Eğitim politikası ve çocuk eğitimi, yıllardır Türkiye'de halledilememiş bir mesele olarak konuşuluyor. Sözü yahut kalemi eline alan herkes çocuk eğitiminden ve gençliğin sorunlarından bahsediyor fakat çözüm önerisi sunan kişi pek az. Biz de yıllarını çocuk eğitimi ve çocuk edebiyatına vermiş Mustafa Ruhi Şirin ile bu konuyu konuştuk. "Türkiye, 'Çocuk kimdir' sorusunun cevabını aramadıkça kendini ertelemeye devam eden bir ülke durumunda kalacaktır" diyen Şirin, çocuk eğitimi konusunda ki çözüm önerilerini bizimle paylaştı.
Türkiye'de gerek çocuk edebiyatı konusunda olsun gerekse çocuklarla ilgili diğer birçok meselede olsun bu işe en çok gönül ve emek vermiş insanlardan birisiniz. Çocuğa adanmış bir ömür diyebiliriz sizin için. "Neden çocuk" diye bir soru sorsak ne dersiniz?
Hayatta en çok karşılaştığım soru; "Neden çocuk" sorusu oldu. Siz şairsiniz ve elbette bu gruptan değilsiniz çünkü şairler bir yerlerinde çocukluğu saklamayı bilmeselerdi şiir yazamazlardı. Bu soruyu soranların çoğu çocukluklarını öldürmüş, hayret pencereleri kapanmış, safiyeti koruyamamış ve merak duygularını yitirmiş yetişkinlerdir. "Neden çocuk?" sorusuna verdiğim cevaplar bir araya getirilirse sorulması gereken sorunun; "Çocuk kimdir?" sorusu olduğu kolayca fark edilebilir. Bu soru, düşünce zembereği çalışan ve hayat çemberi varlığını sürdüren her kültür ve medeniyetin çocukla ilgili ana sorusudur. Çocuğa yönelmemin nedeni, çocukların çaresizlik sarmalıyla kuşatılmış olmalarıdır. Çocuk gerçeği karşısında erken yaşlarda; "Çocuk kimdir" sorusunu sorma cesareti gösterenler arasında yer aldım. Bu soru, çok farklı çocuk ödevlerine yönelmemin itici gücü oldu. Şiirle başlayan çocukla ilgili yolculuğum çocuğa bütün yönleriyle eğilmemi gerektirdi. Çocuğu tanıma ve anlama çabasıysa çocuk felsefesi eşiklerine kadar ulaştırdı beni çocuk yolculuğu. Çocukların safında durarak ve karşı sorularımı sorarak bugünlere ulaştım. Öğrendiklerimi kitaplardan, kuramlardan değil öğrendiklerimin çoğunu çocuklardan öğrendim. Çocuk gerçeğini hayatımın merkezine yerleştirince yolculuğum bugüne kadar ulaştı. Hayatta hep yenik düşenlerin safında kaldım. Yaşadığım yıllar boyunca çocukla ilgili sorunlar eksilmediği gibi çoğaldı. Bebek şairliğinden çocuk felsefesine yönelen bu yeryüzü yolculuğumu son nefesime kadar sürdüreceğim.
Çocuk sarmallarının niçin çözümsüz kaldığı üzerinde düşününce, çözümün sonuçlar ve parçalar üzerinden değil sistem üzerinden gerçekleşmesi gerektiği kanaatine ulaştım. Ülke ölçekli çocuk politikasıyla ilgilenmekten de geri durmadım. Ulaştığım sonuçla birlikte şu iki soruyu sordum kendi kendime: Çocuğun "politik inşası"na yönelip de çocuk davasını bizim kadar ertelemiş kaç ülke var? Bütün sorunları çözdükten sonra sıranın çocuğa geleceğini sananlar büyük çelişki içinde olanlardır. Türkiye, "Çocuk kimdir" sorusunun cevabını aramadıkça kendini ertelemeye devam eden bir ülke durumunda kalacaktır.
