Zeynep Temizer Atalar: -mış gibi dinî eğitim

-mış gibi dinî eğitim
Giriş Tarihi: 6.12.2017 11:54 Son Güncelleme: 15.12.2017 15:55
Her aile, dinin hedeflediği “olgun insan” yahut “erdemli kişilik” gibi kavramları çocuklarının davranışlarında da görmek istiyor fakat çoğu zaman atlanılan konu, bir çocuğun böyle bir kimliğe sahip olabilmesi için bazı süreçlerden geçmesi gerektiği çünkü aksi halde bütün bunlar sadece bir vitrinden öteye geçemiyor.

Günümüzde "psikolojik destek" kavramı hâlâ tam anlamıyla oturmuş değil maalesef. Bir psikoloğa gitmeyi deli yahut zayıf olmakla eş değer tutmak, bir şekilde destek almaya başlandığında da bunu olabildiğince gizlemeye çalışmak, hâlâ güncelliğini koruyor. Zaman zaman buna, psikoloğu; "anne babaya yahut çocuğa istenileni yaptıracak kişi" olarak tanımlama yanılgısı da eklenebiliyor. "Anneme söyler misiniz beni zorlamasın" yahut "Şu oğlanla bir konuşsanız da ödevlerini söyletmeden yapsa" gibi ifadelerle karşılaşmak mümkün olabiliyor. Özellikle son zamanlarda sıkça karşılaştığım ve bu ifadeye örnek olarak verebileceğim bir başka söylem de şu; "Çocuğumuz namazlarını ihmal ediyor bir konuşsanız" yahut "Kızımız başını örtmek istemiyor siz ikna etseniz" gibi.

Aslında psikolojik destek almak, bu hizmeti almayı talep eden kişinin deli yahut zayıf karakterli değil, aksine farkındalığı yüksek ve bilinç sahibi olduğu anlamına gelir. Beden nasıl zaman zaman hastalanabiliyorsa ruh da bazı durumlarda desteğe ihtiyaç duyar. Dolayısıyla gerekli eğitimlerini tamamlamış, işini profesyonel bir çerçevede yapan bir uzmanın desteğiyle yetişkinin ve/veya çocuğun ruhî alandaki bu sıkıntısı giderilebilir fakat bu hiçbir zaman bir başkası için -bu eş yahut çocuk olabilir- doğru bilinenlerin dikte ettirilebileceği, bir çeşit beyin yıkama işleminin yapılabileceği bir süreç olduğu anlamına gelmez.

Belki bu konuyu daha geniş bir perspektifle değerlendirmek mümkün ama bu yazıda son zamanlarda ebeveynlerde giderek artan "manevi yönden eğitimli, dinî hassasiyetlere sahip çocuklar yetiştirme" telaşının üzerinde durabilir, konuya da "çocuğu manevi olarak yetiştirmek" tanımından başlayabiliriz.

Çocuk ve Allah

Çocuk yetiştirirken onun ne yediği, boyu, kilosu kadar ne yaşadığı, ne hissettiği, karşılaştığı durum yahut kişilerden ne şekilde etkilendiği de oldukça önemlidir çünkü bu karşılaşmalar, çocuğun iyi ahlaklı, sevgi dolu, saygılı, meraklı, iletişime açık, kendine güvenli, sorumluluk sahibi olmasına/olmamasına ve yaratıcıyla çok daha sağlıklı bir ilişki kurmasına/kuramamasına da zemin hazırlar. Bu nedenle maneviyat olarak tanımlayabileceğimiz kişinin iç dünyasına ait olan her parça oldukça önemli olur. Bu parçalar sağlıklı bir şekilde iç dünyaya yerleştiğinde kişi, hem toplum içinde sevilen, sayılan, değer gören, güzel işler yapmaya çalışan, kendiyle barışık biri hem de bulunduğu sistemde yerini bilen, Allah'la sıcak bir muhabbet içinde olan ve elinden geldiğince iyi bir kul olmaya çalışan biri haline gelir.

Çocuğun "manevi olarak yetiştirilmesi" tanımı, bazı ailelerce, sadece, çocuğun güçlü bir dinî alt yapıya sahip olması, Kuran-ı Kerim'i en iyi ve en kısa sürede okuyabilmesi, beş vakit namaz kılması ve kız çocuğu ise başını örtmesi şeklinde algılanabiliyor. Müslüman kimliğe sahip bir nesil yetiştirilmek istendiğinde bu meziyetlerin varlığının kıymeti şüphesiz tartışılmaz. Bu konuda hassasiyet sahibi olan her aile, dinin hedeflediği "olgun insan" yahut "erdemli kişilik" gibi kavramları çocuklarının davranışlarında da görmek istiyor fakat çoğu zaman atlanılan konu, bir çocuğun böyle bir kimliğe sahip olabilmesi için bazı süreçlerden geçmesi gerektiği çünkü aksi halde bütün bunlar sadece bir vitrinden öteye geçemiyor. Sadece şekilden ibaret göstermelik bir olgunluğun yahut erdemliliğin, gerçekte bir anlamı olmuyor.

