Cumhuriyet tarihinin en vahşi fakat bir o kadar da korkak terör örgütü FETÖ ile 15 Temmuz 2016 tarihinde sokaklarda yüzleştik, çarpıştık. Psikotik vaizlerinin dışında herhangi bir dış uyarana zihinlerini kapatan sözde "cemaat" mensupları özde eli kanlı terörist ve yandaşları, tüm insani yönlerini köreltip aklını, her şeyden önemlisi de iradelerini, varoluş amaçlarını, değerlerini ve hatta haysiyetlerini beddua seansları düzenleyen bir psikopata teslim ettiler.
Yıllardır ilmek ilmek dokudukları bu ihanet ağı bir gecede başlarına geçti, ayaklarına dolandı ve bu terör örgütü tüm dünyanın, yani sahiplerinin gözü önünde açığa çıkıp bataklığa saplandı. O geceye ait fotoğrafları biraz karıştırın, yakalanan tüm rütbeli hainlerin surat ifadelerinde aynı korkunç şaşkınlığı göreceksiniz. Çünkü sahte peygamberleri onlara zafer vaat etmişti ve hepsi o gece darbeyi gerçekleştirip bu ülkeyi altın bir tepsi içerisinde Amerikalı müttefiklerine sunacaklarından eminlerdi.
Darbenin arkasındaki gücün yüzsüzlüğü
Darbe gecesi Cleveland'daki İslam karşıtı söylemleriyle tanınan siyasi grup ACT! For America'nın (Amerika İçin Harekete Geç!) düzenlediği konferansta konuşan Donald Trump'ın bir süre Ulusal Güvenlik Danışmanlığını yapan emekli Korgeneral Michael Flynn kürsüde aynen şu ifadeleri kullandı:
"Muhtemelen çoğunuzun haberi yok ama şu anda Türkiye'de bir darbe oluyor. Tam da şu anda darbe oluyor. Ben de Türk ordusuna mensup, bizimle birlikte eğitim almış bir arkadaşımla irtibat hâlindeydim. Türk ordusu başarılı olacak mı olmayacak mı bilmiyorum, ama takip edenler bilir ki Türk ordusu uzun yıllardır yok ediliyor. Gerçek anlamda laik, yani normal bir ulus-devlet olan, ancak daha sonra İslamcılığa kaymaya başlayan bir ülke tarafından. Erdoğan yönetimindeki Türkiye bu, ki kendisi Başkan Obama ile çok yakın. Neler olacağını heyecanla bekliyorum, çünkü ordu başarılı olduğu takdirde, bu gece –[Türkiye] bizden sekiz saat ileride, o yüzden şu anda sanıyorum orada saat sabah 2 ya da 3 olmalı– söylediklerinden biri de 'NATO kapsamındaki sorumluluklarımızı tanıyoruz, Birleşmiş Milletler kapsamındaki sorumluluklarımızı biliyoruz, laik bir ülke olarak görülmek istediğimizi tüm dünyanın bilmesini istiyoruz' oldu. Bunu söyleyen ordu. Evet, bu alkışlamaya değer bir şey."
Ülkemizi işgal girişimi
Darbenin arkasında olduklarını daha açık nasıl ifade edebilirlerdi ki? Bu kadar açık konuşmalarının arkasında yatan şey ise yıllardır terörist başı Gülen'le beraber en ince ayrıntısına kadar kurdukları planın yüzde yüz başarıya ulaşacağı düşüncesiydi. Teknik olarak bakıldığında evet, Türkiye'nin her hücresine işlemiş bu zehrin o gece başarısızlığa ulaşması imkânsıza yakındı ama olmadı. Önce Allah'ın izni, sonra da dünyanın en korkusuz milletinin azmiyle bu belayı bir gecede başımızdan attık. O sahte peygamber ise bu ülke topraklarına bir daha ayaklarının üzerinde giremeyeceğini ve sığındığı topraklarda telef olup gideceğini anladı.
