Sinema tarihinde bir devrim: Dijital sinema
Günümüzün gelişmiş teknolojik dünyasında artık hikâyeleri daha hızlı ve daha renkli aktarabiliyoruz. En iyi hikâye anlatma aracı sinema ise çağ atladı bir kez daha. Gelişen teknoloji, bütün sektörleri olduğu gibi sinemayı da etkiledi. Sinema doğuşundan bugüne teknolojiyle hep iç içeydi. Zira bir endüstri koluydu ve teknolojiden yararlanması kaçınılmazdı. Makinelerle üretilen bir sanat, zanaat ve meslekti. Bir taraftan kendi gelişimi için teknolojiye yatırım yapıyor, yeni tekniklerin üretilmesine vesile oluyor diğer taraftan gelişen teknolojilerden yararlanıyor, kendine adapte ediyordu. Bu süreklilik hep daha iyi hikâye anlatma, ölümsüzlüğe kavuşup kubbede sadece hoş bir seda değil hoş bir görüntü de bırakma gayesi içindi. Zira görüntüler içinde yaşıyor, görüntülerle kendimizi tanımlıyorduk. İmgeler, emojiler, gifler, storyler havada uçuşuyordu. Fotoğraf filtreleri ile dünyayı güzelleştirebilecek güçteydik.
Dijital dünyaya hoş geldiniz
Yıllar boyunca teknoloji-sinema paslaşması devam etti. Sıkı bir ikili olunmuştu. Duvar pasları ile ceza sahasına girilip rahatlıkla gol atılabiliyordu. Yapımcıların istediği de buydu. Seyirciler hâlden memnundu. Neticede ağır ve hantal kameralar küçüldü, film karelerine daha iyi görüntü pozlandı, iyi ve hızlı kurgu makineleri geliştirildi, laboratuvarlar daha çabuk ve daha kaliteli baskı yapar hâle geldi, sinemalar görüntü ve sesi daha iyi aktaracak şekilde düzenlendi.
Büyük mücadeleler verildi ancak milenyum sonrası sınırların resmen kalktığı bir dönem oldu. Hâlâ yeni sınırlar çizilmeye devam ediliyor, coğrafi haritalar kırtasiye raflarındaki önemini koruyordu. Müfredatlarda ufak değişiklikler olsa da daha dünya birliği kurulmamıştı, ülkeler arası geçişler pasaport vasıtası ile vizeye tabiydi ama dünya sınırların üstünde kendine ait dijital bir dünya kurdu. Bunun nasıl yönetildiği ve kimlerin elinde olduğu bizim konumuz değil ama dünyanın dijital bir sistem üzerinde bir distopyaya doğru evrildiği bir gerçekti. Teknoloji sonunda bizi dijital sistemlerle tanıştırdı. Sınırların aşıldığı "0" ve "1"lerin hâkimiyetinde kablolu, kablosuz, wifi, fiber optikler içinde görünmez ama görünür kılan bir dünya kuruldu. Çok ilginç kelimelerin geçtiği bu dünya kendi jargonunu oluşturuyordu. Kapının girişinde "Dijital dünyaya hoş geldiniz" yazıyordu neon ışıklarla.
Sinema dijital dünyayı çok sevdi çünkü en başta onun değerler zincirindeki her şeyin yükünü almış, işleri kolaylaştırmıştı. Uzun ve yorucu bir süreç olan film yapım süreçleri kısalmıştı. Ağır, hantal ve kullanımı uğraştıran özellikle kamera ve teknik malzemeler daha küçüldü ve işlevsel hâle geldi. Her türlü teknik malzeme fiziken yük olmayan daha kullanışlı formlarda üretilmeye başlandı. Bununla birlikte teknik malzemelerin özellikleri geliştirildi; hata payı düşük, görüntü ve ses özellikleri bakımından daha iyi, daha kaliteli bir hâle getirildi. Sinema sonuçta bir görüntü işiydi ve dijital kamera ve ekipmanları bunu çok güzel yapıyordu. Ses ve ışık malzemeleri için de aynı şey geçerliydi. Yine küçülen ve hafifleyen bu malzemelerin kullanımı kolaylaşmıştı. Cihazları kullanmak için birçok operatör ve asistana ihtiyaç yoktu. İşi bilen çok az eleman ile projeler kotarılabiliyordu.
