Dinler Tarihi konusunda Türkiye'nin en yetkin bilim adamlarından biri olan Prof.Dr.Ömer Faruk Harman ile Kudüs'ün tarihi ve bütün dinler açısından önemi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Kudüs'ün milattan önceki tarihinden 1917 yılında İngiliz mandasına kadar başından geçen olayları anlatan Harman, Kudüs'ün bugün dahi öneminden hiçbir şey kaybetmediğine dikkat çekti.
Öncelikle Kudüs'ün önemi ve isminin nereden geldiği üzerine bir soru ile başlayalım isterseniz?
Kudüs'ün üç ilahi din açısından da kutsal bir şehir olduğunu belirtelim evvela. Tabii kronolojiye bakacak olursak önce Yahudilik,
sonra Hıristiyanlık ve en son da İslamiyet açısından önemli bir şehir. Yahudilik, Hz. Musa'nın tebliğ ettiği dine kendisinden altı asır sonra verilen
isimdir. Hz. Musa kendi tebliğ ettiği dine Yahudilik demedi, bu adlandırma Babil esareti sonrasında olmuştur. Pers Kralı Sirus'un Babillileri yenip Yahudileri özgür bırakarak onların Kudüs'e yerleşmelerine izin vermesinden sonra Yahudiler, Kudüs merkez olmak üzere Yehuda bölgesine yerleştiler. Babil esareti sonrasında Yehuda bölgesine dönen Yahudileri Kuran'daki adıyla Uzeyr, Eski Ahit'teki adıyla Ezra, kaybettikleri kutsal kitapları ile tekrar buluşturdu. Dolayısıyla dinlerine ve kitaplarına yeniden kavuşan Yahudiler bu inanca, Yehudalıların inancı anlamına gelen Yahudilik demeye başladılar. İşin özüne bakar ve meseleyi Hz. Musa ve ona verilen kutsal kitap Tevrat'tan başlatırsak Kudüs şehrinin, şehir olarak Tevrat'ta geçmediğini söyleyelim evvela. İbranicede Kudüs şehrinin adı Yeruşalayim olarak geçer. Batı dillerine de 'Jerusalem' diye geçmiştir. Bu kelime 'selamet şehri', 'barış şehri' anlamına geliyor. Tevrat'ı Arapçaya çeviren meşhur Yahudi bilgini Sadi Gaogon, Yeruşalayim kelimesini Medinetü's Selam; 'barış şehri' veya Darüsselam; 'selamet ve barış yurdu' diye çevirmişti. Tevrat'ta bu şehir 'Salemin Şehri' olarak da geçiyor.
Yahudiler bugün Kudüs diye bildiğimiz bölgeye nasıl girdiler peki?
Hz. Musa da ağabeyi Hz. Harun da Tevrat'taki vaat edilmiş olan topraklara giremedi. Yani Mısır'dan çıkan ve belli bir yaşın üzerinde olanlar buraya
giremediler. Bunun da bir hikmeti var tabii. 40 yıllık çöl hayatında özgürlüğe doğan, köleliği hiç yaşamamış yeni nesillerle bu topraklara girildi. Hz.Musa'dan sonra başa geçen Yeşu -Hz. Yuşa- vaat edilmiş topraklara ayakbastı ilk olarak. Yeşu, İsrailoğullarının 12 kabilesinin sevk ve idaresini yaptı. Yeşu liderliğinde başlayan vaat edilmiş topraklara giriş mücadelesi tam 200 yıl sürdü. Yeşu'dan sonra başa geçenler de bu mücadeleyi sürdürdüler. Nihayet başa geçen Peygamber Samuel'e; "Savaştığımız her kavmin başında kral var, bize bir kral tayin et de savaşta başarılı olalım" diye bir talepte bulundu İsrailoğulları. Samuel de onlara Saul'u -Kuran'daki adıyla Talutkral olarak tayin etti. Talut'a krallığı yakıştıramadılar ama o görevini yaptı. Talut'tan sonra işin başına Hz. Davut geçti. Hz. Davut'un iş başına geçişi M.Ö 1010 tarihlerine tekabül ediyor. 40 yıl krallık yaptı Hz. Davut. Bunun yedi yılını Hebron'da (Arapçada el-Halil kenti), 33 yılını da fethettiği Kudüs'te geçirdi. İşte Kudüs'ün Yahudiler açısından sahneye esas çıkışı da Hz. Davut vasıtasıyla oldu. Daha önce Yabusilerin elinde bulunan Kudüs'ü Hz. Davut fethetti ve devletin merkezi yaptı. Böylece İsrailoğulları göçebelikten yerleşik hayata da geçmiş oldular. Yerleşik hayata uygun olarak bir devlet yapılanmasına gidildi, mali ve askerî sistemler kuruldu. Başkent olarak da Kudüs ilan edildi. Hz.Davut, Kudüs'ü fethettikten sonra burada kendisi için de bir saray yaptırdı. Yahudiler için çok kutsal olan Ahit Sandığı'nı geçici bir süre için bir yere naklettirdi.
