Mesut Uçakan: Sinema ve ideolojisi üstüne: Kavramların taş kesilmesi

Sinema ve ideolojisi üstüne: Kavramların taş kesilmesi
Giriş Tarihi: 14.10.2017 15:01 Son Güncelleme: 14.10.2017 15:01
Kimi muhafazakâr sanatçılar ideolojiyi vahye dayalı bir fikir, bir inanç değil de beşeri telakkiler şeklinde anladıkları için ideolojik sanat kavramına karşı duruyorlar ancak geniş manada bu kavramı, ne olursa olsun kişinin, fikri yahut inancıdır şeklinde anlarsak kavramı yanlış anlama sorununu da ortadan kaldırmış oluruz.

Sayın Cumhurbaşkanımızın son dönemlerde kültür sanat sahasındaki eksikliklerimize dikkat çekmesi gözünüzden kaçmamıştır. Hatta geçtiğimiz yıl, kültür sanat ödülleri sırasında söylediği: "Kültür sanat alanında gelişmeyen bir ülkenin bağımsız olabilmesi mümkün değildir" sözü manşetlere çıkmıştı. Bizim de, 40 küsur yıldır sinemanın önemine dikkat çekmek için nasıl çırpındığımızı bilenler bilir. Bizim çığlıklarımız iç kulağa kadar bile ulaşmadı ama umuyoruz ki Cumhurbaşkanımızın bu yaraya parmak basması en azından terör operasyonlarında olduğu kadar kültür sanatta da operasyonel bir düzenlemeyi beraberinde getirir. Bilhassa sinema sektöründe operasyon şart! Sinema derken bir bütün olarak sinema sanatını kastediyorum; sadece kapalı salonlarda oynayan filmleri değil. Görsel alan ihmal edilemeyecek kadar önemli çünkü. Asıl zihin işgali önce buralarda yapılıyor.

İşgal sözünü kullandığımız an, kültür ve sanatın büyük bir sorunu da dikilmiş oluyor karşımıza: İdeoloji. Özellikle sinema söz konusu olduğunda hayati önem taşımaya başlıyor bu kavram. Bu meyanda, sinema ve ideoloji ilişkisini doğru çerçevelemekle başlamamız gerekiyor işe. Bunun için de önce bu kavramlardan ne anlaşılması gerektiği konusu açıklık kazanmalı. Zira mevcut sanat mahfillerinde bu iki kavram yan yana geldiğinde şimşekler çakıyor. İdeolojik tavırlar kimi sinema sanatçılarına, kimi sinema yazarlarına diken gibi batıyor. Bunlar, sanatta ideolojik tavrı doğrudan propaganda düzeyinde algılıyorlar ve bunun kokusunu aldıkları an, eseri ve sanatçıyı hemen dışlıyor ve ondan yüz çeviriyorlar. Özellikle o koku dinî bir muhteva taşıyorsa, yandı gülüm keten helva! Ağzınızla kuş tutsanız sanatçı olamıyorsunuz bazı çevrelerin gözünde. Ömrümüz boyunca bu tür aforozlarla karşılaştık. Bu tiplerin kişilik bozuklukları bir yana, görünürde masum gibi görünen sanat ve propaganda sözcüğünü yan yana koymama tavrı, ne yazık ki mevcut uygulamalarıyla ülkedeki işgal güçlerinin, toplumu manipüle etme çabalarından, bu çabalara çanak tutmaktan başka bir şey değil. Böyle diye diye toplumun içini boşalttılar. Bir doğru üzerine bin yanlış koydular. Başarılı da oldular. Okuyan, düşünen, hakikat sancısı çeken, araştıran, tartışan ve din, vatan, namus gibi kutsallara hiç olmazsa insanlık adına sorumluluk duyan nesiller gitti; tefekkür etmeyen, okumayan ama ahkâm kesmekten çekinmeyen, bilmeden tartışan, gününü gün etme derdinde lafazan bir nesil geldi.

Bu tiplerin, bir kurtuluş ve şifa heyecanı duymayan, hayatlarına bir kurtuluş reçetesi getiremedikleri için lafazan oldukları ortada. Bunlar pragmatist tipler... Bunların idealist geçinenlerini de atın çöpe! Bir kibrit çöpü ucu kadar akılları yok! Onlara göre sanatta reçete olmazmış! Hayatları, beyinleri, gönülleri öyle dondurulmuş ki, emperyal Batı devletlerinin toplum mühendisliği çerçevesinde oluşturmaya çalıştıkları bir sürecin gönüllü elemanları olduklarının farkında değiller.

Hadi diyelim ki Batı'ya körü körüne teslim olmuş güya çağdaş tiplerde, alan razı veren razı bir tavır var ama yıllardır inancından dolayı itilen, horlanan, zihin işgaline maruz bırakılan ve din adına, vatan adına bunlara karşı alabildiğine sert ve tavizsiz bir tavır içerisinde olması gereken Müslüman kimlikli entellere ne demeli? Onlardan da bu sakızı çiğneyenler var, iyi mi? Sanatta reçete olmazmış, propaganda olmazmış, ideoloji olmazmış! Havalı pozlarda bunu dillendirip kendilerini bir halt sanıyorlar. Bu cümle dudaklarından masum bir cümle olarak dökülse bir parça anlayabiliriz ama öyle bir tavırdalar ki, verilen ufak bir mesajda hemen "Propaganda yapıyorsun" diyorlar. Müslüman muhafazakâr birinin bu tavrının altında yatan psikoloji nedir? Sektördeki egemen güçlere karşı duydukları bu aşağılık kompleksinden, onlara yaranma çabasından başka ne olabilir ki? Hem de kraldan daha çok kralcı olma tavrı…