Yaşadığımız dünyada çocuk gerçeğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çocuk konusunu sadece doğmuş çocuklarla sınırlandıran anlayışın değişmesi ön koşullardan biridir. Çocukla ilgili anlayış, doğmuş çocuklarla sınırlıysa eksiktir. Çocukla ilgilenmeye karar vermişseniz doğacak çocuklar için de hazırlık yapmanızı gerektirir. Bu nedenle çocuk meselesi doğmuş ve doğacak çocukların hepsini kapsayacak bir fikir, hayal-vizyon-ufuk ve paradigma meselesidir. Doğmuş ve doğacak çocukla ilgilenirken yaşadığınız şehir, ülke ve medeniyet coğrafyanızla çocuk konusunu sınırlandırdığınız zaman bir tür biyo-ırkçılık yapmış olursunuz. Çocuk ödevi, ait olduğumuz ülke ve medeniyetle sınırlandırılamaz. Çocuk meselesi bir ülke olduğu kadar dünya ve insanlık medeniyeti davasıdır. Çocukla ilgilenmek mi istiyorsunuz? Doğmuş ve doğacak çocuklar için nasıl bir dünya hazırlamanız gerektiğine karar vermeden önce doğmuş ve doğacak çocukları kuşatacak bir zihniyet dünyanız ve tasavvuru geliştirmelisiniz. Çocuğa odaklı bir zihniyet ve tasavvur dünyanız yoksa çocuk idealini ortaya koyamaz ve gerçekleştiremezsiniz. Tarihin bu kırılma noktasında hiçbir çocuk sarmalının çözülemeyişinin temel nedeni insanlık medeniyetinin ortak kabullere dayalı çocuk tasavvurunun olmayışıdır.
Çocuk sorununun çözümü küresel değildir. Evrensel değerlere dayalı sözleşmeler trafik ışıkları gibidir. Trafik ışıkları sizi bazı kazalardan koruyabilirler. Oysa trafik ışıklarından önce yolunuzu düzeltmelisiniz. Yol metaforuyla kastettiğim çocukluğa dair felsefedir. Çocuk tasavvurunuz-felsefeniz yoksa maddi yardımla günü kurtarır, iyilik yapmış olursunuz fakat sorun yerinde durur, hatta daha da çözülemez hâle gelir. Türkiye ve dünyada çocuk gerçeğinin çözümsüzlük sarmalıyla karşı karşıya kalmış olması hem bir ülke hem de bir dünya sorunudur. Çözüm, küresel sistemin yapısallık bağlamında dayattığı önerileriyle mümkün çünkü ülkenizin çocuk gerçeğini kavrayarak çocuk politikasının ölçüt ve ilkelerini belirlemeden hiçbir kök çocuk sorununa yönelemezsiniz. Nüfusun üçte birini çocuklar oluştururken, dünya nimetlerinden en azını çocuklara ayırırsanız ne "Çocuk Koruma Sistemi" kurabilirsiniz ne de eğitim sisteminde atılım yapabilirsiniz.
Tarih boyunca çocuk, devletin "politik inşa" nesnesi olmuştur hep. Modernleşme dönemindeyse kültürel gelenekten uzaklaşarak felsefi ve kültürel boyutuyla göçebe ve sahipsiz bir topluluğa dönüşmüştür çocuk. Geleneksel çocukluk modern ve postmodern çocukluğa doğru evrildikçe çocuk sorunlarının bir yandan çetrefil öte yandan girift hâle gelmesinin bir nedeni de bu göçebe çocuk sendromudur. Çağımızın temel sorunu güvenlik ve ekonomik kalkınma değil, çocuk davasıdır. Çocuğa yönelmek ülkenizin ve insanlığın geleceğine yönelmekle eş anlamlıdır. Politikacılar, şairler kadar cesur ve devrimci olsa dünya birkaç yılda çocuk barışına ulaşabilir.
Üstün yetenekli çocuklar konusunda yaptığınız çalışmalar biliniyor. Bu konuda Türkiye'de insanların bilgisi oldukça sınırlı. Kimdir üstün zekâlı ve yetenekli çocuklar?