Bu arada nedir bu Ahit Sandığı dedikleri şey? Adını çokça duyuyoruz,Yahudiler için ne anlama geldiğinden bahsedebilir misiniz biraz?
Ahit Sandığı'nda Tevrat nüshası veya Hz. Musa'ya Allah tarafından verilen 10 Emir'in yazılı olduğu taş tabletin bulunduğu nüsha saklanıyordu. Tanrı'nın o sandıkta tecelli ederek peygamberi ile görüştüğüne ve ona vahyini bildirdiğine inanılıyordu. Bütün bunlardan ötürü bu sandık, Yahudilikte son derece kutsaldı.
Bir de meşhur Süleyman Tapınağı var…
Evet. Az evvel Hz. Davut'un Kudüs'ü fethiyle Yahudilerin yerleşik hayata adım attığından ve kendisine bir saray inşa ettirdiğinden bahsetmiştik. Hz.Davut burada Tanrı'ya dair de bir mabet inşa etme fikri geliştirdi. Bunun için malzemeleri ve mabedi inşa etmek istediği araziyi satın aldı. Bugünkü Kubbet'ü-Sahra ve Mescid-i Aksa'nın bulunduğu lokasyonu kapsayan bir alandı satın aldığı yer. Sonrasında tam mabedi inşa etmeye başlayacağı sırada, "Ey kulum Davut, sen çok savaş yaptın çok kan döktün, kana bulanmış elinle benim mabedime dokunma. Bu mabedi oğlun Süleyman yapacak" manasına gelecek bir vahiy aldı. Bunun üzerine Hz. Davut mabedi yapma işini oğlu Hz. Süleyman'a devretti. Hatta kendi sağlığında oğlu Süleyman'ı tahta geçirdi. Hz. Süleyman babası Davut'un hazırladığı yerde Süleyman Mabedi'ni inşa ettirdi. Bu mabedin adı İbranicede 'Bet Ha Mikdaş'tır. Arapçada ise tam karşılığı 'Beytü'l Makdis' yani kutsal mabet demektir. Batı dillerinde ise 'temple', yani tapınak diye bilinir.
Mabedin yapısı ve Yahudiler için önemi hakkında neler söyleyebilirsiniz peki?
Bu mabet, bugün Kudüs'te içinde Kubbet'ü-Sahra ve Mescid-i
Aksa'nın da bulunduğu ve Harem-i Şerif diye bildiğimiz 144 dönümlük arazinin içine yapıldı. Mabedin yapımı sırasında sayıları 50 ila 70 bin arasında işçinin çalıştığı söylenir. Bu sayı Tevrat'ta da geçer. Bu işçilerden bir kısmı taş ocaklarında taş yontarak bir kısmı da dağlardan ağaç keserek mabedin yapımında çalıştılar. Bu yoğun çalışmalar sonrasında mabet yedi yılda tamamlandı. Süleyman Mabedi'nde bir dış avlu, bir iç mekân ve iç mekânın içerisinde Kutsü'l Akdes, yani 'kutsallar kutsalı' denilen bir oda vardı. İşte az evvel bahsettiğimiz Ahit Sandığı da mabedin inşası tamamlandıktan sonra törenle yapının merkezini oluşturan bu odaya getirildi ve baş Kohenlerin ilahileriyle, dualarıyla buraya konuldu. Mabedin en kutsal yeri bu odaydı. Yahudi elakkisine göre yeryüzünün en kutsal bölgesi Filistin bölgesidir. Filistin bölgesinin en kutsal yeri Kudüs'tür. Kudüs'ün en kutsal yeri Süleyman Mabedi'dir. Mabedin en kutsal yeri de bu kutsallar kutsalı dediğimiz odadır. Bu oda bugün Kubbet'ü-Sahra'nın örttüğü büyük kaya kitlesinin tam üzerine denk gelmektedir. Hacer-i Muallak diye bilinen bu kaya kütlesi Yahudiler için çok önemlidir. Çünkü burası onların inanışlarında kâinatın merkezi olarak telakki ediliyor. Bunun dışında yine Yahudi inancına göre, Hz. İbrahim oğlu İshak'ı bu kaya üzerinde kurban etmek istemiş. Buna binaen Yahudi dinine göre kurban ibadeti ancak Kudüs'teki mabette gerçekleşebilir. Kurban kesimi de ancak ve ancak mabetteki din adamlarının refakatinde olabiliyor. Bir de Yahudilikte sadece erkeklere farz olan Hac ibadetinde her Yahudi erkeğinin Kudüs'teki mabette ispat-ı vücut etmesi lazım. Yani Süleyman Mabedi sadece orada Ahit Sandığı olduğu için değil, Yahudiliği Yahudilik yapan temel dini esasların tatbik edilmesinde çok önemli bir fonksiyon icra ettiğinden ötürü de Yahudilerin esas dini merkezlerinden biridir.
