H. Sena Kartal: Kudüs insanlığın kalbidir

Kudüs insanlığın kalbidir
Giriş Tarihi: 14.06.2017 14:02 Son Güncelleme: 16.06.2017 17:36
Kudüs'te Cenab-ı Hakk’ın hayy esmasını çok güçlü hissediyorsunuz.

Temel hedefi "Kudüs'ü tanıma ve anlama milli vecibesini yerine getirmek" diyerek yola çıkan "Kudüs Platformu" kurucu üyelerinden Belkıs İbrahimhakkıoğlu ile platformun amaçlarını ve nasıl ilerlediğini konuştuk. İbrahimhakkıoğlu, "Kudüs'ü bir çatışma merkezi olarak değil,insanlığı huzura,barışa,selamete çağıran bir merkez olarak anlamdırırsak hakikatine daha yakın oluruz" diyerek Kudüs denince akla barışın gelmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Kudüs sizin için ne ifade ediyor?

Tek bir cümle ile ifade edilecek bir şey değil bu. Kudüs'ü anlamı itibariyle insanlığın kalbi gibi düşünüyorum. Bütün semavi dinlerin orada neşet etmesi, neredeyse cümle peygamberlerin oralarda dolaşmış olması, o toprakların yeryüzünde Cenab-ı Hakk tarafından işaretlenen yerlerden olduğunu gösteriyor. O bakımdan Kudüs'ün hem tarihi hem de manevi anlamı itibariyle bize ne ve kim olduğumuzu hatırlatan bir özelliği var. Daha önceleri Kudüs üzerine bu kadar yoğunlaşmamıştım. Gençliğimde Kudüs meselesi, Filistin davası olarak daha çok devrimcilerin gündeminde olan bir mevzuydu. Çünkü Filistin toprakları emperyalist güçlerin işbirliğiyle zorla işgal edilmişti. O zamanlar manevi boyutu pek dile getirilmediği için, bir ayağı topal bir davaydı. Ayırt edici bir etkinliği ve sürekliliği olmadı zaten bu bakışın. Daha sonra gündemimize aksiyoner öfke olarak katıldı. Çünkü haksız bir durum vardı ve bir işgal söz konusuydu. En önemlisi de zulmün yandaşı her zamanki gibi çok fazlaydı. Sonuçta haksızlığa karşı sessizlik de bir yandaşlıktır. Bütün dünya sessiz kaldı Kudüs'e. Onun için haliyle öfkeler kabardı, ama bunun da bir çare olmadığını zaman bize gösterdi. Kudüs gerçek anlamıyla bana ne ifade ediyor derseniz, insanlık adına barışı ve barış için mücadeleyi ifade ediyor derim.


Filistin davası üzerinden Kudüs'e bakışımızda siyasetle iç içe geçmiş bir ilgi var mı?

İsrail devletinin kuruluş felsefesi olan Siyonizm başlı başına bir siyasetin ürünü. Dolayısıyla İşgal edilmiş Filistin penceresinden Kudüs'e baktığımızda ister istemez siyaset işin içine giriyor. Ama tabi Kudüs'ün manevi hüviyeti, onu siyasetin üstünde bir değerlendirmeye tabi tutuyor. Sadece Kudüs meselesinde değil yakın tarihe de baktığımızda, biz çok acılar gördük. Dünya siyaseti içerisinde yalnız kalmışlığı çok yaşadık. O yüzden bizim bu meselelere bakışımızda duygusallık ağır basıyor. Akılcı değil de duygusal olarak bakıyoruz. Filistin meselesi İslam coğrafyasında cereyan ediyor. O halde olup bitenler karşısında önce kendimizi sorgulamamız lazım.

Evet, İsrail bunu yapıyor falan ama biz ne yapıyoruz?