Türkiye'deki eğitim sisteminin, temellerini aldığı önemli isimlerden biri olan Piaget, çocuktaki gelişim süreçlerini 0-2 yaş Duyusal Motor Dönem, 2-7 yaş İşlem Öncesi Dönem, 7-11 yaş Somut İşlemler Dönemi, 11 yaş ve üzerini Soyut İşlemler Dönemi olarak tanımlıyor. Yani özellikle okulöncesi dönemde ailenin önceliği dinî eğitim olduğunda; Allah, din, cennet, cehennem, günah, sevap gibi soyut kavramların oldukça ağırlıklı olarak verildiğinde bu, bir çocuk için oldukça kafa karıştırıcı oluyor çünkü bu dönemde çocuk, soyut düşünebilme kapasitesine henüz sahip değil. Bu tür kavramları zihinsel olarak işleyebilme becerisi ancak ergenlik dönemiyle mümkün olabiliyor. Dolayısıyla anlatılanlar, bilinçli bir şekilde ve küçük yaş grubuna özel olarak hazırlanmamış bir içeriğe sahipse, çocuğun iç dünyasında dinin korkutucu, Allah'ın cezalandırıcı, Müslüman kimliğe sahip olarak yaşamanınsa çok zor olduğu gibi bir durum oluşturabiliyor.

Bu konuda karşılaştığım bazı örnekleri paylaşmak isterim. Mesela okul öncesi dönemde dinî eğitimi daha ağırlıklı verdiğini iddia eden bir kurumun öğrencilerinden birinden duyduğum bilgi şöyle: "Öğretmenim çok koşarsak melekleri ezeceğimizi söyledi" Benzer bir durum da yine aynı şekilde eğitim veren başka bir kurumdan geliyor; öğretmen çocuklara Allah'ın 99 isminin tamamını ezberlemeleri durumunda cennete gideceklerini müjdeliyor. Bu gibi ifadeler, özellikle küçük çocuklar için oldukça tehlikeli çünkü bu dönemde kurdukları her ilişki biçimi, karşılaştıkları her durum, kafalarındaki sorulara dair aldıkları her cevap, soyut düşünce biçiminin de temelini oluşturuyor.

Okul döneminde ise kızlar ve erkeklerin dinî gerekçeler gözetilerek birbirlerinden ayrılmaları, çocukların zihninde, hiç olmaması gereken bir yaşta, "karşı cins tehlikelidir" yahut "Ben karşı cins için bir tehlikeyim" gibi bir algının oluşmasına neden olabiliyor. Hâlbuki İslam dini bize, kadın yahut erkek, belirli sınırlar dâhilinde, kendini ve karşısındakini koruyarak aynı ortamda bulunabilme hakkını veriyor fakat çoğu zaman aileler "ya kontrol edemezsem" yahut "aşk meşk konularıyla karşıma gelirse ne yapacağımı bilemem" kaygısıyla kız ve erkek çocuklarını birbirinden ayırıp aynı ortamda bulunmamaları için ne gerekiyorsa yapmaya çalışıyorlar. Bütün bu engellemelerin sonuçları, tam da çocuğun dini içselleştirebileceği, kafasındaki sorulara cevap bulmaya çalışacağı, duygu, düşünce ve eylemle dinini yaşayabileceği ergenlik döneminde, tam tersi durumlarla ortaya çıkabiliyor. Çocuk, yaşına uygun olmayan kişilerle duygusal yakınlık kurmaya, kılıyorsa bile namazını bırakmaya, farklı bir giyim tarzı benimsemeye başlayabiliyor. Sonrasında gelen soru ise acı; "Biz nerede yanlış yaptık?" Üstelik daha da acı olan; bu sorunun cevabının, gidilecek bir uzmanın "çocuğu ikna ederek" namaz kılmasını yahut başını örtmesini sağlamasından çok daha uzak bir noktada olması...

Allah nerede?

Peki, o halde anne baba olarak, İslami hassasiyete sahip, dinini öncelikle anlayan, sonra içselleştiren ve bu süreçle beraber içinden gelerek kendi tercihi doğrultusunda dinî vecibelerini yerine getiren çocukları nasıl yetiştirebiliriz?

- İslam dinini, önce üzerinde düşünerek, Kuran'ın, peygamberlerin neden bahsettiğini anlayarak, bu anlatılanları içselleştirerek ve sonrasında bunlara gönülden inanarak, yaşamak gerekir. Bu yaşantının "El âlem ne der" kaygısından uzak, Allah ile kurulan özel bir bağ çerçevesinde olması, çocuğun da buna şahitlik etmesi gerekir.

