15 Temmuz'a din sosyolojisi gözünden bakmak
15 Temmuz darbe girişimi Türkiye Cumhuriyeti tarihine iz bırakan en önemli olaylardan biri oldu. Türk halkının darbeye karşı gösterdiği destansı direniş, dünya görüşü ne olursa olsun demokrasiyi koruma adına birlik olması tüm dünyaya örnek olacak nitelikteydi. Demokrasi kültürü ile övünen çoğu halk dâhil, darbe karşısında bu derece cesurca ve fedakârca durabilecek toplum azdır.
15 Temmuz ile ilgili çeşitli açılardan analizler yapıldı. FETÖ yapılanması ile bağlantısı noktasında çok şey söylendi. Ancak ben olayın din sosyolojisi, özelde de bir kült hareketinin eseri olan bir darbe girişimi olması yönünün yeterince ele alınmadığını düşünüyorum. Askerlerimizin kendi meclisimizi bombalaması, kendi halkına kurşun sıkması nasıl anlaşılabilir? Hele de kendini Müslüman gören bir grup insan nasıl böyle bir şeye ön ayak olabilir?
Bu soruların hayati öneme sahip olduğu kanaatindeyim. Zira 15 Temmuz'a yol açan dinamikleri anlamak, bir daha böyle trajedilerin önüne geçecektir. Detaylı analize gelmeden önce kanaatimi ifade edeyim, bence Gülen hareketi tipik bir kült hareketidir. Kült hareketlerini, özellikle de sosyologların yıkıcı kült dedikleri hareketleri tespit etmek toplumu böylesine yıkıcı olaylardan korumak açısından çok önemlidir. Peki, bu nasıl yapılabilir? Bu soruya cevap aramadan önce kısaca kült kavramını anlamakla başlayalım.
People's Temple (Halkın Mabedi) yerleşkesine vardıklarında dehşete kapıldılar. Yerleşkede yaşayan 276'sı çocuk 909 üye kendilerine zehir enjekte ederek intihar etmişlerdi. Herkes büyük bir şaşkınlık yaşadı, idealist ve ütopik bir toplum kurma hedefinden söz eden bu gençler topluluğu nasıl olur da göz kırpmadan ölüme gidebilmişti? People's Temple kültlerin, takipçilerinin psikolojisini manipüle ederek getirebilecekleri noktayı açıkça ortaya koyuyordu.
Kültler sadece müritlerinin hayatını riske atmazlar. Çevrelerindeki insanlara ve topluma da zarar verirler. Tapınak Şövalyeleri'nin devamı olduğuna inanan "Ordre du Temple Solaire" grubu 1994 yılında insan kurban etmek ve toplu intihar suretiyle tam 74 kişinin hayatına mal olmuştu. Uganda'daki "Tanrının 10 Emrini Yeniden Canlandırma" tarikatı, 2000 yılında dünyanın sonunun geldiği iddiasıyla tam 778 can almıştı.
Bazı kültler sadece insan canını yok saymaları ile değil, aynı zamanda siyasette etkili olma çabaları ile dikkat çekerler. Mesela Osho'nun önderliğini yaptığı Rajneesh hareketi ABD Oregon'daki Antelope kasabasını ele geçirmiş, daha sonra 1985 yılında bütün eyaleti ele geçirmeye kalkmıştı. Bunu gerçekleştirmek için evsizleri eyalete getirmiş, eyalet halkını salmonella bakterisi ile zehirlemeye ve bir yargıca suikast düzenlemeye kalkmıştı.
Bu ve benzeri vakaların etkisi ile 1980'lerde din sosyologları kültleri incelemeye yöneldiler. Kült kavramı bugün, önyargılı kabul edildiği için ABD'li akademik çevrelerde "Yeni Dinî Hareketler" kavramı ile yer değiştirmeye başladı. Ben, bu değişime katılmayan akademisyenlerin kampındayım.
Gülen hareketi de bir çeşit kült
Kültler, genelde küçük bir grubun tek bir kişi, bir nesne ya da davaya sağlıksız bağlığı sonucu ortaya çıkan sosyolojik gruplardır. Mesela People's Temple takipçileri kendilerini tamamen Jim Jones'un görüşlerine adamışlardı. Dinî olmak zorunda olmasa da kültler genelde belli mistik ya da dinî görüş çerçevesinde ortaya çıkarlar.