Günümüzde hâlâ varlığını sürdüren Ağlama Duvarı, Süleyman Mabedi'nden arta kalan bir yapı değil mi?
Evet. Hz. Süleyman'ın vefatından sonra ülke, kuzeyde İsrail Krallığı güneyde ise Yehuda Krallığı olmak üzere ikiye bölündü. Yehuda Krallığı ve mabet, M.Ö. 587'de Babil Kralı Buhtunasır tarafından yıkıldı. Yahudiler 538'de Babil esaretinden kurtulunca mabedi yeniden yapmaya kalktılar. Bu dönemlerde Pers Kralı Daryus'un da katkısı ve yardımıyla M.Ö.515'te mabet ikinci kez inşa edildi. İkinci kez yapılan mabet, M.Ö. 20 yıllarında Yahudi kökenli olan ve Romalılar tarafından kral olarak atanan Hirodes tarafından genişletildi ve mabedin çevresine kuşatma duvarı çekildi. İşte bugün Ağlama Duvarı diye bildiğimiz duvar, M.Ö. 20'li yıllarda bölgenin Yahudi kökenli kralı Hirodes tarafından mabedin genişletilmesi çalışmaları esnasında mabedin çevresine çektirilen kuşatma duvarının batı yönünden günümüze kalan kalıntısıdır. Yahudiler buraya Batı Duvarı adını verirler. Batılılar ise Yahudilerin yıkılan mabetleri için döktükleri gözyaşlarından ötürü buraya Ağlama Duvarı derler aslında.
Müslümanlar da bu noktayı Burak Duvarı diye isimlendiriyorlar bildiğim kadarıyla…
Çünkü Peygamber Efendimizin Miraç hadisesinin buradan gerçekleştiğine inanılıyor. Biliyorsunuz Efendimiz, Burak adlı bir binekle Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya getirildi. Bugün Burak Duvarı diye bildiğimiz yere bağlandı Efendimizin bineği. Hatta bugün Burak'ın oraya bağlandığını işaret eden bir halka olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda bundan ötürü tam olarak o noktada Burak Mescidi diye bildiğimiz mescit de var. Müslümanlar tarafından yapılan bu adlandırma İsra ve Miraç mucizesiyle bağlantılıdır özetle.
Peki, mabet bir daha yapılabildi mi?
