Çocuk, insanın en ham ve en saf halidir. En ham halidir çünkü çocuk işlenmemiş pür nefstir. İşlenmediği, bilinci olmadığı için sevimlidir. Zaten nefs ancak ve sadece -her iki yaşında evladı olan ana babanın da tasdik edeceği gibi yine de "bir yere kadar"- çocukta sevimlidir. Çocuk pür nefstir çünkü çocuğun nefsi hep ister, çok ister; durmak, susmak, istememek bilmez. İsteklerinin yerine gelmemesi çocuk için felaket, yerine getirmeyenler için kıyamettir. Çocuk insanın en saf halidir çünkü çocuk işlenmemiş, pür imandır. İman hiçbir zaman çocuktaki kadar sorgusuz sualsiz, geri dönüşsüz, yalın, masum olmamıştır. En sıddık iman çocuğun imanıdır çünkü çocuk sevdiğinden, ona bakandan kötülük gördüğünü düşündüğü, hatta kötülük gördüğü durumlarda bile vazgeçmez. İmanın en güzeli diye övülen kocakarı imanı, çocuk imanının yetişkinliğe aktarılmış halidir.
Çocuk, nimettir. Allah Teâlâ'nın bize bizi anlayalım diye bahşettiği lütuftur. Bütün dünya nimetleri gibi çok katmanlıdır, hem ötenin esintisini hem de imtihanın meşakkatini taşır. Çocuk, emanete emanetin emanet edilmesidir. İsterseniz bedevinin sadece farz ibadetleri yapmayı kabul etmesi gibi çocuğa sadece temel ihtiyaçlarını karşılayarak bakar, ona göre muamele görürsünüz. İsterseniz çocukla beraber varlığı anlamaya dair bir sefere çıkarsınız, ona göre muamele görürsünüz. Çocuk iki ucu da keskin kılıçtır. Çocuğun sana ait değil sana emanet olduğunu idrak edebilmek, önüne geçilmezse sel gibi taşıp herkese zarar verecek o aşırı sevgiyi ve merhameti dizginleyip haddi aşmadan ve layıkıyla evladın terbiye ve talimi ile alakalanabilmek seyrü sulûkların en meşakkatlisidir.
Çocuk, insanı idrakin en kısa ve en etkili yoludur. Günlük hayhuyunu bir yana terk etmeyi başardığında ebeveynlik, insanı çocukta müşahede etme imkânını veren bir eğitim sistemidir. Bu süreçte eğitilen, farz edilenin aksine çocuk değildir, bilakis eğitim araçlarının en naifiyle yontulan anne ve babadır. Çocuk, insana kulluğunu, mahvı ve haddi aşmamanın gereğini gösteren öğretmendir. İnsan nedir, nefs nedir, insanın içindeki o katışıksız cevher nasıl kıymetlidir, insan kendi kendine nasıl zulmeder, yeryüzünde ifsat nasıl çıkarır, her şeye rağmen nasıl sevimli ve sevgilidir, emir ve yasaklara uymak neden gereklidir? Bunların idraki çocukla, onu izleyip deneyimleyerek mümkündür.
Çocuğun nefsinde insan, nefsini bütün şiddeti ile görüp dehşete düşer. Çocuğunun nefsini tecrübe ettikçe kendi nefsini anlar, çocuğunun nefsi sınırsızca, durmak bilmeden istedikçe bunun kötülüğünü görür; nefse yüz vermemeyi, istememeyi öğrenir. Çocuk kendini bilmediği halde biliyormuş gibi davrandıkça ebeveyn kendi hatalarını görür, utanır. Çocuk ihtarlara uymamakla kendine zarar verdikçe ana-baba insanın kendine zulmetmesi nedir, bunu anlar. Yetişkinlerinkinin aksine çocuğun nefsi kendi gibi masumdur ama aşırının aşırısı olmanın potansiyelini içinde barındırır. Çocuk "Biz insanı ahsen-i takvim içinde yarattık, sonra onu esfel-i safiline çevirdik," ayetlerinin ayetidir.