Karizmatik ve etkileyici bir liderleri vardır. Genellikle kıyamet inançları ya da kurtarıcı bir Mesih/Mehdi beklentisi etrafında toplanırlar. Lider kurtarıcı rolü üstlenir. Kültlerin bir kısmı yeni dini hareketler şeklinde ortaya çıksalar da bir kısmı geleneksel dinlerin içinde çıkar. Mesela Adventist Akımlar, Hristiyanlık içinde ortaya çıkan kültlere örnek gösterilebilir. Adnan Oktar grubu İslam içinde ortaya çıkan kült hareketlere örnek olarak verilebilir. Ben, Gülen hareketinin de bir çeşit kült olarak okunması gerektiği kanaatindeyim.
Bu noktada iki uyarı yapmakta fayda görüyorum. Birincisi kült davranışları her grup için belirgin ve keskin değildir. Kült hareketleri, bir ucunda geleneksel dinlerden hafif sapmalar gösteren gruplar, diğer ucunda People's Temple gibi radikal topluluklar olan geniş bir spektruma sahiptir. İkincisi de bütün kültler toplum ve üyelerine zarar vermezler. Spektrumun başındaki grupların zararsız ya da az zararlı olduğu söylenebilir. Ancak literatürde yıkıcı kültler olarak adlandırılan gruplar kendileri için ve toplum için potansiyel tehlike taşımaktadırlar. Peki, yıkıcı kültler nasıl tespit edilebilirler? Şimdi bu soruya cevap arayalım.
Yıkıcı kültlerin işaretleri
Kültlerin ya da yıkıcı kültlerin genel olarak kabul edilen bir tanımı yoktur. Daha önce de değindiğim gibi kült kavramının kullanımı noktasında çağdaş sosyologlar çekingen davranmaktadırlar. Yıkıcı kültlerin bir tanımı olmasa da bazı ortak noktaları vardır. Yazar ve akademisyen James R. Lewis'in 1999 yılında piyasa çıkan ödüllü eseri Amerika'da Kültler (Cults in America) kitabında bir grubun kült olup olmadığından çok, o topluluğun üyeleri ya da genel toplum için tehlikeli olup olmadığı sorusunun önemli olduğu vurgulanır.
Darbeyi yapan zihniyeti anlamak ve gelecekte engel olmak kısmen bu soruya cevap vermekle ilgilidir. Topluma zarar veren kültleri dikkatli bir şekilde inceledikten sonra Lewis kitapta bu grupları, yani yıkıcı kültleri, tanımak için beş özellik ya da uyarı işareti tespit ettiğinden bahseder. Bu özelliklere göz atmakta fayda görüyorum.
Birinci işaret, yapının yasalara karşı olan tavrında ortaya çıkar. Yıkıcı kültler genelde kendilerini yasalar üstünde görme eğilimindedir. Yasalar araç olabilir ama asla sınır olamaz. Örgüt kendi amaç ve hedeflerini yasaların üstünde görür. Sağlıklı bir dinî kuruluş ya da vakıf kendini yasalarla sınırlandırır.
İkinci işaret, örgütün yöneticilerinin takipçilerinin özel hayatları ile ilgili kararlara dâhil olmasıdır. Örgüt ruhani kararlara karışmanın ötesine geçer ve takipçilerinin dünyevi kararlarına karışır. Onların kimle evleneceği, hangi bölümü okuyacağı, nerede çalışacağı gibi özel hayat kapsamındaki konulara doğrudan karışır. Bu yıkıcı kültlerin çoğunda görünen yaygın ikinci işarettir. Sağlıklı dinî örgüt ya da vakıflar, ruhani önerilerde bulunur ama kişinin özel hayatına müdahale etmeye kalkmaz.
Üçüncüsü yıkıcı kültlerde liderler üyelerine belirledikleri etik ve yaşam standartlarını kendilerine uygulamazlar. Diğer bir deyişle, liderin yaşam tarzı ile üyelerinin yaşam tarzı arasında bariz farklar vardır. Lider, genellikle, üyelerine kıyasla daha rahat ve lüks bir hayat yaşar.
Dördüncüsü, yıkıcı kültlerin üyeleri, kendilerinden olmayanlarla tam anlamı ile bir savaşa girişmekten kaçınmaz. Buna açıktır. Genelde bu savaş bir şekilde dünyanın sonu yani kıyametle ilişkilendirilir. Grup kendini kıyamette özel bir görev yapıyor konumunda görür.
Beşincisi, yıkıcı kültlerin liderleri sık sık toplum önünde inanmadığı veya yanlış olduğuna inandığı demeçler verir ya da kült üyeleri kendilerinden olmayan insanları yanıltmak, onlardan bilgi gizlemek için birtakım özel uygulamalara sahiptir.