Hayır yapılamadı. Çünkü Pagan Roma İmparatorluğu Yahudilere karşıydı. Roma İmparatorluğu M.Ö. 63 yılından M.S. 637 yılına kadar bölgeye hâkimdi. Yahudiler Roma'ya karşı sürekli olarak ayaklandıkları için çok ciddi bir baskıya maruz kalıyorlardı. M.S. 68 yılında bir Yahudi ayaklanması oldu. Bunun üzerine iki yıl süren bir Roma kuşatmasına maruz kaldı Kudüs. 70 yılında Titus önderliğindeki Roma ordusu, Kudüs'e girerek burayı yakıp yıktı ve ikinci kez yapılmış olan mabedi yerle bir etti. Yahudilerin bir kısmını da bölgeden sürdü. 132 yılında yine bir Yahudi ayaklanması oldu Kudüs'te. Üç yıl boyunca Roma'ya karşı savaşan Yahudiler kimi yerleri Roma'nın elinden almayı başardılar. 135 yılında Roma İmparatoru Hadriyanus bu ayaklanmayı bastırdı ve Mesih iddiasıyla ortaya çıkan Şimon Kohba öldürüldü. Bu ayaklanmadan sonra Roma, Yahudileri Filistin bölgesinden kesin olarak kovma kararı aldı. Rivayete göre Medine Yahudileri 70 ve 135 yılında Filistin'den Romalılarca kovulan veya kaçan bu Yahudilerin torunlarıdır. Bütün bu sebeplerden ötürü mabedin bir daha yapılabilmesi mümkün olmadı. Bu arada Hadriyanus Kudüs'e
pagan Roma'nın baş tanrısı Jüpiter adına Ailia Capitolina diye bilinen bir de tapınak inşa ettirdi. Roma 380 tarihinde Hıristiyan olunca bu pagan tapınağı yıktırdı. Hz. İsa henüz hayattayken Matta İncili'nden öğrendiğimize göre mabedi göstererek, "Bu gördüğünüz yapıdan taş üstünde taş kalmayacak" dediğini biliyoruz. Hz. İsa'nın bu sözünün ondan bir hayli sonra gerçekleştiğini görüyoruz.
Hazır Hz. İsa'dan bahsetmişken biraz da Hıristiyanlar için Kudüs'ün öneminden konuşalım isterseniz…
Kudüs, Hıristiyanlar için de önemli dinî merkezlerden. Çünkü Hz. İsa'nın hayatı bu bölgede geçti. Hz. İsa, ömrünün büyük kısmını Kudüs'te geçirdi. Paskalya Bayramı'ndan önce, Kidron Vadisi'nde bulunan Gethsemane Bahçesi'nde Yehuda İskaryot'ın kendisini ihbar etmesi üzerine yakalanıp sorgulandı. Yahudiler Hz. İsa'nın kendi inançlarını bozduğunu düşünerek onun ortadan kalkmasını istiyorlardı. Yahudilerin kışkırtmaları sonucu
Hz. İsa, dönemin Kudüs'teki egemen gücü Roma tarafından çarmıha gerildi. İşte İsa'nın çarmıha gerildiği yerde inşa edilen Diriliş Kilisesi -ki bu kilise daha sonradan Hıristiyan olan Roma tarafından 4'üncü yüzyıla inşa edildibugün Hıristiyanlar için en kutsal yer. Hıristiyanların, Hz. İsa'nın
çarmıha gerildiği, öldüğü, musalla taşına yatırıldığı, defnedildiği ve üç gün sonra dirildiğine inandığı mekân burası. Kilisesinin ana kapısından içeri girdiğinizde hemen karşınızda bir musalla taşı vardır. Burayı ziyaret eden Hıristiyanları göreceksiniz; o mermeri öpenler, yüzünü, eşyasını sürenler, mesh edenler… Gömüldüğü yer, dirildiğiyer… Hıristiyanlık Hz. İsa üzerinde kurulu olduğu için Hz. İsa'nın hayatında Kudüs'ün yeri, Hıristiyanlar
açısından Kudüs'ün önemini bize gösteriyor aslında.
Müslümanlar için önemine gelirsek…
Kudüs Müslümanlar için de kutsiyeti olan bir şehirdir. Bir kere Peygamber Efendimizin Miraç mucizesi buradan gerçekleşmiştir. Bu hadise, Kuran-ı Kerim'de de anlatılır biliyorsunuz. Efendimiz bir gece vakti Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürülmüş, buradan semalara çıkmış, döndüğünde enbiya-ı kirama imamlık yapmıştır. Bu arada Kuran-ı Kerim'de Kudüs isminin şehir manasında değil ama Kudüs bölgesinin 'arz-mukaddes' ve Mescid-i Aksa olarak geçtiğini belirtmekte fayda var. Hatta bir dönem Müslümanlar şehre sırf bundan ötürü Mescid-i Aksa demişlerdir.
Kudüs ilk olarak ne zaman Müslümanların hâkimiyetine girdi? Kudüs'te hangi İslam devletleri hüküm sürdü, ne gibi mücadeleler yaşandı tarih boyunca?