Uyur idik uyardılar
Anne baba dünya hayatının zorluğunu çocuğu ile daha şedid anlar. Sadece çocuğa bakma sorumluluğu ile değil, çocuğun doğarken, doğduktan sonra ve büyürken yaşadığı sıkıntılar da dünya hayatının aslını özetleyen örneklerdir.
Yeni doğan bebeğin aldığı ilk nefesten ilk beslenmesine her şeyi ne kadar zordur o bebek için. Dünya öyle bir gayret ve meşakkat yeridir ki anasının ak, helal sütünü içmesi bile emeksiz, çabalamasız nasip olmaz insana. Dünyaya geldiğinde uyanık olanları dünyada en yakınları zorla uyutur. Belki yavrucuk gaflet uykusuna dalmak istemez ama dünyanın çeşitli hile ve desiseleri ile uyutulur. Üstelik, uykusunda irkilip kendisini uyandırmasın diye en yakınları elini kolunu sarar, bağlar. Dünya, yeni gelenler için ancak uyuyarak alışılacak bir yerdir. Anne-baba dünyanın nasıl bir yer olduğunu çocuğu ile tekrar hatırlar. Böylece belki bahtları varsa "uyur idik uyardılar" faslına geçebilirler.
Ebeveyn çocuğunun yılmaz imanından da kendisine dersler çıkarır. Çocuk gelecek sıkıntısı çekmez, nafaka endişesi taşımaz, neredeyse ibn'ü-l vakt'tir. Çocuğun imanı şeksiz ve şüphesizdir.
Bir gün, evladımı üç ayrı aşı olması için doktora götürdüm. Hemşire benden bebeğimin elini kolunu sıkı sıkı tutarak aşıya yardım etmemi istedi. Evladım, aşılar bittikten sonra burnunu çeke çeke ağlayarak acısını göğsümde dindirmeye çalıştığında kulluğumdan da imanımdan da utandım. Bu küçücük bebek daha birkaç aydır tanıyıp bildiği annesine karşı böyle bir teslimiyet gösterebiliyorken perçemimi elinde tutan Rabbime karşı sadakatsizliğimden titredim. Başımıza gelen sıkıntıları, dertleri, daha mukavemetli olalım diye, daha büyük dertlere uğramayalım diye yaşayabiliriz. Bizi en çok sevip düşünen o aşıyı olalım da çeliklenelim diye bize iğneler batarken sıkı sıkı tutabilir. Bu, bize karşı yapılmış bir kötülük gibi gelse de aslında daha büyük bir felaketi önlemek için yapılmış olabilir. Aslında, yaşadıklarımızın önünde bir esrar ve esbap perdesi aramak da gafletin bir türüdür. İmtihanlarımız, yaşamamız gerektiği için yaşadığımız şeylerdir ve biz teslimiyetimizdeki noksanlıkla kendimize zulmederek onları olduklarından büyük sıkıntılara dönüştürürüz. Çocuk ile yetişkinin ayrıldığı nokta budur. Yetişkin, Rabbine hüsnüzan etmeyi unutan gafildir. Çocuk, hüsnüzandan gayrısını bilmez.
Hepimize bebek imanı
Yetişkin Rabbine hüsnüzannı unutur ve meşakkat esnasında; "Sen beni sevmiyor muydun? Benim her şeyim değil miydin, nedir bu iğneler?" diye isyan ederek sırtını onu sıkı sıkı tutan ele döner. Bebekler ise ilk anda iğnenin acısıyla feryat etseler bile başlarını yine annelerinin göğsüne gömüp sükûn ve huzur bulurlar. Bilirler çünkü o göğüsten gelir bütün merhamet. Çocuk bu sebeple insanın cevheridir. Belki de üzerimize düşen halimize bakıp tövbe istiğfar çekerek "Allah'ım, hepimize bebek imanı!" diye niyaz etmektir.
