluşan yeni toplumsal düzen bazen insanları iradeleri dışında dinî değerlerden uzak hareket etmeye zorlarken (faizin haram olduğuna inansa da bireylerin bankacılık hizmetinden faydalanmak zorunda oluşu gibi), bazen de dinen yanlış olduğu bilinse de günahın kanıksanması (israf) veya gerekçelendirilerek meşrulaştırılması (herkes yapıyor) söz konusu olabiliyor. Yine sıkça rastlanan bir eğilim, dindarlık göstergeleri üzerindeki algı değişimine işaret ediyor, örneğin artan biçimde tesettürün dindarlık göstergesi olmadığı söylemi (ne başörtülüler var neler yapıyor... gibi) yaygınlaşıyor ve din ile ahlak arasındaki temel ilişkiye yönelen eleştiri ahlaklı insanı din dışında tanımlamayı beraberinde getiriyor.
Yine son dönemlerde artan sosyal medya etkisiyle bir tür Bazarovlaşma kendini belli ediyor. Bilindiği gibi Bazarov, Turgenyev'in nesiller arası farkı nihilizmi merkeze alarak anlattığı 19'uncu yüzyıl Rusya'sını ele alan romanının tüm değerlerle alay eden, kutsalı olmayan başkahramanı. Bazarov değersizliğin, bencilliğin, maneviyatsızlığın kutsala sırt dönmenin kibirli temsilcisi. Bugün sıkça rastladığımız bu tip, sosyal medya sayesinde güçlenerek yaygınlık kazanıyor. Özellikle dini değersizleştiren fenomenlerin karizmatik otoritesi sayesinde insanlar, üzerine hiç düşünüp araştırmadıkları dinî konularda kendileri için hazırlanmış kalıp inanç sorgulamaları ve hazır sunulmuş cevapları kabul ediyor; buradan yola çıkarak din, ahkam kesmenin ve alay etmenin konusu hâline getiriliyor. Böylece din, ciddi bir anlam sorunu olarak değerlendirilmek yerine çoğu zaman ya bir ayak bağı ya da lüzumsuz bir tartışma olarak algılanıyor. Zaten günümüz tüketim toplumu anlam arayışını bir hakikat arayışı olarak görmüyor; bunun yerine anlamı gündelik meşgale ve bitmeyen deneyimleme hevesinde arıyor.
Görülen o ki, son yıllarda dinin kamusal temsilindeki artışa rağmen inanç ve pratiklerde gerileme görülmektedir. Bu sadece Türkiye'ye has bir durum olmamakla birlikte küresel bir trend olduğu fark edilmektedir. Ancak bu durum, insanların doğa üstüne inanmaktan vaz geçiyor olduklarını değil, içinde oldukları küresel ekonomik, teknolojik, toplumsal değişimler karşısında değer ve inanç dünyalarında meydana gelen kriz ve arayışın dışa vurumu olarak okunabilir. Kısaca, tüm göstergeler değişen dünya koşullarına adapte olmaya zorlanan insanların arayışını dile getirmektedir. Bu süreçlerin küresel rüzgarlarından özellikle gençler nezdinde her geçen gün daha çok etkilenen Türk toplumu da nasibini almaktadır. Bu arayışı doğru tespit edip yol gösterecek doğru din dilini oluşturmak ise hak dine iman edenlerin temel derdi olmalıdır.