Çocuk Vakfı'nın ağırlıklı çalışma konularından birini özel yetenekli çocukların hakları ve eğitimleri oluşturuyor. Özel eğitime ihtiyacı olan çocukla özel yeteneklilerin eğitiminde hiçbir ayrım yapılamaz. Bu yönüyle de çocuk ödevlerinin "yüzdeyüz çocuk hakları anlayışı" içinde yapılması ön koşuldur... Her çocuk bir potansiyelle gelir dünyaya. Ortamını bulursa gelişir ve kendini gerçekleştirir. Gerekli ortamı bulamadığında zekâsı da yeteneği de ölür. Türkçemizde zekâ ve yetenek kavramlarını birlikte anlamamıza yardımcı en kapsayıcı kavram, istidattır. Zekâyı, öğrenme hızı olarak tanımlıyorum. Yetenek ise gelişmeye hazır biyolojik iklimdir. Bu iklimde zekâ ve yetenek çiçek açsa da ortamını bulamazsa meyveye dönüşemez.
Özel yetenekli çocuklar konusundaki en önemli eksiklik bu alanla ilgili kültür ve deneyim eksikliğidir. Füsun Akarsu'nun vurgusuyla söylemek gerekirse, Türkiye'de; "farklılığın bedelini ödeme döngüsü" hiç hız kesmeden ve bütün nesilleri köreltmeye devam ediyor. Bu bedeli çocukla birlikte aile ödediği gibi toplum da ödüyor. Eğitim sistemimiz doğuştan hızlı olan tavşanları kaybettiren vasat bir sistem. Zekâ ve yetenek eğitimine dayalı insan yetiştirme tasavvurunuz yoksa, bütün zekâ ve yetenekleri "normalleştirme" tuzağına düşersiniz. Cumhuriyet döneminde de bu tuzaktan kurtulunamamış, üç uyurlar; "devlet-hükümet, üniversite, toplum ve fertler" bir türlü uyandırılamamıştır. Bu konuda TBMM'de hazırlanan Araştırma Raporu (2012) sonrası hiçbir karar alınamadığı için yakın bir gelecekte üç uyurların uyanma ihtimali yok. Üç uyurlar uyanırsa ne olur? Doğuştan yavaş olan kaplumbağaların tavşanların izinde daha hızlı yol alabileceği bir eğitim sisteminin hayata geçmesi yönünde ilk adımlar atılmaya başlar. Türkiye, çocuk ve genç potansiyeliyle insani gelişme göstergelerini iyileştirir. Nitelikli insan kaynağına kavuşur. Beyin göçü önlenir. Çocuk-yetişkin ayrımı yapmadan, eğitimin bütün bileşenlerini kapsayacak, kök sorunları çözecek ve kuşatıcı bir değişim gerçekleşmeden zekâ ve yeteneği öldüren bu eğitim sistemi Türkiye'nin önünde en büyük engel olarak kalmayı sürdürecek. Türkiye, bir gün bile gecikmeden, çocuklarımızı yalnızca okul başarısına göre değil, kadim insanlık değerlerini özümsemiş ve hayat başarısına hazırlayacak bir eğitim sistemi tasavvuruna yönelmedikçe problem çözme yeteneği yüzde 2 düzeyinde bir ülke olmaktan kurtulamaz. Beyin dolaşımı evresindeki dünyanın çok gerisinde kalacağı gibi, beyin göçünü de engelleyemez. Bugün karşı karşıya kaldığımız zekâ ve yetenek eğitimi sarmalı çözümsüzlük içinde kalır. Ekonominiz 17'nci sırada olur ama eğitimde ilk otuzda bile olamaz, beşeri kalkınmada ise 69'uncu sırada beklersiniz. İlkokul seviyesinde ilk 30 ülke arasına giremezsiniz. Entelektüel güce ulaşmadan nitelikli bir eğitim mümkün olamaz. Ekonomik başarının itici gücünün eğitim olduğuna odaklanamazsanız orta gelir tuzağında oyalanırsınız. Yeni ekosistemin anahtarı insandır. Katma değeri yüksek, üreten ve gerçekleştiren yüksek ekonominin de merkezinde iyi yetişmiş insan kaynağı vardır. O hâlde çocuklarımızı bu yüzyıla nasıl hazırlayacağımızı öğrenmemiz gerekecek. Bu çözümsüzlük toplumu kurtarıcı arayışına iter; deha ve dahi keşfine çıksanız, "Dahiler Okulu" açsanız da sonuç alamazsınız. Kirazlarla napolyon kirazlar arasındaki farkı hepimizin öğrenmesi gerekecek. Bu aşamada devletin bu iradeye sahip olması için fertlerin ve toplumun taleplerini ortaya koyması çok önemli.
