Bir Başkadır gerçeği
İçinde bulunduğu siyasal, toplumsal ve kültürel bağlamla sıkı sıkıya bağlılık gösteren sinema ve televizyon dizilerine, son yıllarda dijital platformların çalışmaları da eklendi. Berkun Oya'nın Netflix adlı dijital platform için yazıp, yönettiği Bir Başkadır mini-dizisi de, bu platformda yapılan ve genel olarak beğenilmemiş bir sürü yapım arasından sıyrılarak son haftaların en çok konuşulan dizilerinden biri oldu. Bu yazı, şimdiye kadar gerçeklik vurgusu ile ele alınan dizinin; mekânsal anlatısını, film dilini ve filmdeki temsil meselesini değerlendirmeyi amaçlarken, yayınlandığı platform olan Netflix'in işlevlerine de değinmeyi amaçlıyor.
Filmler ve diziler toplumsal hayatın söylemlerini bir anlatıya büründürerek aktarırlar. Böylece, çoğu kez sinemanın ve de televizyonun kendisi toplumsal gerçekliği inşa eden bir rol oynar. Bu bağlamda, kültürel temsil aracı hâline gelen en güçlü örnek olarak Amerikan sinema pratiği gösterilebilir. Görselin her zaman ideolojik bir yanının olduğu da bu vesileyle hatırda tutulmalıdır. Ne var ki, yeni bir boyut olan dijital platformlar için en temel kaygı ticari devamlılık sağlamak olduğu için, sinema toplumun gereksinimleri ve tüketim alışkanlıklarıyla çelişmeyecek bir şekilde yeniden üretilmeye başlandı.
Bu anlamda Netflix gibi dijital platformlar, bir tüketim ideolojisinin sonucu olarak, daha az siyasal, daha çok postmodern ve daha çok hazlara hitap eden, bir nevi tüketim alışkanlıklarıyla uyumlu bir şekilde oluşan, yapımların artmasına sebep oluyor.
Toplumsal sağaltım dizisi
Cemil Gözel'in "Netflix'in Dayattığı İdeoloji" makalesine atıfla buna bir açıklama getirmek mümkün: "Çünkü tüketicinin, tüketim koleksiyonuna daha fazlasını ekleme tutkusu, dayatılan tüketim ideolojisi ile dizginlerinden boşanmış durumda. Yani kapitalizmin, özellikle son on yıllarda yarattığı müthiş bir teknolojik donanımla yükselen yeni kültürüne Netflix gibi kesintisiz, sürekli ve her zaman ulaşılabilen bir dijital yayın alanı cevap verebilirdi. Böylece, yeni tüketici kimliği ile örtüşen yepyeni bir model ortaya çıkmış oldu."
Bir nevi sinemayı, toplumun yeni tüketim alışkanlıklarını göz önünde bulundurarak yeniden yorumlayan bu platform; genel olarak üst-orta sınıf, genç seyirciye yönelik, ticari kaygıların başat rol oynadığı neo-liberal yapımlara yatırım yapıyor. Ne var ki buna rağmen, Türkiye'de Netflix ile ilk ortak yapım dizilerinin beklenilen ilgiyi karşılamada yetersiz kaldığı görülüyor.
Pandemi döneminde tüketicinin değişimini ve taleplerini iyi gözlemleyen Netflix -Türk televizyon kanallarında yayınlanan bazı diziler ile atağa geçen, terapi ağırlıklı yapımlarla da eş zamanlı bir dönemde- bir terapi etkisi oluşturan, toplumun farklı dinamiklerinin çatışma veya çekişmelerini anlatıp, toplumsal bir sağaltım oluşturan yeni bir mini-dizi olan Bir Başkadır'ı yayınladı. Sermaye ideolojisinin ürettiği pek çok dizinin aksine bu mini-dizi, sinemasal anlamda güçlü bir görsellik inşa ederken, yerellik çağrışımları ile de eklektik bir anlatı kurarak yerli seyirciyi çekmeyi başardı.
