Kutluğ Ataman: Şu bağımsızlık meselemiz

Şu bağımsızlık meselemiz
Giriş Tarihi: 13.10.2017 10:52 Son Güncelleme: 16.10.2017 17:34
Bugün sanat ve kültür alanında esen hamaset rüzgârlarının bir nedeni, içinde var olageldiği ufak leğeni engin bir okyanus, kendisini de sanat ve kültürde hem sol hem de iktidar sanmaya devam eden zümreyse, bir diğeri de her koşulda tarafgirliği liyakate tercih etmiş olan iktidardır.

Ne olduğunu tam anlayamadığım, sorduğumda da cevabını alamadığım bir terim var: Bağımsız sinemamız… Terminoloji çok önemli. Bir olguya onu yanlış tarif eden bir tanımı gelişigüzel yakıştırırsanız, bu sadece ufak bir dil sürçmesi olmaz. Yıllar önce bir şirket Amerika'dan Türkiye'ye 'hücre animasyon' getirdik diye ortaya çıkmıştı. Amerika'da üniversite yıllarımda animasyon da okuduğumdan merak etmiş, araştırmıştım. Meğer 'cell animation' terimini yanlış çevirmişler. Cell hücre demek ama buradaki cell, celluloid kelimesinin kısaltılmış hali. Yani bildiğiniz seluloid sayfaya resim yapılarak gerçekleştirilen klasik animasyon metodu. Kendi yaptıkları işi bile yanlış tarif etmişlerdi. Bizdeki bağımsız sinema da işte böyle bir şey... Şimdi dilerseniz 1970'lere geri gidelim.

O zamanlarda büyük Hollywood stüdyolarında bugün olduğu gibi yapım ofisleri vardı. Stüdyo sistemi içerisinde çalışan bu ofislere stüdyo yönetimi tarafından yerleştirilmiş yapım şirketleri stüdyonun yapmaya karar verdiği filmleri taşeron şirket gibi üretirlerdi. Stüdyo bu filmlere bakar, dilerse yeniden çektirir, dilerse yeniden montajlatır, dilerse rafa kaldırır veya gösterime sokardı. Aynı şekilde bu yapım şirketleri de yönetime proje önerebilir, onaylanırsa bu projeler de çekilebilirdi. Bu sistem şimdilerde de aşağı yukarı bu şekilde yürür. Kısacası filmin parasını stüdyo verdiğinden filmin neresinin kesileceğinin, filmde hangi oyuncuların oynayacağının son kararını stüdyo verir, yönetmen yahut yapımcı değil.

70'li yılların sonuna doğru, Amerika'da 'arthouse' yani 'sanat sineması' akımı güçlendi. Özellikle de üniversitelerden dünya sineması örneklerini görmüş yeni nesil yönetmenler çıkmaya başlamıştı. Zamanla Sundance Film Festivali başladı. Stüdyo sistemi dışında sırtını stüdyoya dayamamış, dolayısıyla finansal riski tamamıyla kendisi üstlenen düşük bütçeli 'arthouse' filmler art arda çekildi. Bu filmlerin en önemli özelliği, yaratıcı kontrolün tamamen yönetmende yahut yapımcıda olmasıydı. Fransız auteur sinemasının bir çeşit Amerikan versiyonu diyebileceğimiz bu üretim biçimine stüdyo sisteminin yaptırımlarından bağımsız olduğu için bağımsız sinema denilmeye başlandı.