Her fırsatta söylemiştik, yine söyleyelim: Bizim bu topraklardan başka gidecek yerimiz, yurdumuz yok. Türkiye haricinde gizli bir ajandamız ya da uçağa atlayıp kaçacağımız bir Avrupa ülkesi yok. Tek derdimiz bu mukaddes vatanın bir taşına dahi namahrem eli değmemesidir. Bu inanca sahip vatandaşlar olarak bilmeliyiz ki 15 Temmuz herkes için bir turnusol kâğıdı olmuştur. Ülkemiz işgal girişimi altındayken evlerine saklanıp işgali destekleyen, sokaklara çıkıp işgale karşı gelmemizi ayıplayan ve ülkemizin bağımsızlığını psikopat bir terörist başına teslim etmemizi isteyen kendini bilmez bir güruhla beraber yaşadığımızı da keşfetmiş olduk.
Evet, işgalcilere balkonlarında alkış tutanlar vardı fakat tam o esnada 15 Temmuz Şehitler Köprüsü'nde darbeci hainlerin halka ateş açtığı sırada yerde yatan 30-35 yaşlarındaki bir vatandaş cep telefonundan takipçilerine canlı yayın yapıyor ve şunları söylüyordu:
"Belki burada öleceğim ama hiç olmazsa şerefimle öleceğim. (O sırada motorlu bir şahıs darbeci askerlere doğru yaralıları almak için kahramanımızın yanından geçiyor ve silah sesleri). Adam gitti, adamı vurdular. Motoru üstlerine sürdü, adamı vurdular ama şerefimizle öleceğiz, şerefimizle sonuna kadar vatanımızı savunacağız. Elbet fişekleri bitecek, kurşunları bitecek, o zaman kaçacak delik arayacaklar. Allah büyüktür, Allah büyüktür... Bu durumda bile gülmek lazım (gülümsüyor) vatanım için yapıyorum çünkü umutsuzluğum yok, üzüntü, keder yok."
Bir ruh sağlığı uzmanı olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki bu vatandaşımızın o anki kahramanca tutumunu, sakinliğini, idrakini ve yorumlarını hiçbir kuram, kuramcı ya da davranış bilimcisi açıklayamaz.
Karanlık ve aydınlığın mücadelesi
Karanlık ve aydınlığın, iyinin ve kötünün mücadelesi kıyamete kadar sürecek. Genç nesil bu mücadelenin ne demek olduğunu, tam olarak neye karşılık geldiğini de fiili olarak 15 Temmuz gecesinde görmüş oldu. "Ülkemiz üzerinde oynan oyunlar" başlığıyla karikatürize edilip "bırakın şu komplo teorilerini" cümleleriyle değersizleştirilen dış tehditlerin aslında kanlı ve canlı bir şekilde gerçek olduğuna hepimiz şahit olduk. O gece ülkemizin cumhurbaşkanını ve ailesini taşıyan uçağın koordinatlarını ABD'li özel istihbarat kuruluşu Stratfor anlık olarak Twitter hesabından paylaştı. Sizce burada hangi kirli amaçlara hizmete ediyorlardı?
15 Temmuz'un dış bağlantıları üzerine ısrarla duruyorum çünkü gençlerimizin anlam dünyasında Amerika ve Avrupa ulaşılması hedeflenen, sosyal, ekonomik ve politik olarak idealize edilen bir rüya gibi. Oysa pandemi sürecinde bir kez daha gördük ki o süslü Avrupa ve Amerika rüyası aslında bir hiçmiş. Ülkemiz ise türlü hainliklere, aleyhine çalışan kişi ve kurumların varlığına rağmen özellikle sağlık ve sosyal devlet alanında birçok ülkeye yardım edip ders vermiştir.