Bildiğim kadarıyla Türkiye'de bir ilki gerçekleştirerek 2004 yılında MEB, Marmara Üniversitesi ve Çocuk Vakfı iş birliğinde I. Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Kongresi düzenlediniz. Üstün yeteneklilerin eğitimi önceden nasıl yapılıyordu? Enderun nasıl bir modeldi? Türkiye'de üstün yetenekli çocuklarla ilgili ne gibi çalışmalar yapılıyor?
Enderun, üç kıtada askeri güce dayalı Osmanlı İmparatorluğu'nu yönetecek kadroları yetiştiren köklü bir eğitim kurumuydu. Zekâ ve yetenekleri imparatorluk coğrafyalarından devşiren ve yetiştiren, bu kuruma öğrenci seçen turnacıbaşı geleneği de çok önemliydi. İmparatorluk, iyi yetişmiş insan kaynağıyla "insan kıtlığı"nı bu model üzerinden aşmıştı. I. Dünya Savaşı'na kadar üst düzey insan yetiştiren Enderun'un müfredatından yararlanılabilir. Enderun, eğitim tarihimizin altın sayfaları içinde yerini almıştır. Enderun'un dayandığı büyük tecrübe dikkate alınarak yeni dünyanın ihtiyaçlarını karşılayacak ucu açık ve zenginleştirilmiş eğitim modellerine yönelmenin daha gerçekçi bir yol olduğunu düşünüyorum. Önümüzde karar vermemiz gereken iki yol var: Ya müfredatı zekâ ve yetenek eğitimini merkeze alarak kökten yenileyerek ülke ölçekli eğitim hareketini başlatacağız yahut özel yeteneklilerin eğitimine dayalı ileri öğrenme ortamlarına ve zekâ ve yetenek türleri için farklı eğitim modellerini geliştireceğiz. Her iki yaklaşım için en az beş yıllık ve çok ciddi hazırlık yapılması gerekir. Aksi hâlde özel yeteneklilerin eğitimi için "iyi niyetli" her girişimin bedelini yine çocuklarımız ve toplum olarak öderiz. Türkiye muhafazakârlarının bu konuda hiçbir öngörüleri ve hazırlıkları yoktur. Bu ciddi sarmalı çocuklarımız ve geleceğimiz için eğitimde ortak kabullere dayalı büyük koalisyonu kurarak aşabiliriz.
I. Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Kongresi, zekâ ve yetenek konusunu ülkemize hatırlatan ilk önemli çalışma oldu fakat bugüne kadar bütün kararları askıda tutuldu. 2012-2016 yıllarını kapsayan Strateji Belgesi'nin hiçbir amacı ve eylemi hayata geçirilemedi. On dokuz Millî Eğitim Şûrası, beşer yılı kapsayan 10 tane "Beş Yıllık Kalkınma Planı", hükümet programları ve üniversitelerde yapılan sınırlı çalışmaları değerlendirdiğimizde üç ardışık soru sormamız gerekiyor: Bu ülkede zekâ ve yetenek eğitiminin düşük seviyede tutulmasında bir kasıt mı var? Zekâ ve yetenek eğitimi felsefemiz mi yok? Zekâ ve yetenek eğitimi konusunda kifayetsizlik mi söz konusu? Yüzyıllık eğitim tarihimizden çıkardığım sonuç şu oldu: Eğitim konusunda bazı kazanımlarımıza rağmen, vasatlık aşılamadı çünkü insan yetiştirme tasavvuru ve felsefemiz ortak kabullere dayanmıyor. Bu konuda eğitim yönetiminde niteliksiz bürokratik zihniyet egemen. Ben buna, Ankara boyası, diyorum.
