Çocuklarla iletişime geçerken zihnimizdeki hazır kodları kullanırız. Bu kodlar, sıradan, rutin, sorgulanmamış bir şekilde hafızamızda durur. Bunların zihnimize nasıl yerleştiğini düşünmeyiz. Zaten düşünmeye pek de vakit yoktur. Üstelik bir de çalışan anne isek… Hız ve iş arasındaki zamanda çocukla baş başa kalırız. Dolayısıyla iletişimimiz ve ilişki biçimlerimiz bu hızdan epeyce etkilenir.
Zamanla içinde yaşadığımız sosyal evren farklılaştıkça zihinsel kodlarımıza yeni bilgiler eklenir ve çocuklarla iletişimimiz de bu yeni formlara göre ayarlanır. Sorgulamadan, öyle birden bire bir akışın içinde yaşarken; çarşıda, alışveriş merkezinde, küçücük çocuğuna; "aşkım, prensesim, paşam, anneciğim, babacığım" diyen birçok anne babayı da duyarız… Önce olaydaki vahamet dikkatimizi çeker, sonra yeni dünyanın farklı olana cazibesi baskın gelip de kulaklarımızı tırmalasa bile akıntıya kapılmış gibi sorgusuz sualsiz bu hitaplarla çağırmaya başlarız çocuklarımızı…
Oysa birçok psikoloğun internet sitesi, kitap, gazete ve dergilerde ki uzman görüşlerinin hepsi bu yanlış gidişe dikkat çekmekte. Kendi yaşanmışlıklarından örneklerle; çocuklara karşı bu hitapları kullanmamaları tavsiye edilmekte ama anne babalar bu tavsiyeyi çok da dikkate almamakta. Medya ve dizilerin etkisi de su götürmez bir gerçek. Bugünlerde yayında olan bir dizide kocaman kızına "anneciğim" diyen bir dizi oyuncusu var. Bununla birlikte medyadan neşet eden bir başka tehlike de, çocuklarımızın çizgi filmler ve oyunlardaki Yunan tanrı ve tanrıçalarının isimlerini kendi oyun kahramanlarına koyarak onları dolaşıma sokmaları. Bunda anne ve babanın kendilik algısının ve mevcutla ilişkisinin önemli olduğunu düşünüyorum. Kendilik algısında geçmiş kalıplar demode, mevcutla ilişkisi ise orta sınıf ekonomik refahının içinde sınıf atlama telaşında. Bu durum değişimin yeni hitaplarla bezenmesini normalleştirmekte. Yeni bir güç ve statü ilişkisinin sarhoşluğu, çocuklarımıza hakikatle bağlantısı olmayan hitapları kullandığımızı ve bunun yanlışlığını gizlemekte. Bilakis daha inceltilmiş, estetik hitap tarzı olarak da şehirli kesim üzerinde hızla yayılmakta. Nitekim çocuk çok kısa bir zamanda geri dönüşlerle sizi yanlışınızla yüz yüze bırakmakta.
Bu hitaplar neden yanlış?
Çünkü çocuğun kendilik algısını bozuyor, alt-üst ediyor. Çocuk, kim ve ne olduğunu kendisine söylenen hitaplar, kelimeler, cümleler üzerinden kurgular ve kendini öyle inşa eder. Kendiyle hitap arasında çarpık ve yanlış duruşu ancak aklı başına geldikten sonra yaptığı geri dönüşlerle yüzümüze çarptığında anlaşılır. Bu geri dönüşü yapacak duruma gelme sürecinde geçen zaman ise çocuk zihninin meşguliyetidir. Henüz konuşamayan fakat hitapla kendi arasındaki yanlışlığı fark eden çocuğun yaşadığı travmatik durum hiç de azımsanmayacak bir olaydır. Mesela yeğenini cadı diye seven bir teyze kendince iyi bir iş yapıyor çünkü sevgiyi gösteren davranma biçimleriyle çocuğa yaklaşılıyor ama çocuk daha yeni yeni, çat pat, konuşmaya başlar başlamaz hemen "Ben cadı değilim" şeklinde bir geri dönüşle hakikati açığa çıkartıyor. Bu konuşmanın başlama sürecinde zihnin duruma verdiği tepki ise kod bilgi olarak yerleşiyor. Demek ki mesele iyi niyet, iyi davranışta değil, hakikatle ilgili olması. Çocuğun zihin dünyasında, hakikate ait kelimeler daha kabul görür vaziyette.