Gençlerimizin artık başlarını sağa sola çevirmelerinden ziyade kendilerine "Bu ülke için ne yapmam gerekir?'' sorusunu sormalarının zamanı gelmiştir. Yine genç kardeşlerimize şunu hatırlatalım: Türkiye, Batılıların kaybedip de geri alamadığı tek toprak parçasıdır. Tüm bu olanları, bu bilinçle tekrar düşünmenizi tavsiye ederim.
Kahramanlar can verir
Psikolojide travma sonrası büyüme dediğimiz bir olgu vardır. Travmatik bir olayla karşılaşan kişinin ya da topluluğun travma sonrasında eskisine nazaran daha güçlü ve daha dayanıklı hâle gelmesine travma sonrası büyüme denir. Hayatta her türlü zorlukla, olumsuzlukla ve kötülükle karşılaşabiliriz fakat önemli olan bu zorlukları yaşadıktan sonra tekrar ayağa kalkabilmek, geçmiş muhasebesi yapıp hataları fark ederek sonraki hayatımıza daha güçlü bir şekilde devam edebilmektir.
15 Temmuz sonrasında ülkemizin yaşadığı şey de tam olarak budur: Travma sonrası büyüme. Ülkenin neredeyse tüm kurumlarına, sinir uçlarına kadar sızan, bizden gibi görünüp tüm mahremimize çalıp servis eden ve en zayıf noktalarımızı yıllarca raporlayan bir terör örgütü, tüm gücüyle ve imkânlarıyla ülke yönetimini ele geçirmek için askerî bir kalkışmaya girişip başarısız oluyor. Fiili olarak sokakta buna direnmek, karşı koymak ve alt etmek büyük bir kahramanlık fakat psikolojik olarak tüm bu aldatılmayı, hainliği ve endişeyi bertaraf edip yeniden ayağa kalkmak her şeyden daha zordu ama başardık.
Kapı komşunuzun, okuldaki hocanızın, patronunuzun, devlet dairesinde görev yapan memurun kim olduğunu kestiremediğimiz zamanlardan geçtik. Her sabah selam verip tokalaştığımız kişinin aslında ülkenin namusuna kasteden bir terör örgütü üyesi olduğunu fark ettik. Kime, nasıl güveneceğimizi şaşırdık. Fakat tüm bu güvensizlik ortamından Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin köklü gelenekleriyle ve özverisiyle yavaş yavaş kurtulmaya ve nihayetinde yeniden doğrulmaya başladık.
Kimin kim olduğu artık ortada
Yaşadığımız bu travma sonucunda artık her kuzu postuna bürünen kurdu yanımıza yanaştırmamaya başladık. Karşılıksız iyilik yapan, her fırsatta bizden gibi görünmeye çalışan, tezgâhlarını insanların manevi duygularını sömürme üzerine kuran kötü niyetlilere karşı artık daha dikkatliyiz.
15 Temmuz gecesi aslında milletimiz kim olduğunu, nasıl bir güce sahip olduğunu ve beraber hareket ederse neleri başarabileceğini yeniden hatırlamış oldu. Şu, abartısız bir gerçek: Dünyanın en korkusuz insanlarıyla beraber yaşıyoruz. Dergimizin 2016 Eylül sayısındaki Abdullah İrgin ile yapılan söyleşiye tekrar göz atmanızı tavsiye ederim.
Kızılay'da arkadaşlarıyla otururken darbe teşebbüsünü öğrenen Abdullah İrgin masadan kalkıp Genelkurmay Başkanlığı'na gidiyor ve içeri girip silahlı darbecilerin elinden Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'ı kurtarmaya çalışıyor. Kulağının yanından mermiler geçerken Abdullah İrgin, bir yandan çevresindeki insanları yönlendirirken bir yandan da cep telefonu aracılığıyla takipçilerine olayları canlı yayınla aktarıyor. Bu bir roman taslağı olsa, dosyayı okuyan editör yaşanan olayı fazla abartılı bulur ve düzelti için sayfanın yanına not düşerdi. Fakat 15 Temmuz gecesi yaşanılanlar ne bir roman taslağı ne de abartılı bir hikâye, sadece cesur insanların bir gecede korkusuzca yazdığı koca bir destandı.