Hz. Ömer, ruhundan ayrı düşürülmüş bu peygamberler şehrini nebevi ahlakı yeniden dirilten bir inançla fethetti. Müslümanlar olarak "nebevi ahlak" konusunda neleri terk ettiğimizi, neden zavallı bir duruma düştüğümüzü çok iyi tahlil etmemiz lazım. Ben hadiseleri güne bağlı kalarak değerlendirmiyorum. Çünkü hayat çok uzun soluklu. Kuran-ı Kerim pek çok ayet-i kerimede bunu bize en etkili şekilde hatırlatıyor; meselâ Bedir Savaşı için "Siz güçsüz olduğunuz halde Allah size yardım etti" diyor. Demek ki güç topta, silahta, sermayede değil; inancın sağlamlığında. Ebediyetle bağımızın zayıfladığı çok uzun zamanlardan beri buna odaklanmışız, şartlanmışız. Güç maddi olanda değil. Güç, imanda ve inançta. Çünkü inandığımız zaman birimiz bin oluyor. Allah'ın vaadi bu yönde. O bakımdan demek ki bizim nebevi ahlak konusunda silkelenip kendimize bakmamız lazım, şartlanmalardan kurtulmamız lazım. Neden en parlak dönemlerden bu kadar acı bir inişe geçildi? Bunları çok iyi düşünmemiz lazım. Tam da bu yüzden Kudüs meselesi, belki bütün bu problemlerin irdelenmesini gerektiren bir mesele. Kudüs, barış için insanlığın kalbi gibidir. Ve bütün meselelerin orada düğümlendiğine inanıyorum. Eğer Kudüs meselesinde haksız işgali halledebilirsek dünya siyasetinin de doğru bir istikamete yöneleceğine inanıyorum. Ve biz bu meseleyi inancımız, gayretimiz ve sabrımızla halledebiliriz, öfkemizle değil.

Kudüs dediğimiz zaman aklımıza hep çatışma ve işgal gibi olumsuz şeyler geliyor. Bu işgaller son 60 senenin ürünü. Bu 60 seneyi Kudüs'ün tarihinden çıkarırsak bizim için ne ifade eder Kudüs?

İlahi mesajın neşet ettiği bir topraktan bahsediyoruz; insanlığın tevhidî inanca, yani birliğe davet edildiği topraktan. Kudüs bir çağrıdır; göklerin sesini duyuruyor. Bize hakikatle olan bağımızı, bütün insanların aynı Allah'ın kulları olduğumuzu hatırlatıyor. Yani buradan birlikte yaşama kültürü üzerine kurulu bir medeniyet yeşeriyor. İnsana güzelliği, inceliği, nezafeti, nezaketi ilham ediyor. Orada güzel olan her şeyin cemini buluyoruz. Bunları ilahiyatçıların bizlere ince ayrıntılarıyla anlatmaları lazım. Kudüs'ün neden ilk kıblemiz olduğunu, bunun hikmetini bilmemiz lazım. Kudüs'ü ancak ve ancak hikmetin dili ile anlayabiliriz. O bakımdan Kudüs'ü bir çatışma merkezi olarak değil, insanlığı hakikate, huzura, barışa, selamete çağıran bir merkez olarak anlamlandırırsak ona daha yakın oluruz diye düşünüyorum.

Türkiye'nin Kudüs'e desteğini yeterli buluyor musunuz?

Günlük siyaset açısından değerlendirmek benim açımdan çok zor. Çünkü günlük siyasetin dili güne göredir. Son birkaç yıldır Kudüs gündemimize yoğun şekilde girdi. Özellikle 2017'nin Kudüs'ün Osmanlılar tarafından fethinin 500'üncü yıldönümü olması hasebiyle pek çok etkinlik yapıldı. Her gayret bir adımdır. Bu destekler yeterlidir dersek iyinin daha iyisi için koşamayız. O yüzden hiçbir meselede destekler yeterli değildir. Günlük siyasetin dışına çıkıp, daha geniş kapsamlı baktığımız zaman kat edilecek uzun mesafelerin olduğunu görürüz. Öncelikle önemli olan insanların bilinçlenmesidir. Mesela bir zamanlar, "Darülharptir Kudüs'e gidilemez" diye bir fetva verilmiş. 1967 yılı şartlarında böyle bir fetva belki anlaşılabilir. Ama sonraki yıllarda bu fetva Kudüs'ün ve Filistinlilerin Müslümanlar tarafından yalnız bırakılmasına ve bugünkü sıkıntılara kapı açmış. Böyle bir fetvanın Araplar tarafından hala yürürlükte olmasının arkasında Siyonist bir yönlendirmenin mevcudiyeti pekâlâ mümkündür. Orayı yalnız bırakmak kimin işine yarar diye düşünürsek bu neticeye varabiliriz. Burada büyük bir sorumluluk var. Bir şeyi yaparken kime ve neye faydası var diye düşünmek lazım. Böyle bir fetvayı neye göre veriyorsunuz? İsrail'in işgalci politikasının işini kolaylaştıran söz ve davranışlardan uzak durmak için çok hassas davranmak lazım. Eğer fetva verilecekse İslam ülkelerini işgale karşı ortak davranışa zorlayan, gereken tedbirlerin alınmasını sağlayan fetvalar verilmeli. Ne yazık ki o tedbirler alınamıyor ve sonuç olarak Filistin yalnız bırakılıyor. Bundan ötürü atılan her adımı enine boyuna ölçmeliyiz. Zira fevri hareketler, siyaseten konuşmalar, abartılı duygusallıklar zarara sebep oluyor. Attığımız her adımın öncesinde iyi düşünmemiz lazım. Dava sabır isteyen bir şeydir. Filistin de hem insanlık hem Müslümanlar hem de Hak adına bir davaysa sabırlı olmamız gerekiyor. Dava aceleciliğe gelmez çünkü.

