İbn Haldun; Arap milliyetçiliğinin yükseldiği 20’nci yüzyıl başlarında bir Arap milliyetçisi, 1950’li yıllardan itibaren Marksizm’in öncüsü, 1990’lı yıllarda Huntington ve Fukuyama’nın tezlerinin mukayese edildiği bir tarih f ilozofu olarak tartışılmışken, 2000’li yıllarda da ‘Arap Baharı’ denilen sürecin yapısını yüzyıllar önce ortaya koyan bir fütürist olarak tartışılmaya başlandı Arap dünyasında.
Modern Arap dünyasının üzerinde en çok tartışma yapılan İslam düşünürlerinin başında şüphesiz İbn Haldun gelir. Bu konuda yüzlerce kitap ve makale yazılmış, Arap edebiyatında neredeyse bir 'İbn Haldun' literatürü oluşmuştur. Bunun temel sebeplerin başında modernite karşısında Arap dünyasının yaşadığı kimlik krizi gelmektedir. Arap düşüncesinin çöküş devri olarak adlandırılan bir dönemde çağının problemlerini farklı ve yenilikçi bir anlayışla değerlendirdiğinden sosyolojinin kurucu babalarından biri olarak kabul edilen İbn Haldun, Batı karşısında kendisini yenilmiş hisseden modern Arap dünyasında fikirlerine istinad edilen bir değer olarak ortaya çıkmaktadır.
İbn Haldun'un Arap dünyasında bu kadar çok gündemde olmasının bir diğer sebebi de hemen hemen bütün bilimsel buluşların Batılılar tarafından yapıldığı modern dönemde, fikrî mirasının Batı'da da genel bir kabul görmüş olmasıdır. Nitekim Osmanlılar tarafından Mukaddime adlı meşhur eseri şerh ve tercüme edilerek fikirlerinden istifade edilen İbn Haldun, Arap dünyasında ise 19'uncu yüzyılda Batılılar tarafından keşfedildikten sonra tanınmaya başlandı. Geçen yüzyılda Arap dünyasında telif edilen Arap edebiyatı tarihlerinin neredeyse tamamında İslam düşüncesinin, İbn Haldun'un vefat ettiği 15'inci yüzyılda sona erdirilip bütün bir Osmanlı dönemi göz ardı edildikten sonra tekrar 19'uncu yüzyılda başlatılması dikkat çekicidir.
İbn Haldun'un fikri mirasının Arap dünyasındaki serüvenine göz attığımızda ilk olarak vefatının hemen ardından Makrizi, İbn Hacer el-Askalani ve İbn Tağriberdi gibi Memlûk devri tarihçileri tarafından incelenmiş olduğunu görüyoruz. Bu tarihçilerin de aslında Memlûk tarihinin kriz döneminde yaşadıklarını not etmeliyiz. Bu yazının konusu olmamakla beraber bu durumun Osmanlı tarihinde de İbn Haldun düşüncesinin yaygınlaştığı yılların devletin zayıfladığı ve buna bir çare bulunmasının gerekliliğinin önem kazandığı bir döneme denk gelmesinin tesadüf olmadığını not edelim.
İbn Haldun tartışmaları
Memlûklerin 16'ncı yüzyıl başlarında Osmanlılar tarafından yıkılmasıyla birlikte İbn Haldun'u uzunca bir süre unutan Araplar, Osmanlıların krize girdiği ve Arapların Batıdan gelen modernite ile tanışmaya başladığı yıllarda bu büyük düşünürün görüşlerini tekrar hatırlamaya başladılar. 19'uncu yüzyıldan bugüne kadar Arap dünyasında yoğun bir şekilde tartışılan İbn Haldun'un Arap dünyasında zaman içerisinde kabul gören ve yaygınlaşan ne kadar görüş ve ideoloji varsa, bir o kadar da farklı yorumu bulunmaktadır. Belki de İbn Haldun'un düşüncesini bu kadar evrensel yapan şey de budur.