O hâlde nereden başlamalı?
Bir ülkenin eğitimde başarılı olması için şu bileşenin uyumlu çalışmasıyla mümkün olabilir: Temel insan hakları ve özgürlükler, adalet, hukukun üstünlüğü, âdil bir ekonomik düzen, sosyal devlet ve katılımcı demokrasi işlerlik kazanmadıkça nitelikli bir eğitim hayatı gerçekleşemez. Bunun için; "önce kalkınma" ve "güvenlik" tuzağından kurtulmak gerekir. Nitelikli bir eğitim olmadan bilgi üretemez, yazılım gerçekleştiremez üretim de yapamazsınız. Eğitim felsefemizi gözden geçirmeden atılacak adımlardan sonuç alamazsınız. Önce medeniyet fikriyle insan yetiştirme anlayışını mümkün olan en geniş katılımla ortak kabullere dönüştürmek gerekir. Müfredatı zekâ ve yetenek eğitimi odaklı düzenlemedikçe tavşanlar uyumaya devam edecek. Müfredattan önce ülke ölçekli eğitim politikasına ihtiyaç var. Çocuk Vakfı'nın hazırladığı ve Başbakanlık'ta bekleyen "Türkiye Yetenekleri Geliştirme Kurumu Yasa Taslağı", Türkiye için yeni bir vizyon belirledi. Zekâ ve yetenek konusunda Türkiye'yi bu vasatlıktan kurtaracak ve atılıma hazırlayacak acil eylem planı hazırlanması da gerekecek. Çocuk Vakfı'nın Türkiye için geliştirdiği önerileri 25 Temmuz ve 3 Ağustos 2017 tarihinde iki ayrı mektupla Sayın Cumhurbaşkanımıza göndermiştik. İlk 5 yılı hazırlık olmak üzere, 25, 50 ve 100 yılı öngörecek bir planlama için herkes kolları sıvamalı.
Yayımlanan "Zekâ ve Yeteneği Öldüren Bir Ülkede Yaşamak" günlüklerinizin bir bölümünde; "Düşünmeyi öğrenmek zekâ ve yeteneği geliştirir" diyorsunuz. Türkiye'de müfredat ile ilgili ne gibi sıkıntılar var ve bu sıkıntıların giderilmesi için neler yapılmalı?
Eğitim sisteminin problem alanları çok fazla. Geliştiren değil kalıplayan bir eğitim sistemimiz var hâlâ. Farklılıklarla nasıl baş edileceğini öngörmüş bir anlayış olmadığı gibi, bu yönde yetişmiş öğretmen kaynağımız da çok zayıf. Böyle bir ortamda ne zekâ ve yetenek ne de çocukların merakı gelişir. 2005 yılından itibaren "çoklu zekâ" anlayışına göre düzenleme yapıldığı hâlde, gerekli olan öğretmen yetiştirilemediği için uygulama yapılamıyor. Eğitim sisteminin temel problemi soran, sorgulayan ferdin yetiştirilmesine ve eleştirel düşünceye kapalı oluşudur. Düşünce eğitimi yapılmadan soran, sorgulayan ve gerçekleştiren ferdi yetiştirmek imkânsızdır. Bu tür eğitim anlayışında çocuk ve bilim ilişkisi de kurulamaz. Ülkemizde göz ardı edilen en önemli eksiklikler hayal, matematik, fizik, sanat ve spor eğitimidir. Hayal kurmayı öğretemeyen bir ülkede çocukların bilime, sanata, düşünceye, felsefeye, tahayyüle yönelmeleri mümkün olabilir mi?
Çağımızda eğitim anlayışı çok hızlı değişiyor. Örgün eğitim ortamlarından öğrenilen bilgi oranı yüzde yirmiler düzeyinde. Medya örtük okula dönüşmüş durumda. Okulun pabucu çoktan dama atılmışken müfredatı, okul türü öğrenmeyle, okulları yaşla sınırlandırmak anlaşılır gibi değil. Çağın becerileri kazandıracak işlevleri müfredata yansıtmak da yetmez. Esas mesele, medeniyet tasavvuruna dayalı, insanlığın kadim değerleriyle insan yetiştirmeyi gerekçelendiren yeni bir müfredatın hazırlanıp hazırlanamayacağı meselesidir. Eğitim sistemi bu anlayışa ve ileri öğrenme ortamlarına göre yeniden yapılandırılmadıkça bu ülke nitelikli insan kaynağına kavuşamaz. Gençler üniversite bitirse de yüzde 40'ı umutsuzluğa, yüzde 20'si işsizliğe mahkûm edilir.