Yıkıcı kült kriterleri ve FETÖ
Lewis'e göre burada ele aldığımız beş özellikten iki ya da daha fazlasına sahip bir topluluk dikkatli bir şekilde gözlemlenmelidir. Böyle bir yapının yıkıcı kült olma ihtimali vardır. Medyada yaygın verilen haberlere bakarsak FETÖ bunlardan en az dördüne sahipmiş gibi gözükmektedir. Yani Lewis'in kriterlerine göre yüksek ihtimalle yıkıcı bir külttür. Böyle bir yapının toplum ya da üyelerine zarar vermesi kaçınılmazdır.
Kültlerle ilgili çalışma yapan bir başka önemli akademisyen, Harvard Tıp Fakültesi'nden Psikiyatrist Robert Jay Lifton'dur. Lifton, 1980'lerde Kültlerin Oluşumu (Cult Formation) isimli çok atıf alan makalesinde yıkıcı kültleri tanımak için üç ipucu paylaşır. Birincisi yıkıcı kültlerin başında, gittikçe otoritesi artan karizmatik bir lider vardır. Lider üyeler tarafından hiçbir şekilde eleştirilmez/eleştirilemez. Grup onun ismi ile anılır ve gücünü ondan alır. İkincisi grup çeşitli yayınlar (basılı ya da görsel) ya da eğitimle kendine takipçi elde eder ve bunlara doktrinlerini kabul ettirir. Bu beyin yıkama olarak adlandırılır.
Süreç sonunda takipçi, kült ya da liderin çıkarlarını çoğu zaman kendi çıkarları üstünde görür. Üçüncüsü grup lideri ve yöneticileri grup üyelerini ekonomik, cinsel, emek ya da başka şekillerde istismar ederler. Gene FETÖ ile ilgili ortaya çıkan bilgilere baktığımız zaman bu özellikleri görebiliyoruz.
15 Temmuz'dan ders çıkarmak
Başka araştırmacılar da yıkıcı külte dönüşme potansiyeli olan topluluklar için benzer özellikler sayarlar. Genelde bu gruplar düşünmeye ve sorgulamaya karşı toleranslı değildir. Yapıda resmî yollarla izlenmeyen para giriş çıkışları yapılır. Grup kendini dışarıdakilerden ayırır, kendi üyeleri bir şekilde diğer dindarlardan kendini üstün görür.
Gruptan ayrılmanın makul yolu yoktur, eski üyeler ayrıldıkları için her zaman haksızdırlar hatta kötüdürler. Grup lideri her zaman haklıdır, kitapları ön plandadır. Lider hakikat konusunda mutlak otorite görülür, onun eleştirdiği fikir ya da eserler yanlış olarak kabul edilir.
Yıkıcı kültler güçlendikçe kendi üyeleri ve toplum için can alacak derecede tehlikeli hâle gelebilirler. FETÖ'nün yıkıcı bir kült karakteri gösterdiğini kavradığımız zaman aslında kısmen darbede olanlarla ilgili şaşkınlığımız ortadan kalkar. Böylesine vicdana sığmayan bir şeyi yıkıcı bir kültün yapması normaldir.
FETÖ, Türkiye'deki tek yıkıcı külttür demek fazla iyimser olacaktır. Bir daha böylesi bir trajedi yaşamamak adına kültlere karşı bilinçli ve dikkatli olmak önemlidir. Devletin burada ele aldığımız özellikleri gösteren grupları yakından takip etmesi gerekir. Elbette kişilerin dinî gruplara üye olma hakkı vardır, dinî özgürlükler çok kıymetli ve önemlidir. Dolayısıyla dinî grupları kapatmak ya da baskıya maruz bırakmak makul bir yaklaşım değildir. Ancak dine rağmen dini kullanarak kişilerin iradelerinin devre dışı bırakılması tehlikelidir ve bu konuda dikkatli olmak gerekir. Zira kültler, hemen her zaman kişilere dinin emirlerinin dışında hatta ona ters şeyleri, iradelerini ellerinden alarak yaptırır.
Birey olarak hepimize düşen görevler var. Çocuklarımızı dinî konularda bilinçli, bağımsız düşünen, sorgulayan bir şekilde eğitmemizde fayda bulunuyor. Ahlak ve dinin kaynağının kişiler değil, ilkeler ve kutsal kitaplar olduğu, bunlar konusunda hiçbir kişi ya da grubun mutlak otorite olamayacağı bilinci yerleştirilmeli. Aksi hâlde gençlerimiz kültlerin eline düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalır.
Kutsal kitabımız Kuran çeşitli ibretlerden bahsederken düşünen bir topluma yönelik olduğuna atıf yapar. Müslüman toplum, düşünen toplumdur. İslam'da âlimler vardır ama din üzerinde otorite kuracak ruhban sınıfı yoktur. Kültlere karşı toplumu korumak, sadece vatandaşlık görevimiz değil, aynı zamanda dinî görevimizdir.