Mutlu sinemacılar, mutlu set ortamı
Sinemanın dijitalleşmesi ile birlikte olası zamansal problemler en azından teknik yönden yaşanabilecek pek çok sorun giderilmiş oluyordu. Teknik elemanlar yönünden ise ciddi bedensel yorgunluklara ve dahası kazalara sebep olan malzemelerin tehlikesi azaltılmıştı. Gün geçtikçe de bu yönde ciddi bir iyileşmenin olduğunu söylemek mümkün. Cihazların nasıl kullanılacağı öğrenildikten sonra hata payı azaldığında işin daha iyi yapılabilmesinin önü açılıyordu.
Hem nakliye olarak hem de çekim sürecinde gerek kamera gerek ışık gerek ise ses sistemlerini taşımak pratik bir hâl almıştı. Zaman yönetimi kolayca yapılarak yönetmen ve oyuncular gelmeden sahne teknik olarak hazırlanabiliyordu. Mekânsal ve mevsimsel olarak çok sıkıntılı çekimler işlevsel dijital malzemelerle kolayca çözülebiliyordu. Yine örneğin mekâna gidilmeden reel çekimlerle birlikte bilgisayar ortamında çözümler üretilebiliyordu. Böylece pek çok kişinin ve malzemenin oradan oraya taşınmasına gerek kalmıyordu. Filmin başka sahnelerinin çekimi yapılırken bir taraftan da bu mekânlar sanal olarak tasarlanabiliyordu. Dolayısıyla aynı anda pek çok sahnenin çekimini/tasarımını eş zamanlı olarak yapmak mümkün hâle geliyordu. Bu yöntem, zaman ve para açısında çok önemli bir tasarruftu.
Bilgisayar destekli alternatif mekân ve oyuncu çözümü, hayal edilen pek çok şeyin de hayata geçirilmesini mümkün kılıyordu. Senaristin zihnindeki pek çok engeli kaldırmak mümkün hâle geldi. Bilimkurgu ve fantastik filmlerdeki artışın bir nedeni de budur. Artık hayal edilebilen pek çok öykü, dünya, karakter hayata geçirilebilmektedir. Her ülke sineması için bunu söyleyemeyiz ama bunu yapabilmek mümkün hâle gelmiştir. En azından pek çok ülke sineması, filmlerinde böyle sahneler varsa ücreti mukabilinde Endonezya, Çin, Kore ve Amerika'daki canlandırma stüdyolarında bu sahneleri yaptırabilmektedir.
Hız + kalite + çözüm = Dijital kurgu
Yönetmenler daha çekim sürecinde ne çekeceklerini, öncesi ve sonrasında rahatlıkla görebilmektedirler. Ne çektiklerinin bilincinde, hangi sahneden sonra hangi sahnenin geleceği, sahnelerin nasıl bağlanacakları açıkça ortaya çıkmaktadır. Filme çekimin olmaması, kayıt sistemlerinin dijitalleşmesi (dijital kartların ve hard disklerin devreye girmesi) yönetmenin farklı ve alternatifli-yedekli sahneler çekme olanağını arttırdı. Kayıt alanın genişliği ve maliyetin düşüklüğü yönetmenlere alternatif açı ve planlarda çekim olanağı tanıdı. Bu sayede yönetmen prova çekimleri yapabilmekte, istediği sahneleri defalarca çekebilmekte, oyuncudan istediği performansı alana kadar deneme çekimleri yapabilmekte.
Çekilen görüntülerse veri kaybı olmadan kolaylıkla bilgisayar ortamına aktarılabilmektedir. Dijital kurgu sistemleriyle sahneler daha düzgün ve uygun şekilde birbirine bağlanabilmekte, sonuç hemen görülebilmektedir. Senaryonun dramatik yapısına uygun olarak alternatifli planlar rahatlıkla konulup çıkarılabilmektedir. Özel efektler ve renk düzeltmeleriyle sahneler daha güzel ve etkili hâle getirilebilmektedir. Filmin tamamı üzerinde kolaylıkla renk düzeltmeleri yapılabilmektedir. Aynı şeyleri ses üzerinde de yapmak mümkündür. Dolayısıyla çok ölümcül hatalar yoksa pek çok teknik hata kurgu masasında düzeltilebilmektedir. Bunun yanında eksik mekânlar, çekimler, silinmesi gereken ince detaylar kurgu masasında halledilebilmektedir. Ayrıca güçlü bilgisayarlarla bu işlemler hızlı bir şekilde veri kaybı olmadan yapılabilmekte.