Bütün dünyanın tekrardan kendi dinî kimliklerini hatırladığı bir dönemde bu kimlikler üzerinden yapılan çatışmanın en önemli alanlarından birisi de Kudüs. Avrupalılar Kudüs'e gitmek istedikleri zaman İsrail devleti üzerinden gitmek zorundalar. Buna bağlı olarak da İsrail'in atadığı bir rehberle Kudüs'ü geziyorlar. Bu rehber de doğal olarak kendi perspektifinden Kudüs'ü anlatmak durumunda. Batı üniversitelerinde genellikle taş atan Gazzeli çocuklar ve seçilmiş bir hükümet olan Hamas'ın terör örgütü olduğuna dair bir anlatı şekilleniyor. Buna rağmen siz, dünya barışının temeli Kudüs'te atılacak diyorsunuz. Neden böyle bir şey söylüyorsunuz?

Öncelikle Hakk'a ve haklıya inandığım için söylüyorum bunu. Şüphesiz ki "Hak batıla galip gelecektir", batıl eninde sonunda zail olacaktır. Unutmamak gerekiyor ki bazen kötümser tablolar aydınlığın yakın olduğunun müjdecisidir. Bizim her şeyden evvel inancımıza çok sağlam tutunmamız gerekiyor. Bu anlamda imani bir morale ihtiyacımız var. Düşünebiliyor musunuz, Cenab-ı Hak izin vermezse bir yaprak dahi kıpırdayamaz. Demek ki olup bitenler Cenab-ı Hakk'ın bilgisi dâhilinde gerçekleşiyor. Ol deyince olduran Allah, dünyanın da kâinatın da idaresini bize bırakmış değildir. Allah'ın bize bıraktığı sadece gayret ve iyi niyetimizdir. Allah gayret edenin karşılığını muhakkak veriyor hatta öyle ki, şer için gayret edenin dahi yolunu açıyor. Burada İsrail'in çalışmalarını, çabalarını, gayretlerini düşünürsek niyeti şer olmasına rağmen önü açılıyor. Bize düşen imani zaafa düşmemektir. Zira Allah şerri asla baki kılmaz. İsrail ne yaparsa yapsın biz doğru olan şeyin üzerinde çalışmakla ve gayret etmekle yükümlüyüz. İsrail'in sunduğu kıyamet tablosuna dünya zaten genel olarak inanmaya hazır. Ama bir durun bakalım, gün doğmadan neler doğar. Biz hayırda sabit olmalıyız. İnanç, iman ve tevekkülümüzde zerre kadar sarsılma olmaması lazım. Çünkü Allah mutlaka inananlarla beraberdir. Allah sabırlı olmamızı buyuruyor aslında. Ama nasıl sabredeceğiz, tabii ki elimizden gelen gayreti göstererek. Diğer yandan taassuplarımızdan da kurtulmamız gerekiyor. Cenab-ı Hak sadece biz Müslümanların değil bütün âlemlerin, bütün kulların Rabbi'dir. Allah kendi dinini muhakkak ki korur. Bunda şüphe yok fakat ben emaneti taşıyamıyorsam, benden alır başka milleti şereflendirir İslam'la. Bunu unutmamak lazım. Bizim özellikle bu noktalarda çok akılcı olmamız ve Kudüs meselesini ahlaki bir temel üzerine oturtmamız gerekiyor. Yoksa sağlıklı bir çıkış kapısı bulmamız mümkün olmayacak.