Filminizi kendiniz finanse etmiyorsanız, bağımsız olmanız mümkün değil

80'li yıllarda kurumsallaşmaya başlayan bu bağımsızlık hali, Türkiye'ye vardığında bayağı bir çehre değiştirmişti. Bu terim, Türkiye'ye yanılmıyorsam 2000'li yıllardan sonra geldi. Bağımsız olmak romantik bir etiketti. Kimse bana dokunamazdı. Gençtik, yeniydik, güzeldik ve birbirimizi çok severdik. Tamam da hakikaten bağımsız mıydık? Terminolojinin çıktığı sistemde, sonuçta bağımsızlık her şeyden önce yaratıcı kontrolün yaratıcının kendisinde olduğuna işaret etse de, kapitalist sistem bu akımı süratle evirdi. Kısa süre içinde Sundance bir 'endüstri' festivaline dönüştü. Bağımsız sinema artık büyük stüdyoların hiçbir riske girmeden hazır yetişmiş yaratıcıları bedavaya hasat edeceği çok verimli bir tarla oldu. Bağımsız sinemanın başarılı yönetmen, yapımcı, yazar ve oyuncularını stüdyolar kendileri bir riske girmeden hasat etmeye başladılar. Bağımsız sinemacıyız diye ortaya çıkanlar da tıpkı Lars von Trier'ın mükemmel bir pazarlama aygıtı olarak kullandığı o meşhur manifestosu gibi Hollywood'un gönüllü lejyonerleri olmak üzere stüdyo kapılarında sıraya dizilmişlerdi bile. İşte bizim romantik arkadaşlar bağımsız sinemayı keşfedip heyecanla; "Evet biz de bağımsızız" diye bağımsızlıklarını ilan ettiğinde, bağımsız sinema ruhunun balonu çoktan patlamıştı bile.

Peki, hakikaten neden bağımsız sinema? Nereden, kimden bağımsız? Türkiye'de stüdyo sistemi var da ondan mı bağımsız? 70'li yılların sonunda televizyon tarafından yok edilmiş Yeşilçam'dan bağımsız değil herhalde. O halde bağımsız olduğu yer neresi? Doğrusu şu ki; Türkiye'de 'sanat sineması' diye kerameti kendinden menkul akım, aslında bağımsız filan değil. Türkiye'de gerek seyircinin beklentisi, gerek dağıtım sisteminin çarpıklığı veya vahşi kapitalist doğası, sanat sinemasının kendi kendisini finanse edebilmesini maalesef mümkün kılmıyor. Seyirci beğenmiyor, istemiyor, gitmiyor. Peki, bu sinema gereksiz mi, elbette ki değil. Tam tersine kültürü ilerletebilmemiz için hayati öneme sahip. Yoksa topyekûn alışveriş merkezi kültürü içinde öğütülüp gideceğiz. Ancak ister halkın eğitim seviyesi deyin, ister filmlerin hamasiliği seyirci bu filmlere gitmiyor. Böyle de bir gerçek var. Dolayısıyla bu filmleri yapabilmeniz için mutlaka Kültür Bakanlığı'ndan destek almanız gerekiyor. Aslında bu, bildiğimiz anlamda bir destek de değil, bakanlık burada yapımcıya bir nevi kredi açıyor ve "bu parayı belirli şartları yerine getirmezsen geri ödeyeceksin" diyor. Desteği de belirli şartlara göre veriyor. Peki, nedir bu şartlar? Tahmin edebileceğiniz gibi resmi ideolojiyi çok esnetmeyecek, en azından dönemin hükümetini çok zora düşürmeyecek şartlar. Bu şartların bazıları yazılı, bazıları zaten ilkokul birden beri beyinlerimize kazınan ama yazılı olmayan şartlar… Uzun lafın kısası, yaratıcı kontrol tabii ki var ve devlet 'desteği' olan her koşulda da hep var olacak. Bu koşulları zorlamayan projelerde bakanlık desteği almakta ben bir mahsur görmüyorum. Ama bu desteğe el sürdüğüm an, kusura bakmayın ama, kendime bağımsız diyebilir miyim? RTÜK kurallarıyla çerçevelenmiş televizyon endüstrisi de bir dizi denetimi projelerinize uygulamak zorunda. Bağımsızlığınızı sorgulatacak kurallar ve kısıtlamalar burada da önünüze çıkıyor. Dahası sanat sineması A ve B seyirciye hitap ettiği an, zaten artık televizyonlar tarafından desteklenmiyor. Kâr ve reyting amacı gütmeyen TRT televizyonu devlet kanalı olduğundan oradaki kısıtlamaları zaten Kültür Bakanlığı'ndan ayrı tutmuyorum. Hatta belirlenmiş kuralların çok daha ciddi kısıtlamalar getirdiğini de biliyoruz.