İlk olarak Hz. Ömer zamanında fethedildi şehir. Sonra Emevîler,Abbasiler, Eyyubîler, Memlükler ve Osmanlılar… 1095'te Papa II.Urban, Fransa'nın Clermont şehrinde Kudüs'ü -onların tabiriyle-"Kâfir Müslümanlardan kurtaralım" diyerek Avrupa'da ordu topladı. 1099'da Haçlılar Kudüs'ü aldı ve Haçlılar oraya girince sadece Müslümanlara değil Yahudilere de katliam yaptılar. Batılı tarihçilerin ifadesiyle insan cesetleri ve kan gölü, atların üzengilerinin seviyesine kadar geldi. 1187'ye gelindiğinde ise Kudüs'ü Haçlıların elinden Selahaddin Eyyubî kurtardı. 1516'nın Aralık ayının son günlerinde Yavuz Sultan Selim Han, Memlûklerden aldı Kudüs'ü.Şehir 1517'den 1917'ye kadar kesintisiz Osmanlı hâkimiyetinde kaldı. Müslümanların Kudüs'e hâkim oldukları dönemde şehir, tarihinin en huzurlu dönemlerini yaşadı diyebiliriz. Özellikle 1517-1917 tarihleri arasında Osmanlı hâkimiyetinde kalan şehir; kanın hiç dökülmediği, herkesin dini, mali, hukuki özgürlükleriyle yaşadığı en çatışmamız dönemlerini yaşadı. 1917'de I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı mağlup addedilince Kudüs ve Filistin bölgesi İngiliz mandasına devredildi. İngiliz Ordu Komutanı General Allenby, bir aralık ayında şehre girdi ve Selahaddin Eyyubî'nin sandukasına gidip tekmeleyerek; "Bak Selahaddin yine geldik" dedi. 1187'nin intikamını 1917'de almış oldular böylece.
Günümüzde Yahudilerin ve İsrail devletinin Kudüs'teki en büyük gayesi nedir?
Yahudilerin bugün en büyük özlemi Süleyman Mabedi'nin yeniden ihyası ve inşası ve bununla birlikte mabede ait ritüellerin yeniden tesis edilebilmesidir. Harem-i Şerif'te onların kutsal kitaplarındaki ölçülere uygun bir Süleyman Mabedi'ni inşa etmek istiyorlar. Bunun gerçekleşebilmesi için de Kubbet'ü-Sahra ve Mescid-i Aksa'nın yıkılması gerekiyor, oranın ayıklanması ve Süleyman Mabedi'nin temellerinin ortaya çıkarılması gerekiyor. Yahudiler; "Bizim mabedimiz yok. Mabedimiz olmadığı için kurban kesemiyor, ibadet yapamıyoruz, hac görevimizi yerine getiremiyoruz" diyorlar. Bu da diğer Yahudilerin, mabedin yapılmasını arzu etmesini teşvik ediyor. Bu işin modern zamanlardaki kökleri ise 19'uncu yüzyılın sonlarına uzanıyor. Avusturyalı Yahudi Theodor Herzl'in, 1896'da Yahudi Devleti diye kaleme aldığı bir kitap var. Aynı adam 1897'de I. Dünya Siyonist Kongresi'ni topladı ve 19'uncu yüzyılda Avrupa'daki antisemitizm hareketinin temelinde de bu vardı. Avrupa'daki Yahudileri rahatsız edelim ve Filistin'e göç etme mecburiyetini hissetsinler üzerine bir kurgulama yaptılar. Rockefeller ve diğer Yahudi zenginleri vakıflar kurdular ve göç edenlere orada yer almaları için imkân verdiler. Çok para vererek gariban Filistinlilerden yer aldılar ve sonra oralara eğlence yerleri kurdular. Böylece Filistinlilere verdikleri paraları başka bir yolla geri aldılar. İsrail devleti, kurulduktan sonra toprakların işlenmesi için ağır vergi şartları koydu. Bu adamların elinde imkân yok, toprağı işletemiyorlar diyerek devlet bu yolla toprakları da ellerinden aldı. Devletin resmi politikası olarak Filistinlilerin topraklarını ellerinden aldılar ve iskân mahalli yaptılar. Aslında bu yapılanların esas sebebi az önce de vurguladığımız gibi Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa edebilmek. 1948'de kurulan İsrail devleti, 1967'de Altı Gün Savaşları'yla Ürdün'de bulunan Kudüs'ün doğu kesimini de aldı ve burayı başkent ilan etti ama mabedi yapmadı. Bunun iki sebebi var; birinci sebebi İslam dünyasının tepkisinden çekinmesi ama İslam dünyasının böyle bir tepki göstermesi çok mümkün değil gibi görünüyor. Çünkü Kudüs hakkında bir şey bilmiyoruz, bilmediğimiz bir şeyi nasıl savunacağız? İkincisi ise, Yahudilerin bir kısmının; diasporadaki Yahudileri Filistin'de toplayacak ve orada hâkim kılacak, sonra da Yahudi hâkimiyetini dünyaya teşmil edecek kişi olarak bekledikleri Mesih'in geleceğine inanmaları. 1948'de devleti kuranlar laik ve sosyalist Siyonistlerdi esasen. Onun için bugün İsrail'de Yahudi devletini meşru saymayan Yahudi gruplar ve cemaatler var. Bugün devlet mabedi yapacak olsa o gruplar; "Bu Mesih'in işiydi, sen neden müdahale ediyorsun" diyerek kabul etmeyecekler bu durumu.