Bunun yanında geleneksel-modern karşıtlığı, Türk film-dizi sektöründe pek de benzerine rastlanmayacak şekilde başörtülü bir kadının başkarakter olarak ele alınması, oyuncuların başarılı performansları, anlatının güncel Türkiye sorunlarına değinmesi gibi bir takım etmenlerin diziyi başarılı kıldığı görülüyor. Belki de bu yüzden "gerçekçi bir Türkiye portresi" sunduğu konusunda övgüler alan dizinin, okumasını yapmak şart oldu.
Kendi toplumuna yabancı
Bir Başkadır dizisi genel olarak, seküler ve muhafazakâr olanın karşılaşmalarını ve bu eksende yaşanan çatışmayı konu ediniyor.
Farklı sosyo-ekonomik yapılardan gelen bir grup insanın İstanbul'a özgü metropol hayatında bir takım tesadüflerle yolları kesişiyor. Anlatı, başörtülü bir kadın olan Meryem'in (Öykü Karayel) gündelikçilik yaptığı eve uzun yolculuğu ve sonrasında bayılması ile başlıyor, sonraki sekansta bir yıl öncesine geri gidiliyor. Bu kez aynı karakteri, İstanbul gibi bir metropolün çeperinde, Beykoz'un köylerinden birinde, küçük bir yerleşim yerindeki evinden çıkarken buluyoruz. Meryem, bu koca şehrin keşmekeşi içinde göründüğünde dizinin mekânsal algısı da genişlemeye ve dönüşmeye başlıyor. Meryem bayılmalarına çare olarak gittiği hastanede, sevk edilmesi sonucunda psikiyatri kliniğine başvuruyor. Burası Peri'nin (Defne Kayalar) psikiyatri kliniği. Buradaki muhabbetleri sonucunda, baskın bir ağabey, travmatik bir geçmişi olan sorunlu bir yenge ve iki yeğeniyle aynı evde yaşadığını öğreniyoruz Meryem'in. Bir de genç kadının yaşadığı yerdeki cami imamına danışmasından, ona verdiği ehemmiyetten bahsettiğini görüyoruz. Devamında Peri'nin soğukkanlı duruşunun altında Meryem'e karşı olan üst bakışına şahit oluyoruz.
Sürekli "Hoca"dan, ağabeyinden bahseden Meryem'e ilişkin bariz önyargısının onu teslim aldığını, Peri'nin psikolog arkadaşı Gülbin'e (Tülin Özen) anlatırken buluyoruz. Peri'nin tam anlamıyla "Beyaz Türk" etiketine uyacak bir ailenin yurtdışında okumuş kızı olduğunu öğreniyoruz. Peru'daki Şamanları bile anlayan Peri, kendi toplumuna yabancı kalmış biri ve Meryem'in danışanı olmasından rahatsız olduğunu itiraf edecek kadar da olayın etik olmadığının farkında.
Toplumdaki görünmez duvarlar
Olay örgüsü, açık edilen çatlaklardan gittikçe genişliyor; hikâye Gülbin'in ailesi ve ablası Gulan (Derya Karadaş), Meryem'in abisi Yasin (Fatih Artman), Yasin'in psikolojik problemler yaşayan eşi Ruhiye (Funda Eryiğit), mahallenin imamı Ali Sadi Hoca (Settar Tanrıöğen), Meryem'in evine gündeliğe gittiği Sinan (Alican Yücesoy), Ali Sadi Hoca'nın elektronik müzik dinleyen, kendi içinde sıkışmış kızı Hayrunnisa (Bige Önal) ve diğer karakterlerin birbirleriyle bir şekilde temas hâlinde olması ile gelişiyor.
Çok farklı mekânlar ve bu mekânların birbirleriyle girdikleri ilişki, çeperden merkeze uzanan insanların farklılığıyla da bir nevi çeşitleniyor. Yönetmen bu çok karakterli yapıyı kurarken, Meryem'in eski evinden başlayarak bir yalıda oturan Peri'nin annesinin evine kadar ilerleyişinde, toplumdaki farklı etiketlerle arketipleştirilmiş karakterlerin arasındaki görünmez duvarları da hissettiriyor. Bu anlamıyla mekânı karakterlerle yoğuran güçlü bir anlatım ortaya çıkıyor. Mekânsal algının genişlemesi, hikâyeye güçlü bir inandırıcılık duygusu katıyor.