Bu dediğiniz aslında bütün meselelerimizde uymamız gereken bir kaide…

Elbette, bütün meselelerde düsturumuz olmalı. Bütün sıkıntılarımızın çözümünde ahlakı temel alıp, meseleyi onun üzerine bina etmezsek başarılı olmamız mümkün değil. İçinde bulunduğumuz zamanda birçok düstur o kadar yerinden kaymış durumda ki. Örneğin, haram helal konusunda ciddi bir sapma var. Yapmış olduğumuz yanlışlıkları doğrultmak için türlü bahaneler buluyoruz ne yazık ki. Kısacası meselelere ahlak temelli yaklaşmadıkça biz ne Kudüs'ün ne de İslam dünyasının mevcut perişanlığının altından kalkabiliriz. Bunu başaramadığımız sürece İslamofobi'ye karşı doğru cevabı verebilmemiz de mümkün değil. Elbette ki Batılı olup da vicdanları kapanmamış bir sürü insan var sonuçta. İsrail'in işgalini kınayan pek çok Musevi var. Bu işler sadece reddiyelerle olmaz yani. İnsanlığın ortak değerleri üzerinde meseleleri halletmeye çalışacağız. İşte Kudüs, bundan ötürü bizim için ölçüdür, ciddi bir mihenk taşıdır. Ortak değerler üzerinde birbirimizle iletişime geçmekten, halleşmekten öte yolumuz yok. Ben davranışlarımla örnek olmalıyım ki, insanları gerçekten samimiyetime inandırabileyim. Bugün bizim temsil kabiliyetimiz ne kadar Müslümanca, evvela bunu sormak gerek. Eğer bu temsil kabiliyetini hakkıyla gerçekleştirebilseydik oluşan görüntüyü de değiştirebilmemiz mümkün olurdu. Aslında kalp gözü kapalı insanları kastederek söylemiyorum bunları. O insanlar zaten zulme ve kötülüğe odaklanmış ve o hal üzere hareket ediyor. O zaten insanlığını kaybetmiş. Bizim insanlığını kaybetmemiş olanlara yönelmemiz gerekiyor. Dışımızda kalan insanların hepsini aynı kategoriye koymak doğru olmaz. Onların içindeki insan olanlara erişmemiz lazım.

Koordinatörlüğünü yaptığınız Kudüs Platformu'nun amacı hakkında neler söyleyebilirsiniz bize? Neden böyle bir platform oluşturma ihtiyacı duydunuz?

Aslında ihtiyacı Kudüs'ün kendisi duyurdu bize. Kudüs'e ziyarete gidip de döndüğümüz zaman o mübarek toprakların hepimizin üzerindeki etkisiyle bir şeyler yapmamız gerektiğini düşündük. Platformu biraz da bu dinamikle kurduk. Önceden böyle bir düşüncemiz yoktu. İnsanlığa birliği ve tevhidi ilham eden topraklara dair bir dil kurmalıyız dedik. Temeli Kuran-ı Kerim'de olan, referansını Kuran-ı Kerim'den alan, yeni zamanlarındilini oluşturmalıyız. Ayrıca bunların dışında Filistinlilerin gerçekten çok yalnız olduğunu gördük. Hak için mücadele illa ki elde kılıçla savaşmak değildir elbet. Günümüz imkânlarını kullanarak neler yapabiliriz, Kudüs'ün sesini gücümüz yettiğince nasıl duyurabiliriz sorularıyla yola çıktık.