Son olarak şunu sormak istiyorum; "Tanrı'yı kıyamete zorlamak" diye bir tez var. Bazı Hıristiyan ve Yahudi inanışlarında bu teze göre bir planlama yapıldığı söyleniyor dünyaya dair. Bu tezin mahiyeti nedir?
Yahudi inancında kıyamet alametlerinden birisi Mesih'in gelecek ve kötülükle mücadele edecek olması. Sonra yeryüzünde Kudüs merkez olmak üzere 1000 yıl sürecek olan bir krallık kurulacak. Binyılcılar diye bildiğimiz bunlar işte. Ama Mesih'in gelmesine takaddüm eden dönemde yeryüzü karışacak, savaşlar olacak. Hıristiyanlar da Hz. İsa'nın tekrar gelişini bekliyor. Aynı şekilde o da Deccal ile savaşacak ve Mesihî krallık kurulacak. Bu krallıkta, "Kurtla kuzu yan yana olacak, zulüm olmayacak" gibi inanışlar mevcut. Marksizm'deki ideal komün toplumu gibi. Yeryüzü cenneti kurulacak ve sonrasında kıyamet olacak. İşte Tanrı'yı kıyamete zorlama noktasında bir Yahudi ile Hıristiyan birleşiyor ama ikisine göre de bekledikleri kurtarıcının gelmesi için ortamın karışması lazım. Burada özellikle Hıristiyan itikadı açısından önemli bir noktayı vurgulamak gerekiyor. Hz. İsa'nın doğum yerinin tam olarak neresi olduğuna dair yıllardır süregelen bir tartışma var. Kimilerine göre Kudüs'ün 10 km güneyindeki Beytülhalim'de kimilerine göre ise Nasıra'da doğmuştur Hz. İsa. Bazı İncillerde Hz. İsa'nın doğum yeri Nasıra olarak geçerken iki İncil'de Beytülhalim olarak belirtiliyor. Neden Beytülhalim peki? Çünkü Yahudi inancına göre beklenen Mesih'in Davut soyundan olacağı ve Beytüllahim'de doğacağına inanılıyor. O yüzden Matta ve Luka İncillerinde Hz. İsa'nın Hz. Davut'a kadar uzanan şeceresi var. Bu şecereyi koymalarının sebebi de bu aslında.
Teşekkür ederiz.
ÖMER FARUK HARMAN KİMDİR?
1950 yılında Bilecik Söğüt'te doğdu. 1968'de İstanbul İmam-Hatip Okulu'nu, 1969'da Pertevniyal Lisesi'ni bitirdi. 1972 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nden, 1973'te İÜ Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nden mezun oldu. Memuriyete 1974 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nde kütüphane memuru olarak başladı. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nde Yüksek İslâm Enstitüsü'ne 1977 yılında asistan olarak atandı. 1983 yılında M.Ü Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde "Dinler Tarihi Açısından Şehristânî ve el-Milel ve'n-Nihal" adlı çalışmasıyla doktor oldu. 1988'de doçent, 1994'te profesör unvanını aldı. 2005 yılında Paris Büyükelçiliği Din Hizmetleri Müşavirliği görevine naklen atandı. 2009 yılında fakültedeki görevine geri döndü