Birçok anne-babadan duyduğumuz; "anneciğim, babacığım, prensesim, aşkım, paşam" gibi hitapları da aynı şekilde düşünmeliyiz. Prensesim diye diye kendini prenses zanneden bir çocuğun, akran ilişkisinde sağlıklı davranma biçimleri geliştirmesi mümkün değil. Bir dizi var, üç yaşında çocuk; "Ben zaten prensesim" diyor, prensesin ne olduğundan habersiz. Bu hitaplarla yetişen çocukların toplumsal alanda ne gibi durumlar yaşadıkları henüz test edilme aşamasında değil. İnsan ile ilgili sosyo-psikolojik testler için bir 50 sene geçmesi gerekiyor ama çocukların geri dönüşlerinden meselenin çok da normal olmadığı anlaşılabilir. Tanıştığım bir çocuk psikoloğu da, çocuğuna anneciğim diye hitap eden bir danışanına çocuğun; "Ben senin annen miyim neden bana öyle diyorsun" diye geri dönüş yaptığını söylemişti. Bunun gibi örnekleri çoğaltmamız mümkün ve giderek de artacak gibi gözüküyor.
Nasıl hitap etmeliyiz?
Çocuğun zihin dünyası hakikati kabul etmeye büyükten daha meyyal çünkü savunma mekanizmalarının konforunu henüz keşfedememiş. O yüzden öncelik, kendi isminin kullanılmasında olmalı. Yine hakikatle ilişkili olarak "yavrucuğum, çocuğum" gibi duygu yoğunluklu ifadeleri de kullanmak gerekir. Korktuğu, ağladığı durumlarında yavrucuğum, olumsuz davranışları karşısında da çocuğum hitabı yerinde olacaktır. Nitekim birkaç sene sonra çocuk bunun da ayırdına varacak ve "Kızdıklarında 'çocuğum', ağladığımda 'kızcağızım' derlerdi" diyerek hikâye edecektir durumu. O zaman burada esas gözetilmesi gereken ölçünün hakikatle ilişkide doğrudanlık olduğu karşımıza çıkıyor.
Neden böyle yapmalıyız?
Öncelikle çocuk bizim mülkümüz değil. Emanet edilen bir hazine. Sahibiyle anlaştığımız üzere Yaradan'ın istek ve beklentileri doğrultusunda yetiştirmektir bizden beklenen. Bu emeğin bize sermaye/değer ilişkisi üzerinden katkısı sadaka-yı cariyedir. Bu anlamda Kuran'a baktığımızda; "Ey oğulcuğum" hitabı, hakikatle ilişkinin nasıl kurulacağı bağlamında bize rehberdir aynı zamanda. Hz. Peygamber de henüz çocuk olan Hz. Enes için; "yavrucuğum, iki kulaklı" hitaplarını kullanıyor ki burada da hakikatle bir ilişki kurulmakta.
Bu durumda bize düşen, çocuğun aklını karıştırmayacak, kendilik algısını doğru oluşturacak, mevcutla ilişkisini alt-üst etmeyecek hitaplarla çocuklara seslenmemizdir. Çocuklarımızı burjuvavarî öykünmelerimize kurban etmek yerine, onları ayakları yere sağlam basan, özgüven sahibi - ki günümüzde bazen kabalık ve hodgamlık özgüven olarak tanımlanabiliyor- insanlar olarak yetiştirmektir bize düşen.