İnsani kalkınma yaklaşımının giderek güç kazandığı günümüzde İbn Haldun’un ekonomik yaklaşımının modern dünyaya verebileceği mesajların sayısı hiç de az değil. Bugün ekonomi alanında vurgulanan ‘rekabetçi üstünlük’ kavramı, toplumların üretim süreçleriyle ilgili yenilikler yapabilme kabiliyetlerini, refah farklılıklarının temel sebebi olarak gösterir. Bu yaklaşım da İbn Haldun’un çizdiği perspektifle fazlasıyla uyum içerisindedir.
Son birkaç yüzyılda sömürgeci rekabet, sanayi devrimleri, oligarşik kapitalizm ve ekonomik bağımlılık ağları üzerinden gelişen küresel ekonomik sistem, neoklasik-neoliberal ideolojiler ile de desteklenip oldukça soğuk, ruhsuz ve teknik bir alan haline geldi. Ekonomi ile ilgili bilimsel çalışmaları; siyaset bilimi, tarih, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, dinî bilimler gibi alanlardan soyutlayıp adeta fizik gibi bir pozitif alan haline getirmeye çalışan Batı projesinin büyük ölçüde başarılı olduğu görülüyor. Günümüzde ekonomi alanında önde gelen pek çok akademik dergi matematik formülleri ile dolu ekonometri ve istatistik çalışmalarına ağırlık verirken; bu dergilerin ekonominin siyasal, tarihî, sosyal, ahlaki uzantılarından uzak durmaları kesinlikle tesadüf değil. Farklı sosyal bilim alanlarında profesörlüğe kadar yükselmiş birçok uzmanın ekonomik konulara 'bulaşmaktan' ısrarla çekinmesi ve sözlerine "ben bir ekonomist değilim ama" diyerek başlama ihtiyacı hissetmesi de aynı şekilde... Bugün bir anlamda ekonominin diğer bütün sosyal bilimlerden ve ahlak nosyonlarını içeren dinî alandan etkili bir biçimde izole edildiğini gözlemliyoruz.
Ekonomi ile ilgili bilimsel çalışmalara dair bu gözlemi, ulusal ve uluslararası planda ekonomi uygulamalarına ve piyasaların çalışma biçimlerine de uygulamak mümkün. Neoklasik-neoliberal öğretinin güçlü küresel aktörler ve Bretton Woods kuruluşları gibi uluslararası kurumlarca hızla yayıldığı bir ortamda rasyonel tercih varsayımlarına dayalı, asimetrik bilgi akışlarının olabildiğince devreye girdiği, güçlü kamusal ve özel aktörlerin zayıfları acımasızca ezdiği bir alana dönüşmüş durumda ekonomi. Bütün bu durumların, yeni ve daha insani bir ekonomik paradigmaya temel teşkil edebilecek alternatif yaklaşımların değerini giderek artırdığını söylemekte fayda var.
Tam bu noktada, 14'üncü yüzyılda yaşamış bir dâhi ve Kitâbül-İber'in yazarı İbn Haldun'un görüşleri, modern ekonominin fikri ve pratik problemlerine ışık tutacak nitelikte olması sebebiyle daha fazla önem kazanıyor. Tarihsel ve toplumsal dönüşümleri anlamak için sistematik bir metodoloji öneren ve Kitâbül- İber'e kapsamlı bir giriş olarak kaleme alınan Mukaddime'de geçen iktisadi görüşler, modern dönemin ekonomi anlayışını içinde bulunduğu sığlıktan kurtarıp, onu yeniden etik-ahlak-erdem eksenine yerleştirilebilmesi adına önem arz ediyor.
Sahip olduğu İslami bakış açısı gereği İbn Haldun ekonomi analizine, insanın geçimini sağlamak için fıtratı icabı üretim ve değişim faaliyetleri ile uğraşmak durumunda olduğunu vurgulayarak başlar. Bu anlamda üretim ve ekonomik faaliyet, tabiatları itibariyle Allah'ın emirlerine uygun meşru faaliyetlerdir. İbn Haldun'un ekonomi ile din, ahlak ve erdem anlayışını bir araya getiren ve ticareti reddetmeyen bu yaklaşımı, kendisinden sonra gelen fizyokratlar ve klasiklere kadar devam edecek olan bir düşünce geleneğinin ilk halkası olması açısından önemli. Günümüzde giderek yaygınlık kazanan İslam ekonomisi çalışmalarının da benzer bir gelenekten beslenerek yürütülmesinde büyük fayda var.