Her fikir siyasal bir boyut da içerir

Sanatta bal gibi propaganda olur! İsteyen istediği kadar yumuşak davransın, centilmenlik taslasın, beni ilgilendirmiyor. Her sanat eserinde mutlaka bir propaganda vardır! Doğrudan yahut dolaylı olarak hepsinin de kişiyi ve toplumu sürüklediği bir yer ve dikte ettiği bir mesaj vardır. Hiç propaganda içermiyor, suya sabuna dokunmuyor diye düşündüğünüz "sade suya tirit" filmlerde de, estetik görkemlerle dolu sanat filmlerinde de cayır cayır propaganda vardır! Bırakın onu, kendi milli kültürümüz açısından baktığımızda malayani olmak, boş boş seyrediliyor olmak bile gaflete, delalete sürükleyici hüviyettedir ve bal gibi küfür propagandasıdır.

Propagandayı daha çok siyasal dikteler şeklinde anlamalıyız diyenler de olacaktır. Bu her ne kadar doğru gibi duruyorsa da aslında doğru değil. Her eser bir fikri dikte eder ve her dikte edilen de ideolojidir, propagandadır. Ve her fikir ve ideoloji, gizli yahut açık, mutlaka siyasal boyut da içerir. Bu konuda en azından şöyle ortak bir paydada anlaşabiliriz diye düşünüyorum: Sanatta propagandist tavrı reddetmek sanatı ideolojiden, fikirden ve misyondan kopararak olmaz. Propagandist tavır, o fikri dışa vururken, anlatırken, yazarken, çekerken, bestelerken içine düşülen ilkellik, cahillik, yozluk ve edepsizliktir. Bu ise daha başta o fikre, o ideale aykırılıktır hatta ihanettir. Bir sanatçı fikrini, inancını, duruşunu, ideolojisini sanata yansıtırken seviyeli olmak, ucuzlamamak zorundadır. Seviyeli olmanın ve ucuzlamamanın ne olduğunu ayrıca yazmak gerekiyor. İleride bundan da bahsederiz inşallah.

Kimi muhafazakâr sanatçılar, ideolojiyi vahye dayalı bir fikir, bir inanç değil de beşeri telakkiler şeklinde anladıkları için ideolojik sanat kavramına karşı duruyorlar ancak geniş manada bu kavramı, ne olursa olsun kişinin, fikridir/inancıdır şeklinde anlarsak kavramı yanlış anlama sorunu da ortadan kalkar sanırım. Doğru olan da bu zaten. Türk Dil Kurumu ideoloji kavramını; "Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünü" diye açıklıyor. Biraz Arap çorbası bir tarif ama olsun idare eder.

Sadece zihinler değil kavramlarımız da işgal altında

Sorunun kavramlarda değil kavramlara yüklenen anlamlarda olduğunu anlamamız gerekiyor. Bu anlamlar da dönem dönem değişiyor. Ne yazık ki değişime, tarihî süreçte karşı konulamıyor. Kendimden yola çıkarak söyleyecek olursam; doğrusu gençliğimde her birinin anlamını içimde gülle gibi net ağırlıklarla hissettiğim kavramların bir yerden sonra tarihe, coğrafyaya, kişinin gafletine, cehaletine, bakış açısına ve gözlük rengine göre değişen kaypak bir görüntüye, bir yanılsamaya dönüştüğünü gördüm. Adeta, avucumun içinde tutamadığım, tutmak istesem de kayıp gitmesine engel olamadığım bir hale dönüştüğünü de. Yaşadığımız olayların göreceli oluşu bütün anlamları değiştiriyor. "Artık hangi tarafa dönerseniz dönün, Allah'ın vechi işte oradadır" ayet-i kerimesi önümüzde dururken kim hangi kavramı dondurabilir ki! Anlamların katılaşması, kavramların taş kesilmesi dünya boyutuna yaklaştıkça hissedilen bir hal. Bu boyuta girdiğinizde ise, kavramlara daha çok egemen güçlerin şekil verdiğini; baskı altına alınan, işgal edilen Kunta Kinteler'in de olduğu gibi kabul etmek zorunda kaldıklarını görüyorsunuz. Önce buna başkaldırmanız gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanımızın başta zikrettiğimiz sözüne bir de buradan bakalım. Bugün kültür sanat ortamında, daha da özelde sinema sektöründe benim hissettiklerim bu. Bana en çok bu işgali gönüllü olarak kabul edenler acı veriyor! Emperyal kültürün gönüllü taşıyıcılığını yapanlar! Bu bağlamda, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Zihinler nasıl işgal altında ise kavramlarımızda o denli işgal altındadır, kirletilmiştir, "mankurtlaştırılmıştır." Propaganda kavramı da, ideoloji kavramı da böyledir.

Siz siz olun bir kavramı önce kimin telaffuz ettiğine bakın. Söylenenlerin gerçek anlamı, o zaman anlaşılır çünkü asıl olan niyettir. Kişinin niyetini ne kadar doğru anlarsanız kavramın gerçek anlamını da o kadar doğru anlarsınız.

Son söz olarak söylenmesi gereken de şu: Kaynağı sağlam bir Allah aşkına, davasına, sünnetine, tecellisine dayanmayan her kavram, kirlidir, muğlaktır, boştur, zararlıdır, en azından malayanidir. İdeolojik tavır da böyle… İdeoloji tek cümleyle; Allah'a, ulaşma ve ulaştırma çabasından başka bir şey değildir, olmamalıdır da!

Çok mu sert cümleler kurdum? Durun hele daha sanatta seviyeyi konuşacaktık?

BİZE ULAŞIN