İbn Haldun'u anakronik bir biçimde 'bir Arap milliyetçisi' olarak görenlerin yanı sıra bunun tam aksine 'Arapları aşağılayan Berberi bir müellif' olarak nitelendirenler de vardır. Arap dünyasında İbn Haldun'u kutsayan menkıbevi anlatımların yanı sıra onu yerden yere vuran yaklaşımlar da yaygındır. Çok geniş bir yelpazede yer alan İbn Haldun yorumları dönemin Arap dünyasında moda olmuş bütün ideolojilerini kapsamakta, onu sosyalist olarak değerlendirenlerin yanı sıra onu 'hurafelere inanan bir gerici' olarak nitelendirenler de bulunmaktadır. Arap dünyasında yapılan bazı değerlendirmelerde İbn Haldun'un "Aslında görüşlerini ve teorilerini kendisinden önceki literatürden alıntılayan bir intihalci" ve "Arap milliyetçileri tarafından yaratılan bir mit" olduğu yönünde görüşler mevcuttur. Arap dünyasında İbn Haldun üzerine yapılan günümüzdeki tartışmalar ise daha ziyade İbn Haldun ve adına 'Arap Baharı' denilen süreç üzerine kaleme alınan makalelerde görülmektedir.
Arap dünyasının 'geniş yelpazeli' İbn Haldun okumaları
Memlûkler döneminde Kahire, Şam ve Halep'te gelişen Arapça tarih yazımının ekseni 1517 yılında Osmanlıların Memlûk devletini tarih sayfalarından silmesinin ardından Suriye ve Mısır'dan İstanbul'a intikal etmesi nedeniyle İbn Haldun'un mirası da tabii olarak İstanbul'da tartışılmış ve İbn Haldun, Arap dünyasında 19'uncu yüzyıla kadar unutulmuştur. 19'uncu yüzyılda İbn Haldun'dan bahseden ve ondan etkilenen ilk Arap tarihçisi Cebertî'dir (ö. 1825). Osmanlı'nın Batı karşısında bilimsel/teknolojik, iktisadi ve askeri açıdan geri kalması ve içeride milliyetçiliklerin gelişmeye başlamasıyla krize girdiği bu dönemde Arap milliyetçiliğinin de yükselmesi neticesinde İbn Haldun, Arap dünyasında tekrar hatırlandı.
Özellikle Cemaleddin Afgani'nin (ö. 1897) siyasi düşüncesinde İbn Haldun'un asabiye teorisinin yeri büyüktür. Afgani'ye göre İslam devletlerinin çözülmesinin sebebi asabiyenin zayıflamasıdır. Ona göre İslâm, asabiyeleri zayıflayan Arap kabilelerini birleştirerek çok kısa sürede güçlü devletler kurmalarına sebep olmuştur. Mısır'da Urabî isyanında rol oynayan Abdullah en-Nedim de (ö. 1896) İslâm'ın Batı karşısında gerilemesini, Müslümanların asabiyelerini kaybetmelerine, Avrupa medeniyetinin yükselmesini de onların asabiyelerinin güçlenmesine bağlamaktaydı. En-Nedim, Müslümanların bu mücadeleyi kazanmalarının ancak kendi asabiyelerini tekrar tesis etmeleriyle mümkün olacağını düşünmekteydi.
Arap Dünyasında 20'nci yüzyıl başlarında yapılan hilafet tartışmalarında da İbn Haldun'un siyasi düşüncesinin etkilerini görmek mümkün. Ali Abdürrazık'ın hilafet ve siyaset ile alakalı olarak yazdığı eserinde İbn Haldun'dan izler görülür.
Modern dönemde İbn Haldun'u eleştiren ilk yazar Mısırlı Taha Hüseyin'dir. Bir Mısır-Arap milliyetçisi olan ve Mukaddime'yi anakronik bir gözle değerlendiren Taha Hüseyin, İbn Haldun'un okuduğunu iddia ettiği kitapları görmediğini ve intihaller yaptığını, tarih tezinin yanlış olduğunu, samimi bir Müslüman olmadığını, daima kendi siyasi çıkarlarını önceleyen sihir ve rüyaya inanan bir hurafeci olduğunu, desiselerle dolu bir hayat sürdüğünü ve vatan sevgisi bilmeyen ve mensubu olduğu Arapları aşağılayan bir hain olduğunu ileri sürmekteydi. Taha Hüseyin, İbn Haldun'un asabiye teorisine de eleştiriler getirmiştir. Taha Hüseyin'in ardından pek çok Arap milliyetçisi yazar İbn Haldun'u Arapları aşağılayan bir müellif olarak değerlendirdiler.