Üstün yetenekli çocuklar için "Uçsuz Bucaksız Üniversite" adlı bir teklifiniz var. Bundan biraz bahseder misiniz, nedir bu üniversite?
Çocuk Vakfı'nın gündeme getirdiği Uçsuz Bucaksız Üniversite fikri, çocuklarla sınırlı değil. Yaş ve yetenek sınırı olmayan, her yaştan bireyin zekâ ve yeteneğini geliştirebileceği bir üniversite hayali önerdik ülkemize. Bildiğiniz gibi ülkemizde üniversite anlayışı çok sulandırıldı. "Yüksek Okul" bile olmayan hormonlu yapılar çıktı ortaya. Bilgi üretemeyen, bilim yapamayan, meslek de öğretemeyen bu yapılar insan kaynağımızı yetiştirebilir mi? Çözüm yolu olarak, Uçsuz Bucaksız Üniversite modelinin geliştirilebileceğini öngörüyoruz. Akademik eğitimin kalıplayıcı ve sınırlandırıcı yapısı dışında bir üniversite. Fertlerin ilgi ve meraklarını ileri öğrenme ortamlarında geliştirilebileceği açık uçlu bir üniversite. Doğasında hızlı öğrenme olan çocukların erken yaşta kendilerini geliştirecekleri ve gerçekleştirecekleri, araştırma yapabilecekleri, bilim, sanat ve spor meraklarını giderebilecekleri bir üniversite. Uçsuz Bucaksız Üniversite, her mesleğin en iyisini yetiştirebilecek bir vizyonla hayata geçtiğinde herkesin üniversite mezunu olması değil her mesleğin en nitelikli elemanı yetişmiş olacak. Uçsuz Bucaksız Üniversite, Türkiye'nin birinci meselesinin eğitim olduğu gerçeğine adım adım yaklaşmamızı sağlayabilir. Karar vermemiz gerekiyor: Dünyanın eğitim göstergelerinin alt sınırında mı kalacağız, nitelikli eğitimle Türkiye'nin atılım yapacak güce ulaşmasını mı sağlayacağız? Kararı biz vereceğiz. İçinde bulunduğumuz zaman dilimi mazeret üretme ve oyalanma zamanı değil.
Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.
Mustafa Ruhi Şirin KİMDİR?
1955 yılında Trabzon'da doğdu. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi (AİTİA) Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu'ndan mezun olan Mustafa Ruhi Şirin, TRT'nin açtığı prodüktörlük sınavını kazanarak 1981 yılında İstanbul Radyosu'na atandı. İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon Meslek Yüksek Okulu'nda iletişim alanında öğretim görevlisi olarak da ders verdi. UNICEF'in koordinatörlüğündeki Çocuklar İçin Evet Deyin projesi ile İstanbul Valiliği'nin Çocuk Kurultayı'nda ve Türkiye Çocuk Hakları Koalisyonu'nda görev aldı. 99 Soruda Çocuk Edebiyatı adlı eseri ders kitabı olarak eğitim fakültelerine okutulan Şirin'in, Televizyon, Çocuk ve Aile, Gösteri Çağı Çocukları ve Kuşatılmış Çocukların Öyküsü adlı kitapları da iletişim fakültelerinin kaynak kitapları arasında yer alıyor. Şirin'in, Kuş Ağacı adlı eseri 1993 yılında UNESCO Çocuk Kitabı Ödülü kazanırken, Guguklu Saatin Kumrusu adlı masal kitabı Rumence'ye, Masal Mektuplar kitabı ise Makedoncaya çevrilerek yayımlandı. Hâlen Çocuk Vakfı'nın başkanlığını yürütmekte.