Dolayısıyla kendi filminizi kendiniz finanse etmediğiniz sürece tam bağımsız olmak Türkiye koşullarında mümkün değil. Çünkü terimin ortaya çıktığı Amerika'da bağımsızlar sisteme içerik yönünden alternatif olarak çıksalar bile dağıtım sistemi tarafından desteklendiler zira seyircileri vardı. Dağıtım olanağı olduğundan özel yatırımcılar bulabildiler, ön satış yapabildiler. Sanat sineması dediğimizde ise Türkiye'de bu çok mümkün görünmüyor. Bütün bu zorluklar yetmiyormuş gibi bazıları bu olmayan bağımsızlıklarını o kadar kibirle endüstrinin başına kaktılar ki, ülkede bir 'gişe sineması - sanat sineması' çatışması da yarattılar. Oysaki ne gişe sinemamız Hollywood ayarında, ne de sanat sinemamız bağımsız. Bu ayırımı yapmak başından beri yanlıştı. Hatta şunu da söylemekte yarar var: Bugün bazılarının aşağılayarak örnek verdiği Recep İvedik türü filmler, esas bağımsız sinemamız ve Yeşilçam'ın gerçek devamıdır. Sonuçta yapım modelleri, kendi kendileri finanse ediyor olmaları açısından Yeşilçam'la benzer bağımsızlıkta ve halka dokunma şekilleri de hemen hemen aynı. Kimlerdi bu gerçek bağımsızlar? Lütfi Akad'dı, Metin Erksan'dı, Çirkin Kral'dı, Erman Film'di, Mine Film'di. Aynı zamanda yerli ve milliydiler.

Yabancı fonlar, sizin yerliliğinizi veya milliliğinizi finanse etmek zorunda mı?

Madalyonun öteki yüzünü çevirip bir de şu 'yerli ve milli' sinema kulvarından ilerleyelim öyleyse. Sonuçta bu terminolojinin arkasında da bağımsızlık ideali yatmıyor mu? Diyelim ki maceranız yukarıdaki gibi evirildi. Bağımsız kalmak istediniz ve yaptırımlar nedeniyle Kültür Bakanlığı ve televizyonlardan destek bulamadınız. Masal bu ya, hayırsever ve aydın bir yerli burjuva filminize destek oldu yahut daha güçlü bir ihtimal, varınızı yoğunuzu riske atıp filminize yatırarak yola çıktınız. Ama riski azaltmanız da gerekiyor çünkü sanat sineması yapıyorsunuz. Mecburen yabancı ülke fonlarının ve Avrupa Birliği sinema fonu Eurimages'ın kapısını çalacaksınız. Hâlihazırda Eurimages olsun, Avrupa Fonları olsun hepsi kendi ülkende finansman bulamamışsan neden bana geliyorsun diyor. Haksızlar mı? Tabi ki değiller. Dahası, daralmakta olan Avrupa ekonomilerinde ve özellikle Almanya'da sinemacılar Türk sinemasına verilen destekten hayli şikâyetçi. Sonuçta 'yerli ve milli' olmakla onların bir sorunu yok. Hükümetlerinden yerli ve milli davranmalarını ve sinema desteklerini kendi vatandaşlarına vermelerini rahatça talep edebiliyorlar. Bundan beş-altı yıl önce Fransa da aynı şeyi yapmış, CNC, yani Milli Sinema Merkezi, yabancı sinemaya desteği büyük ölçüde azaltmıştı. Lakin bir ihtimal daha var. Son zamanlarda Avrupalı ortak yapımcılarımızdan çok açık ve net bir biçimde şöyle şeyler de duymaya başladık: "Türkiye'den gelen projelere destek alabilmek için mutlaka hükümet karşıtı projeler olması gerekiyor." İlk duyduğumda Avrupalı liberal sinema dünyası bu duruma düşmüş olamaz diye düşünmüştüm ama artık ben de herkes gibi Avrupa'nın gelmiş olduğu durumu görebiliyorum. Farklı ideolojileri olabilir ancak kontrol mekanizması tıpatıp aynı: Kültür Bakanlığı, RTÜK, TRT ve diğer kontroller neyse hâlihazırda AB fonları, özellikle de Alman fonları bu durumda. İdeolojiler çatışıyor ve kendilerine gönüllü asker olmayan herkesi ve her görüşü ya bekletiyorlar yahut fonlamama yoluyla susturuyorlar. Kaldınız mı şimdi kendi paranızla, sanat sineması yapma riskiyle baş başa? Türkiye'de sistem esasen size şunu söylüyor: Ya AVM kültürüne boyun eğ yahut toz ol. ABD'nin dünyaya önerdiği alışveriş merkezi kültürü ne kadar yerli, ne kadar milli değil mi?