İbn Haldun'un diyalektiği
Taha Hüseyin'in aksine yine bir Arap milliyetçisi olan Sati el-Husari ise sosyolojinin kurucusu olarak gördüğü İbn Haldun'un asabiye teorisini Arap milliyetçiliğine uygularken milli bağların bir dereceye kadar din, ancak önemli ölçüde asabiye ile mümkün olduğunu ifade etmekteydi. Sati el-Husari, İbn Haldun'un; "Nesillerin hâllerinde görülen farklılık, sadece geçim yollarındaki farklılıkdan ileri gelir" şeklindeki önermesini de sosyal olayları iktisadi faktörlerle açıklayan Mukaddime yazarının Marks'tan çok önce tarihi maddeciliğin temellerini ortaya koyduğunu ileri sürer. Satı el-Husari, İbn Haldun'u Hobbes'tan üç asır önce 'devlet teorisini'; Durkheim'dan beş asır önce 'sosyal baskı ve zorlama' ilkesini, yine Darwin'den beş asır önce de 'evrim teorisini' ortaya koyan bir filozof olarak vasıflandırır.
1950'li yıllarda Arap dünyasında milliyetçiliğin yanı sıra Marksizm'in yayılması İbn Haldun'un Marksist yorumlarında da bir artışa sebep oldu. Allâl el-Fasi ve Muhammed el-Cizevi gibi yazarlar İbn Haldun'un umran kavramını iktisatla ilişkilendirerek tarihin oluşumunda ekonominin rolünü ilk olarak İbn Haldun'un ortaya koyduğunu iddia ettiler. Modern Arap Marksist yazarlar İbn Haldun'a göre tarihin kanunlara tabi olduğunu, olayların oluşumunda bir sebep sonuç ilişkisinin (diyalektik) bulunduğunu ve İbn Haldun'un görüşüne göre bu ilişkide en önemli rolü ekonominin oynadığını ileri sürdüler. Onlara göre İbn Haldun; "Toplumlar arasında mücadelenin temeli geçim meselesidir" diyerek Vico ve Marks'tan çok önce tarihin açıklanmasında iktisadi ekolü kuran ilk düşünür oldu. Bu Marksist Arap yazarlara göre İbn Haldun tarihi maddecilik ve diyalektiğin öncüsü olup, Marksizm'in temel teorilerinden 'artı değer' ve 'sınıf çatışması', 'burjuvazi' ve 'emekçi sınıfların rolü' gibi kavramları Hegel ve Marks'tan çok önce Mukaddime'de ortaya koymuştu.
Sovyetler Birliği'nin 1990'lı yıllarda çökmesinin ardından ise İbn Haldun'un görüşleri 'medeniyetler çatışması' tezini ortaya koyan Samuel Huntington ile "liberal demokrasi ve serbest piyasa ekonomisinin artık dünyadaki son yönetim şekli olduğunu" ileri süren Francis Fukuyama'nın tezleriyle mukayese edilmekteydi. Son yıllarda ise Ortadoğu'da 'Arap Baharı' adı verilen sürecin başlamasıyla İbn Haldun'un teorilerinin bu minvalde tartışıldığını görmekteyiz.
Yukarıda bir kısmını verdiğimiz örneklerden İbn Haldun'un Arap dünyasında aktüel fikir akımları ve teorilere göre çeşitli okumalara tabi tutulduğu anlaşılmakta. Arap milliyetçiliğinin yükseldiği 20'nci yüzyıl başlarında bir Arap milliyetçisi ve bazen de paradoksal olarak Anti-Arap bir yazar olarak görülen İbn Haldun, 1950'li yıllardan itibaren Marksizm'in öncüsü, 1990'lı yıllarda Huntington ve Fukuyama'nın tezlerinin mukayese edildiği bir tarih filozofu, 2000'li yıllarda 'Arap Baharı' denilen sürecinin yapısını yüzyıllarca önce ortaya koyan bir fütürist olarak tartışılmaya devam ediyor. Sanırım bu da İbn Haldun'un düşüncesinin ne kadar evrensel, çağlar üstü ve enteresan olduğunun en büyük kanıtı.