- Çocuklar muazzam bir gözlem yeteneğine sahiptirler. -mış gibi yaşanan hayatların farkında olurlar. Eğer anne-baba İslam'ı yaşıyor-muş gibiyse, çocuk da bunu model alır. Bu nedenle önce anne-babanın, neyi neden yaptığından emin olması gerekir.

- Çocukta öncelikli olarak verilmesi gereken, özellikle okulöncesi dönemde, dinî eğitimden ziyade ahlaki gelişimin desteklenmesidir. Winnicott, çocuktaki ahlaki gelişimin temelinde neyin iyi neyin kötü olduğunu ayırt edebilmesinin yattığını söyler. Bunun da çocuğun kendini suçlu hissedebilme kapasitesiyle bağlantılı olduğunu belirtir. Yani çocuk gerçek minnet duygusuyla "teşekkür ederim" ve gerçek suçluluk duygusuyla "özür dilerim" diyebildikçe ahlaki gelişimi de uygun şekilde ilerler. Sırf nezaket olsun, ayıp olmasın diye söylediği yahut "söylettirildiği" sözler, suçluluk duygusuyla eşleşmediği için, ahlaki gelişimi açısından da sakıncalıdır.

- Çocuk anne-babasının ahlaki algısını, kendisininkiymiş gibi almaz. Kendi ahlak algısını, doğumundan sonra kurduğu ilişkiler ve yaşadıklarıyla beraber kendisi oluşturur. Bu nedenle çok efendi, saygılı olarak tanınan falancanın oğlu/kızı olması, benzer bir hayat çizgisinde olacağı anlamına gelmez.

- Ailenin belli bir dünya görüşü, ahlak anlayışı, dini ve bu dini yaşama şekli olabilir ama çocuklara bu aktarılırken içinde bulundukları bu çerçeve dışındaki herkesin kötü, tehlikeli, kâfir yahut cehennemlik olduğu gibi bir algı yerleştirilmemelidir. Çocuk, neye neden inandığını içselleştirip, net ve sağlam bir iradeyle buna sahip çıkarsa, farklı düşünen, farklı yaşayan insanlarla, hem kendini hem de inançlarını koruyarak var olabilir.

- Böyle bir içselleştirme ve güçlü bir iradeye sahip olma süreci ancak baskıdan, zorlamadan, tehditten ve korkutmadan uzak, sorduğu sorulara cevap bulabildiği ve bu cevaplarla kendini huzurlu hissedebildiği oranda mümkün olur.

- Ağır bir din ve Kuran eğitimine çok küçük yaşlarda başlamamak gerekir çünkü bu durum, çocuğun verilen eğitimin mahiyetini anlamasına engel olur. Öğrendikleri "şekil"den öteye geçemez.

- Din ve dinî kavramlar anne-baba için çok önemli olabilir ama çocuk bu önemi kavrayamayacak olgunlukta olduğunda, bu konuda yapılan zorlamalar çocuğun zihnindeki din algısını da etkiler. Zorla, çocuğun istemediği oranda verilen din eğitimi, çocuğu dinden ve yaratıcıdan uzaklaştırır.

- Çocuğun sorduğu; "Allah nerde?", "Neye benziyor?" gibi soruları ciddiye almak ama cevap verirken de gelişim dönemine uygun cevaplar vermek gerekir. Mesela okulöncesi dönemdeki bir çocuk için Allah'ın neye benzediği önemlidir ama göremediği için de tanımlayamaz. Bu durumda; "Allah bizim görebildiğimiz bir varlık değil. Biz onu hissedebiliyoruz ama sen kendi içinde onu istediğin bir şeye benzetip öyle hayal edebilirsin" denebilir. Bazen de sordukları sorular ya zor gelir yahut nasıl cevaplanacağı bilinmez. Bu gibi durumlarda da soruyu geçiştirmemek, "Bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum ama araştırıp sana söyleyeceğim" demek önemlidir.

Maneviyatı güçlü fertler olmak ve böyle çocuklar yetiştirmek için, iyi bir Müslüman kul olmak üzerine hem düşünmeli hem bunu hissetmeli hem de buna uygun eylemler yapmalıyız. Sadece namaz kılmak ama kul hakkına özen göstermemek, göstermelik ama içi boş bir Müslümanlıktan öteye gitmez. Bu nedenle çocuklarımız için manevi eğitimi önemsiyorsak, önce bu konuda ne kadar iyi bir örneğiz ona bakıp sonra çocuğumuzun gelişim dönemlerine dikkat edip, anlattıklarımızdan neyi ne kadar alabileceklerine dair düşünüp, sonra da uygun yaşta, uygun dozda din ve dinî kavramlarla buluşturmamız gerekir.

BİZE ULAŞIN