Meryem ekseninde olumlu temsil içeren başörtülü kadın imajının yanında, Peri ekseninde temsil edilen "Beyaz Türkler"in de öz eleştiriye davet edilmesi sinemada önemli bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca bu etikete sahip seyircinin bilinçaltındaki ayrımcılık fikrine bir nevi ayna tutuyor. Bu açıdan lokal değerlerle çatışmayan dizi, toplumun her kesimine ilişkin "anlama" çağrısı yapıyor. Filmin, çoğu orta sınıf seyircisinden büyük takdir görmesinin altında yatan temel etkenlerden birinin, bu yaklaşım olduğu görülebilir.
Dizideki katmanlı yapı, terapi odasındaki içe bakışın etkisiyle karakterlere bakışımızı dönüştürüyor. Bu duygusal sağaltım, öz eleştiri ve nihayetinde sunduğu fikir, polarize olmadan herkesin birbirini anlama çabası olarak ortaya çıksa da, başörtülü kadın temsilleri üzerine düşünmeyi gerektiriyor.
Sorunlu bir başörtülü kadın temsili
Dizideki karşıtlık, başörtülü yani muhafazakâr, başı açık yani seküler olarak kurulmuş. Başkarakter olarak, başörtülü bir kadının dizide yer alması, dizide yine pek çok başörtülü kadın temsillerinin olması yerel yapımlarda güzel bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Dizinin "Türkiye'nin gerçekçi bir portresi" olarak sunulmasında, bunun etkisi olduğunu görmek mümkün.
Bunun yanında "Beyaz Türkler" için, Gülbin ve Peri arasındaki diyalogların da duygusal bir tatmin oluşturduğu söylenebilir. Yine de başörtülü kadın imajını muhalif dünyanın tanımladığı şekliyle ele almak, dizideki temsil noktasındaki sorunların en başında geliyor. Başörtülü kadın tiplemeleri, Meryem örneği üzerinden gündelikçi, vasıfsız, okumamış, ağabeyi tarafından baskılanan bir kadın olarak resmedilirken, Gulan örneği üzerinden gösteriş meraklısı, buyurgan, rüküş ve yüzeysel biri olarak karşımıza çıkarılıyor. Üniversitede okuyan tek başörtülü kadının ise, eşcinsel eğilimler göstermesi ve en nihayetinde başörtüsünü açıp, okuluna dönmesi oldukça manidar. Bu anlamıyla başörtülü kadın temsilinin, bu üç imaja hapsedilmeye devam ettiği ve bunun doğal bir arka plan olarak kullanılmasında beis görülmemesi rahatsız edici.
Buna ek olarak, Meryem'in bir nevi günah çıkarmaya dönüşen –ki toplumsal gerçekliği tartışılır olan bir durum olarak- mahallenin imamı Ali Sadi Hoca'ya danışma ve hesap verme mecburiyetinin yanında, ağabeyine olan itaatinin de altı kalın harflerle çiziliyor. Filmin ilerleyişiyle, herkese aynı aklı verdiği açık edilen Ali Sadi Hoca'nın -herkese aynı reçeteyi yazan bir doktor gibi- tavsiyeleri sorgulanıyor. Ali Sadi Hoca'nın yumuşak, mülayim, sevgi dolu ifadesinin altında kendi kızına bile vaaz edemediği/ etki edemediği gerçeği de bir paradoks olarak sunuluyor. Buna rağmen Ali Sadi Hoca'nın müşfik ve insani tavrı, Türk dizi ve sinemasında din adamı imajının çok da olumlu olmadığı gerçeği düşünülecek olursa, olumlanacak yeni bir gelişme.
Geri kalmışlığın sembolü dindar!
Neredeyse 2000'li yıllara kadar -millî sinema örneği ve bir takım istisnalar dışında- Türk sineması ve televizyon dizilerinde din temsilleri ve din adamı imajı ulusun ideolojisinin önündeki en büyük engel olarak veriliyordu. Bu tarz yapımlarda, modernleşme anlatılarına paralel olarak din ve dinî kişilikler olumsuz biçimde resmedilir, halkın "körü körüne bağlı olduğu" din anlayışı coğrafyanın geri kalma sebebi olarak sunulurdu. Medyada sürekli üretilen imgeler ve tüm bunları fırsat bilen batıcı aydınların ortak çaba veya duyarsızlıklarının bir sonucu olarak, hem bu imgenin yaygınlaşarak yerleşik hâle gelmesi hem de toplum tarafından kanıksanması sağlanmıştı.