Yüksek fikirlerin, yüksek ahlakın yeşermesi gereken bir beldeye çatışma ve silahlar yakışmıyor. Mesela Mescid-i Aksa'ya giriş kapılarını tutan silahlar bizim içimizi çok acıttı hakikaten. Gönlünüz dolu dolu olarak heyecanla bir ibadethaneye koşuyorsunuz, Rabbinize yakın olmak isterken
kapılarda hemen ateş almaya hazır korkunç namlularla muhatap oluyorsunuz. Bu çok rencide edici bir durum. Kudüs'ü de, insanlığı da rencide eden bir manzara... Orada bir de Filistinlilerin giriş çıkışlarda maruz kaldıkları eziyet de bize çok dokundu. Kendi ülkelerinde, kendi ibadethanelerine girmek için kimlik bırakıyorlar. Akşam dönüşünde kimliklerini almak zorundalar. Es kaza unuturlarsa kendilerini hangi karakolda bulacaklarını bilmiyorlar. Böyle güvensiz bir ortam var orada. Kudüs, Allah'ın güven için, barış için, sulh için, insanlığın güveni için işaret ettiği bir belde. Şu an maalesef tamamen güvensizliğin şehri olmuş. Bütün bunlar bize dokundu. Biz de dedik ki kendi çapımızda bir şeyler yapalım, öfkelenip öylece beklemenin bir faydası yok, hatta öfkelenmenin faydası yok. Onun için bu haksızlığın, çekilen acıların sesini duyuracak çalışmalar yapalım, yeni bir dil oluşturalım… Ve bu yeni dil, aynı zamanda evrensel bir dil olsun. Bütün insanlığı kuşatan dil de zaten İslam'ın dilidir. Platformu
bu amaçla kurduk. Amacımızı bilimin, kültürün ve sanatın diliyle gerçekleştirebilirdik. Bakın, çeşitli milletlerden insanları bir araya toplayalım ve sanatın gerçek gücüyle onlara bir müzik dinletelim, hepsinin kalp ritminin Allah diye atmaya başladığını görürüz. Kim olursa olsun bu böyledir. O ritim, zikirdir çünkü.

Kudüs Platformu'nda neler yapıyorsunuz?


Önce kendi aramızda neler yapabiliriz diye düşündük. Sempozyumlar yapabiliriz dedik çünkü bilgiye ihtiyacımız var, bilgisiz olmaz. Yine resim ve müzik gibi kültürel etkinlikler yapabiliriz dedik. Osmanlı arşiv çalışmaları yapalım dedik, bunlar önemli şeyler çünkü. Bir Kudüs kitaplığı oluşturma projesini düşündük. Bu projeleri yaparken bir yandan da Cumhurbaşkanlığı'nın himayesine mazhar olduk, bu da önemli bir destekti bizim için. Beş büyük projeyle yola çıktık, sempozyumu, Tuluyhan Uğurlu ve Filistinli Miraç grubunun konserini gerçekleştirdik, ileride de belgesel projemiz var. Diğer çalışmalarımız için genç arkadaşlarımız geceli gündüzlü çalışıyor. Kudüs Platformu bizim için de bir mektep olsun dedik ve genç kardeşlerimizle hepimiz bu ortak anlayışta birleşerek çalışmaya başladık. Bu amaçla zaten 'İrfandan Medeniyete' diye bir dernek kurduk, platformu ona dayandırdık.

Kendi tarihimize sahip çıkmak açısından arşiv çalışmaları çok önemli. Sizin bu çalışmanız ne durumda, buna ulaşabilecek miyiz bitince?


Tabii ki ama kendi imkânlarımızla başarmamız mümkün değil. Çok sayıda belgenin bulunduğu Osmanlı dönemi arşivi için sponsorlar arıyoruz. Bir kısmını toparladık diyebiliriz ama daha çok eksik var çünkü geniş bir çalışma olacak. Burada bize destek olan sayın Cengiz Tomar hocamızın ismini de zikretmek istiyorum; gerçekten sadece bir akademisyen çerçevesinde kalmadı, bir gönül insanı olarak, bir Kudüs sevdalısı olarak yanımızda yer aldı. Hepimiz aynı heyecanla yola çıktık, o da bizimle birlikte bu kervanın yolcusu oldu, kendisine minnettarız.

Peki, Kudüs'teki Osmanlı ve genel olarak İslam eserlerinin durumu nedir?

Kudüs'e gidince Osmanlı'yı İstanbul'da hissettiğimizden daha çok hissediyorsunuz. İstanbul'daki Osmanlı, gökdelenlerin gölgesinde kaldı maalesef. Ama Kudüs'e gidince bir Osmanlı şehrinde dolaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Yani doğal doku duruyor. Tabii eserler ne kadar korunabilecek bu da önemli, bunların üzerinde de ciddi ciddi düşünmek lazım. Bir köşe başında gördüğümüz çeşme aynı hali ile muhafaza edilecek mi ondan emin değiliz ama şu ana kadar yaşamış, düşünün işte kilisede bile yine Osmanlı mührü var, anahtarı Osmanlı'da. Bu durumları çok yaşıyorsunuz Kudüs'te. Tabii nasıl ve neyi hissettirdiği de çok önemli. Osmanlı yıkmamış, imar etmiş. Bunu dünyaya duyurmak zorundayız. Haçlılar gelip taş taş üstünde bırakmadan şehri yok ederken Osmanlı, Hz. Ömer'den beri gelen ahlak ile asla yıkım yapmamış, hep imar etmiş. İmar etmek, insanların gönlünü hoş etmek, huzurunu sağlamak demek… Onun için Osmanlı asırlarca kalmış orada.