Düdüğü çalan kimin bestesini yapıyor?

Yabancı fonların sizin yerliliğiniz veya milliliğinizi finanse etme mecburiyeti olabilir mi? Sonuçta Almanya vatandaşlarının vergi parasıdır, üzerinde başka tür tasarruflar uygulanabilir. Burada dikkat çekmek istediğim şey bağımsızlık. Son yıllarda sertleşen çatışma kültüründen beri Alman fonlarından destek aldığımızda, yani yukarıda sözünü ettiğim ideoloji ve dünya perspektifi doğrultusunda konuştuğumuzda sinemacılar olarak biz ne kadar bağımsız oluyoruz? Siyasi konuları geçtim, Avrupalı seyirci anlasın diye altı çizile çizile istenilen sahneleri yazmak zorunda olduğumuzda acaba Türkiyeli seyirci için mi film yapmış oluyoruz yoksa Alman seyirci için mi, bizim bağımsızlara bir sormak lazım. Ayrıca, her şeyin milli ve yerlisini yapmaktan bahseden hükümete de, "neden kendi ülkenin sinemasını Avrupa kapılarında süründürüyorsun ve yetişmiş sinemacılarını kendi elinle Avrupa'ya teslim ediyorsun" diye sormakta fayda var. Kimse kusura bakmasın ama ben burada yerli ve milli bir strateji değil, tam tersine çorak bir kültür iklimine teslimiyet stratejisi görüyorum. Sistemin parçası olmam diyenler esasen sistem tarafından biçimlendirilmiş aygıtlar gibi davranıyorlar ne yazık ki. Türkiye'de sistem o kadar sofistike olmadığından kontrol mekanizmaları kaba, saba ve beceriksiz. Peki ya kapılarında süründüğümüz Avrupa? Parası olan düdüğü çaldığına göre sizce düdüğü çalan kimin bestesini yapıyor olabilir? Kültür bakanlarına bunları sormak lazım. Çünkü benim iddiam şu ki, sizler kültürü ihmal filan etmediniz. Sizler aktif olarak kültür üretimini yabancıların kontrolüne verdiniz. Sizler bu ülkenin sanatçı ve sinemacılarını yerli ve milli olmasın diye çalışıp durdunuz. Bunu elbette ki bilerek yapmadınız ama ihmaliniz de çok büyük.

Ben hem iktidar adına hem de bağımsız olduklarını iddia eden sinemacılarımız adına durumu vahim görmekle beraber asla ümidimi kesmiş değilim. Çözüm için siyasetçilere bel bağlamak yerine sanatçılara bel bağlamayı da tercih ediyorum. Bugün sanat ve kültür alanında esen hamaset rüzgârlarının bir nedeni, içinde var olageldiği ufak leğeni engin bir okyanus, kendisini de sanat ve kültürde hem sol hem de iktidar sanmaya devam eden zümreyse, bir diğeri de her koşulda tarafgirliği liyakate tercih etmiş olan iktidardır.

Peki, bütün bu kısır kavgalardan sıyrılıp gerçek bir sinema, yani tam manasıyla bağımsız, yerli ve gerçek bir sinema yapmak mümkün olacak mı? Önümüzdeki dönemde yaratıcı yapımcıları bekleyen en önemli soru bu işte. En gerçek, en etkileyici ve kalıcı sanatın en zor dönemlerde üretildiği gerçeği beni önümüzdeki dönem adına heyecanlandırıyor.

BİZE ULAŞIN