İbn Haldun, insan topluluklarında üretim süreçlerinin tek tek bireyler tarafından değil; sosyal bir organizasyon ve örgütlenme sayesinde gerçekleştirildiğini çok erken bir dönemde vurguluyor. Toplumlar yardımlaşma ve etkin işbölümü sayesinde hem kendi zaruri ihtiyaçlarını karşılayabilirler hem de eğitim, sağlık, savunma gibi kamu hizmetlerini karşılayacak 'fazla geliri' elde edebilirler. İbn Haldun'a göre medeni hayatın kaynağı, toplumsal dayanışma ve işbölümü sayesinde meşru yollarla üretilen bu ekonomik fazlalığın düzenli bir şekilde artışıdır. Dolayısıyla İbn Haldun'a göre toplumsal dayanışma (asabiye) ile ekonomik kazanç ve medeni gelişim arasında doğrudan bir ilişki vardır.
Üretim süreçlerinin temel unsuru insan emeğidir
İnsan toplulukları arasındaki yapısal farklılıkların, büyük ölçüde bu toplulukların uğraştıkları ekonomik aktiviteler arasındaki farklılıklardan kaynaklandığını da vurgular İbn Haldun. Bir anlamda altyapı-üstyapı ilişkisi kurarak ekonomik üretim ve değişim biçimlerini belirleyen yapıların toplumsal yapıları, toplumsal yapıların da insanların kişilik ve karakterlerini biçimlendirdiğini savunur. Ancak bunu Marks gibi bir ekonomik determinizm üzerinden yapmaz. Ekonomik ve toplumsal yapıların dinamik bir biçimde karşılıklı etkileşim halinde olduklarını da kabullenir. Daron Acemoğlu ve James Robinson'un birlikte kaleme aldığı Ulusların Düşüşü adlı eserde yer verdikleri ve farklı toplum kesimlerinin ekonomik süreçlere aktif katılımını gerçekleştiren 'kapsayıcı kurumlar', İbn Haldun'un toplumsal ve ekonomik yapılar arasında öngördüğü ideal ilişki biçimini birebir yansıtır.
İbn Haldun'a göre üretim süreçlerinin temel unsuru insan emeğiyken, mal ve sermaye ise insan emeğinin değeri olarak görülmeli. Toplumun kendi içindeki işbölümü, üretim süreçlerinde uzmanlaşma yoluyla toplumlararası bir işbölümüne dönüşür. Ekonomik olarak ihtiyacı hissedilen kabiliyet ve niteliklerini geliştiren toplumlar refah seviyelerini arttırırlar. Günümüzdeki 'içsel kalkınma' yaklaşımlarına benzer şekilde İbn Haldun da ekonomik gelişmenin motorunu, toplumların fikir ve tecrübe açısından insan sermayesini geliştirmesinde görür. İnsani kalkınma yaklaşımının giderek güç kazandığı günümüzde İbn Haldun'un ekonomik yaklaşımının modern dünyaya verebileceği mesajların sayısı hiç de az değil. Yakın dönemde Michael Porter, Paul Romer gibi yazarların da vurguladığı 'rekabetçi üstünlük' kavramı, toplumların düzenli bir biçimde kendilerini yenileyebilme ve üretim süreçleri ile ilgili yenilikler yapabilme kabiliyetlerini refah farklılıklarının temel sebebi olarak gösterir ki; bu yaklaşım da İbn Haldun'un çizdiği perspektifle uyum gösterir.
Ezcümle; insan onuruna saygılı, ahlak ve erdem boyutunu kaybetmemiş, sosyal dayanışma ve medeniyet inşasını hedefleyen adalet ve yenilikçi bir ekonomik paradigma oluşacaksa, duvardaki ilk tuğla yine İbn Haldun'un düşünceleri olacak.