Mescid-i Aksa her dinden insanın geldiği, adeta mahşer gününü andıran bir yapıya sahip, o hali biraz anlatır mısınız?

Ayet-i kerime ile zikredilmiş bir yerin muhakkak ki anlam derinliği çok katmanlıdır. Aksa'nın o anlam derinliklerine ne kadar erişebiliriz, bilgiden manaya ne kadar geçebiliriz, bunlar kişinin istidadı ile ilgili konular ama ortak bir şey var ki; Aksa insana heyecan veriyor. İlk gördüğümde söylediğim şuydu: Burada Allah'ın Hayy esması çok güçlü hissediliyor. Bir diriliş uyarısı var, onu hissettiriyor. Silkeliyor insanı, Yaratıcısı ile insan arasındaki o müthiş bağı hatırlatıyor insana. Rabbi ile olan irtibatını hatırlatıyor. O bakımdan insanın eşrefi mahlûkat olma özelliğini ve kim olması gerektiğini çok yoğun duyuran bir yer Mescid-i Aksa. Tabii ki Resûl-i Ekrem Efendimizin hadisi şeriflerine mazhar, aynı zamanda Allah, o toprağın bereketine vurgu yapıyor. Bu bereket hangi anlamları yüklenmiş, onu mana ehli daha derin kavrayabilir ama belli ki o topraklarda sadece maddi bir bereket yok. İnsanların mana olarak da çok derinleşmesini besleyen bir yapısı var. Orada sabah namazında insanlar sessizce Aksa'ya doğru koşar adım ilerlerken taş merdivenlerdeki tıkır tıkır ayak sesleri sanki Kudüs'ün var oluş hikâyesini anlatıyor. Bütün bunlar sizi çok derinden etkiliyor. Aksa'nın seması da öyle, sesi de öyle, camileri de öyle. Mescid-i Aksa'ya giden boş dönmez.

O hikâyelerden aklınızda kalan var mı hiç?


Tabii. Mervan Mescidi var orada. Caminin tamir edilmesi, blok taşlarının yerleşmesi lazım ama İsrailliler taşları içeri sokmuyorlar. Bir Cuma namazından sonra imam herkesin yerinde kalmasını söylüyor ve bu taşlar taşınacak diyor. Cemaat İsraillilere hissettirmeden elden ele o taşları camiye taşıyor. Koca koca blok taşları binlerce kişi yan yana durarak taşıyorlar. Vinçlerin yapamadığını yapıyorlar. Bu müthiş bir olay. O taşları gidince görürsünüz inşallah. İşte böyle hikâyelerle dolu oralar. Onun için Kudüs eninde sonunda manevi kimliğine kavuşacaktır, bundan hiç şüphem yok. Çünkü sadece o taşların hikâyesi bile bunun geleceğini hazırlamıştır. Yeter ki biz gayret edelim ve niyetlerimizi birleştirelim. Dünyaya da sesini duyuralım, dünya da nasiplensin.


Çok teşekkür ederiz.

Belkis İbrahimhakkıoğlu Kimdir?

Meşhur âlim ve mutasavvıf Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin torunlarından olan yazar, 1950'de Erzurum'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini bu şehirde tamamladıktan sonra yüksek öğrenimi için İstanbul'a geldi ve İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. Çok küçük yaşlarda tasavvufî ve edebî sohbetlerin yapıldığı meclislerde bulundu. Ruh dünyasının gelişiminde şair ve hattat olan babası Hakkı İbrahimhakkıoğlu'nun büyük etkisi oldu. Türk Edebiyatı Vakfı'nda merhum Ahmet Kabaklı ile birlikte çalıştı. Türk Edebiyatı dergisinin yazı işleri müdürlüğünü ve vakfın yönetim kurulu üyeliğini yaptı ve halen bu görevlerini sürdürüyor. Yeni Şafak başta olmak üzere birçok gazete ve dergide yazı ve röportajları yayınlandı.

BİZE ULAŞIN