Dindar karakterler, sinemanın ilk günlerinden bu yana, geri kalmışlığın sembolü haline getirilmişti. Bu anlamıyla iddia edilebilir ki, din adamlarının medyada yeteri kadar temsil edilmediği, edildiği alanlarda da cahil din adamı ya da güldürü öğesi din adamı imajını aşamadıklarını görmek mümkün. Böyle bir "nötr" temsil imkânı bulan kesimlerce filme ilgi gösterilmesi de anlaşılır oluyor. Bu anlamıyla bakıldığında dizideki din adamı temsili, kendi içinde olumluluk içeriyor.
Kısacası, Bir Başkadır üzerinden yapılan tartışmalar, dizilerin toplumsal ve siyasal mevzulara da dokunduğunu göstermesi açısından önem arz ediyor. Sinematografik açıdan başarılı, oyuncu yönetimi güçlü bir dizi olarak karşımıza çıkan bu yapımın Netflix'de yayınlanmış olmasının da filmin popülerliğine etkisi üzerine düşünülmesi şart. Seyirciye, tüketici olarak yaklaşan bu tarz dijital alanların, arz-talep denklemi üzerinden ilerlediğini hatırlatmakta fayda var.
Kolektif bilinçaltına işlemiş seküler anlatı kalıpları
Tercih edilen prototiplerin, konuyu anlatma biçiminin, seçilen mekânın, kameranın konumlandırıldığı yerin ve hatta yayınlanan mecranın bir yaklaşımı, bir bakışı ve bir düşünceyi çağrıştırdığı hatırda tutulmalı. Bir Başkadır, kendi önerdiği yaklaşımı ustalıkla gerçekleştirmiş görünüyor. Din adamı temsillerine yönelik daha duyarlı, daha az önyargılı bir dil oturtmaya çalışması bakımından başarılı olan dizi, başörtülü kadın temsili bakımından toplumun kolektif bilinçaltına işlemiş seküler anlatı kalıplarını aşamamış olması açısından ne yazık ki eksik kalmış.
Meryem'in iyi niyetli, duyarlı bir genç kız olmasının yanında evlilik hayali kurmak dışında bir dünyasının olmadığı gerçeği, Gulan'ın kimliğinde abartılı bir şekilde verilen rüküşlük ve çirkefliği, kendi fikrini ortaya koyamayan, doğru düzgün iki çift laf etmek yerine "la havle" çekerek, sürekli dinî duyguları sömüren başörtülü kadın tiplemesine hapsedilmesi… Üniversite okuyan tek başörtülü kadının, başını açmayı dört gözle beklemesi üzerinden, okudukça aydınlanan bir kişiyle özdeşleştirilmesi… Başörtülü kadını şimdiye kadar algılandığı etiketlerin dışına çıkaramamış olması bakımından büyük bir eksiklik taşıyor.
Son olarak, din adamının razı olmasa da karşı durmadığı eşcinsellik ve baş açma durumu ile dizi bize, neredeyse Derrida'nın Mesihsiz Mesiyanizmi'ni öneriyor. Din olmadan bir din yaşamak mümkün yaklaşımı, din adamı ve kızı ekseninde aceleyle verilmeye çalışılmış gibi. Bu açıdan dizi yapımcılarının Netflix'in yayınlamak için öne sürdüğü belli şartları da göz önünde bulundurduğu görülüyor.
Bu anlamıyla söylenebilir ki, sinema ve dizilerin öykü anlatma biçimleri, konuları ve optik tercihleri belli bir yaklaşımı yansıtır. Gerçeklikten bir takım motifler kullanan Bir Başkadır da, -her ne kadar Türkiye'nin bire bir gerçeği olmasa da- kurduğu bu yeni dekor ile, seyirciye tüketici olarak yaklaşan platformların yaklaşımlarını da sorgulatması bakımından önem arz ediyor.