Eskiden aylarca süren işler günlere sığdırılır hâle geldi. Laboratuvarlardan laboratuvarlara, başka mekânlara gidip filmin kurgusunu yapma işi tarihe karıştı. Bir filmin kurgusunda pek çok kişi devreye girerken günümüzde tüm işler tek kişiyle yapılır halledilir oldu. Tam donanımlı bir kurgu ünitesiyle filmi bir oda içinde tamamlamak mümkün. Hatta donanımlı bir dizüstü bilgisayar ile set ortamında, set dönüşünde kurgu yapmak bile mümkün. Bazı bağımsız filmlerde yönetmen, kurgusunu bile kendisi yapıyor. Örneğin Beş Vakit, Anne Ben Korkuyorum , Hayat Var ve Kosmos filmleriyle tanıdığımız Reha Erdem gibi.
Filmleri saklamak sorun olmaktan çıktı
Eski dönemin film makaralarıyla çekim yapmak ayrı bir sıkıntı, yıkamak ayrı bir sıkıntı, göstermek ayrı bir sıkıntıydı. Tüm bu süreçler fiziksel müdahale gerektiriyordu. Bir noktada kimyasal müdahale de vardı. Dolayısıyla çok hassas ve profesyonel çalışmak gerekiyordu. Siz çok iyi çekim yapsanız bile yıkama ve gösterim süreçlerindeki müdahaleler film karelerini bozabiliyor, ses ve görüntüde kayıplara neden oluyordu. Pek çok filmin kalitesi düşüyor, renklerinde bozulmalar oluyordu. Özellikle gösterimler mekanik bir cihazla yapıldığı için filmlerde, zaman geçtikçe aşınma ve yıpranma oluyordu. Ayrıca film makaralarının kopyalanması ve taşınması da ayrı bir problemdi. Maddi ve mekanik sıkıntılardan dolayı film kopyaları çok yapılamıyor, sınırlı sayıdaki kopya sınırlı sayıda gösterime girebiliyordu.
Yine ham filmler yurt dışından ithal edildiği için maddi anlamda ciddi yekûn tutuyorlardı. O yüzden dijital sinema öncesinde özellikle Yeşilçam yıllarında film ekibine belli miktarda film makarası veriliyordu. Yani filmin başında kullanacağınız film makarası belli idi. Senaryo doğrultusunda kabataslak bir süre belirleniyor, o süre kadar makara veriliyordu. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan ekonomik sıkıntılardan dolayı standart bir film makarasına bağlanmıştı film çekimleri. O makara sayısını arttırmak pek mümkün değildi. O yüzden pek çok sahne denemesiz ve alternatifsiz çekilirdi. Oyuncular iyi oynamak, en iyi performanslarını sergilemek zorundaydı. Tehlikeli ve zorlu sahneler de risk almadan tek seferde çekilmek zorundaydı. Bir de çekilen sahne çekim sonunda hemen izlenemediği için ne çekildiği de tam olarak görülemezdi. Zira filmlerin yıkanması gerekiyordu. Bu yüzden yönetmen, görüntü yönetmeni, kameraman, ışık ekibi ve oyuncular topyekûn çok dikkatli olmak zorundaydı.