"Eğer süt emen çocuklar, beli bükük yaşlılar, otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azap sel gibi gelirdi" hadisi de bizim için ne büyük bir uyarıcıdır. Bebekler, ihtiyarlar ve hayvanlar, varlığın masumiyet paydasında bizim için azap kalkanı, rahmet vesilesi olurlar. Hadis-i şerifteki hususiyetler, bize hem Allah Teâlâ'nın rahmetini gösterirken hem de bizim de rahmete nail olabilmek için varlığı nasıl görmemiz, varlığa nasıl davranmamız gerektiğini ortaya koyar. Çocuk, insanlığın cevheriyse bu cevherin en saf hali annesinin göğsündeki bebektir. Sonsuz rahmetin huzmesi maddi ve manevi olarak anne göğsünde neşet eder. Bebekler, dünyaya hazırlanırken ilahi rahmetin somutlaşmış haliyle beslenir, gelişirler. Bu rahmet damlasının şifa verdiği masumiyetin yüzü suyu hürmetine, insanlık muhafaza olunur.
Nasıl kocakarı imanı çocuk imanının bir çeşidi ise ihtiyarlık da çocukluğun bir çeşididir. Kuran-ı Kerim'de ömrün en rezil zamanı olarak tanımlanan yaşlılıkla beraber gelen çaresizlik ve güç kaybı, çocuğun doğum anından itibaren yaşadığı çaresizliğine ve güçsüzlüğüne benzer fakat yaşlıların hali ve imtihanı çocuklarınkinden daha şiddetlidir. Çocuğun önünde bir emel vardır, büyümek. Yaşlı ise önce emeline ulaşmış, sonra güçten düşmüştür, günbegün kayıptadır. Yaşlıyı ayakta ancak imanı ve Allah sevgisi tutar. Yaşlıların çoğu çocuk gibi olmalarına rağmen çocuk gibi anlayışla karşılanmaz ve rağbet görmezler genellikle. Çocuk zayıftır ama çok sevilir. İhtiyar düşkündür, hem muhabbetin hem de hürmetin odağı olmalıyken bazen hor görülür, istenmez. Hâlbuki aynen çocuk gibi onlar da rahmet vesilesidir çünkü güçten düşmüşlükleri ile aynı masumiyeti taşırlar ve aynı rahmete muhatap olurlar. Belki de bu yüzden Allah katında en sevimsiz insanlardan biri şehvetine köle olmuş yaşlı kişidir.
Otlakta otlayan hayvanlar da ilahi rahmetin vesilesidir. Hayvanlar da çocuklar gibi masumdur çünkü onların da nefsi, çocuklarınki gibi bilinçsizdir. İçinin icbar ettiklerine uyan hayvan kötülük bilmez. Hatta şimdi artık çok yaygın olan şekilde görülen hayvan videolarından da müşahede edebileceğimiz üzere, hayvanların birçok eylemi merhamet odaklıdır. Bu da, çocukların insanlığın cevheri olması gibi hayvanların da varlığın cevherinden nüveler taşıdığını gösterir. Varlık özü itibariyle iyidir. Varlığın en saf halleri de bu nedenle korunmaya en layık olanlardır. Sıradan bir göze en düşkün, en çaresiz, en güçsüz gelenler, bu sebeple bizi kaza ve belalardan koruyan, evleri bereketlendiren, huzur ve sükûn sağlayan vesilelerdir. Allah Teâlâ, yeryüzünde onun halifesi olmamız dolayısıyla varlığa merhamet ve hilm ile muamele etmemizi murat eder. Dünya nimetlerinin en lezzetli ve kıymetlileri arasında, çocuklara, ihtiyarlara ve hayvanlara rızık temin etmeye vesile olmanın, onlara kol kanat germenin olmasının da muhtemel sebebi budur.