Yine bu süreçte gördük ki içimizdeki çürük elmalar ayıklanınca, projelerin önüne taş koyan hainler ortadan kalkınca ülkemizin vatandaşları ve kurumları sağlıkla çalışmaya ve işlemeye başladı. Tam bu satırları yazarken Sanayi ve Teknoloji Bakanımız Mustafa Varank'ın bir tweetiyle karşılaştım. Ülkemizin ürettiği Koronavirüs tedavisinde kullanılan solunum cihazlarının Brezilya'daki hastanelerde kullanılmaya başlandığını söylüyordu. Başka söze gerek yok sanırım.
Gençleri bilime ve sanata yöneltmeliyiz
Yüce Allah'ın izniyle bu topraklar kıyamete kadar Türk yurdu olacak ve dünyanın tüm mazlumlarının sığınacağı bir liman olarak varlığını sürdürecektir. Fakat daha çok çalışmalıyız, daha çok çalışmalıyız, daha çok çalışmalıyız.
Travmaları unutmamak ve onlardan ders çıkartmak gerekir, bu noktada gençler fazlasıyla kilit bir noktada duruyor. Gençlerimiz nargile kafelerinden, meydanlarda tabure üzerinde kurulan dedikodu ocaklarından, babalarının paralarını yedikleri lüks lokantalardan çıkartılıp bilime ve sanata yöneltilmezse milletin başına musallat olacak kötülüklere kapılar yeniden açılacak ve devlet yönetimi bu ülkenin has evlatlarında olmuş olsa bile ilerleyen yıllarda bu ülkeye sahip çıkamayacağız.
Sadece gençlerin değil kamuoyunda söz sahibi olan tüm aktörlerimizin yaşadığımız travma sonrası büyümeye katkıda bulunmaları gerek. Gezi Parkı eylemlerine bakın, üç beş yazar ve tiyatrocuyla neredeyse Türkiye'yi başımıza yıkacaklardı. Kurdukları titiz plan, çalıştıkları reklam ajansları, aldıkları destek, televizyonu, sosyal medyayı ve yazılı basını kullanım biçimleri sayesinde hepimizin emdiği sütü burunlarımızdan getirdiler. Bunun tekrarının yaşanmaması için artık bu ülkeye ait sanatçıların, edebiyatçıların kendi teknelerini yüzdürmekten ve içi boş kulağa hoş gelen söylemlerden vazgeçip sahiden de neyi kaybettiğimizi hatırlatacak işler yapıp çevrelerinde temiz gençlerden kurulu bir hâle oluşturmaları gerekmektedir.
Sözün özü; 15 Temmuz 2016 tarihinden bu yana çok sarsıldık, ruhlarımız örselendi, zaman zaman umutsuzluğa kapıldık, değerlerimizle dalga geçildi, bazı düşmanlarımız ettiklerini bulmadı ama düşmedik, bir an bile vazgeçmedik, başımız dik alnımız ak, mücadeleye her daim hazırız.
Yurt dışında elini kolunu sallayıp rahatça gezebilen FETÖ'cülerden, FETÖ'cülere adalet diyen parti başkanlarından, terör örgütü PKK için imza atıp sonra mızmızlanan akademisyenlerden, darbe gecesi tankları alkışlayan Bağdat Caddesi'ndeki kendini bilmezlerden, salâ okuyan müezzinlere satırla saldıranlardan, her fırsatta kendi milletini Avrupalıya kötüleyen sözde aydınlardan zerrece korkumuz çekincemiz yoktur. Bakın biz buradayız, sokaktayız, milletin bağrındayız, peki ya siz, siz neredesiniz?