Bu sürece bir de filmleri hızlıca çekip vizyona girme telaşı eklenince pek çok hata görmezden geliniyordu. Ayrıntılı sahne düzenlemesine gerek duyulmuyor gerçek mekânlarda olduğu gibi ufak tefek düzeltmelerle çekimler yapılıyordu. Risksiz belirlenmiş mekânlar tercih ediliyordu. Bu sebepledir pek çok Yeşilçam filminde aynı mekân aynı dekorlar kullanılmıştır. O dönemlerde yapılan pek çok hatanın sebebi de bu kısıtlı imkânlardır. Hatta bazı filmlerde makara yokluğundan eski filmlerin kullanıldığı rivayet edilir. Yine kurgu sürecinde filmler defalarca kesip yapıştırılarak uygun planlar bağlanmaya çalışılırdı. Gösterimlerdeyse ısınan sinema makinaları filmi kopartırdı. Sıcaklık ve saklama koşullarına uygun olmayan filmler kısa zamanda bozulurdu. Filmler sarılırken yerlere konulduğunda üzerlerinde çizikler oluşurdu. Bu da filmlerdeki beyaz kar tanelerini meydana getiriyordu. Şimdilerde fotoğraf filtrelerimizde efekt olarak kullandığımız bu karıncalanmalar aslında yapılan hataların bir ürünü idi. Tüm bu sebepler, bir filmin gösterim kalitesini engellediği gibi uzun süre varlığını korumasına da izin vermiyordu.
Filmlerin sinema gösterimleri sonrası saklama koşulları ise daha kötüydü. Film depolarında (şayet bir depo ayrılmışsa) oldukça sağlıksız koşullarda saklanırdı. Pek çok kopya ise gösterimler bittiğinde hurda fiyatına satılırdı. Bunun yanında nitrat maddesini içeren filmler oldukça yanıcıydı. Hemen tutuşmaya müsait yapılarından dolayı çok dikkatli olunması gerekiyordu. Bu yüzden de pek çok film maalesef yandı. 1950'lerde İstanbul Belediyesi bünyesinde kurulan film deposunda bu yüzden çıkan yangın Türk sinemasındaki pek çok filmin yok olmasına neden oldu. Depolamanın getirdiği maliyet ve zamanla yıpranması pek çok yapım şirketini bıktıran bir vaziyet aldı. Ancak günümüzdeki dijitalleşmeyle birlikte görüntüleri sayısal olarak karta veya hard diske hatta bulut sistemine aktarabilme, taşıma çok kolaylaştı. Bu süreçte görüntü kaybı yaşanmazken çok boyutlu ve yüksek kalitedeki dosyalar da rahatlıkla taşınabilmekte. Filmlerin gösterimler sonrası saklanması da kolaylaştı. Devasa depolar yerine dijital saklama kabinleri, depolamaya özel geliştirilen dijital sistemler ile daha güvenli, sağlıklı ve uzun ömürlü bir koruma mümkün. Yine dijital sistemler ile atmosfer olarak daha sağlıklı bir ortam sunulabilmektedir. Hem de görüntü kaybı olmadan.
Göster gösterebildiğin kadar
Dijital kayıt imkânı, filmin laboratuvar sürecini ortan kaldırdığı gibi kurgu sürecini de hızlandırmıştır. Gösterim sürecindeki çoğaltma ve taşınma problemlerini en aza indirmiştir. Öncelikle kopya maliyeti çok düşmüştür ve kopyalar arasındaki kalite korunmuştur. Bunun yanında dünyanın her yerinden aynı anda gösterim mümkün hâle gelmiştir. Gösterim programı doğrultusunda dağıtımcılarla anlaşmaya varılarak istenen saat, gün ve yılda istenilen ülkeler dâhilinde filminizi göstermek mümkündür. Günümüzde Hollywood sineması mevsimsel ve zamansal farkları göz önünde bulundurarak yüksek bütçeli filmlerini aynı anda dünyanın her yerinde vizyona sokabilmektedir. Tüm süreçlerin dijitalleşmesi ile birlikte zaman planlaması kolaylıkla yapılabildiğinden filmlerin senaryo aşamasında gösterim planları yapılabilmekte, kamuoyu, dünya sinema seyircisi bilgilendirilebilmektedir. Örneğin Marvel ve DC süper kahraman filmlerini sıraya sokarak yıllara hatta aylara göre çok önceden gösterim tarihlerini belirlemektedir. Başarılı reklam stratejileri ile beslenen bu süreçte seyirciler beklenen güne kadar diri tutulmakta bilinçaltına o vizyon tarihi işlenmektedir. Yani yıllar öncesinden filme gidecek olan seyirci bilgilendirilmekte, seçilmektedir.