Batı'nın diğer 'öteki'si olarak: Rusya
Merkezinde Roma Katolik mezhebi ve ona karşı protestoyla ortaya çıkan Protestan mezhebinin yer aldığı Batı Medeniyeti açısından muhtemelen en önemli 'öteki' İslam Medeniyeti olmakla birlikte, çok önemli bir diğer öteki ise Rusya'dır. Batı ve Rus kimliği arasındaki bu ilişki, Rusya'nın iddiasına göre halefi ve varisi olduğu Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'nu ve hatta genel itibarıyla Doğu Hıristiyan Medeniyeti'ni kapsayacak şekilde çok daha eski dönemlere kadar da götürülebilir. Bu bakımdan denilebilir ki İslam'ın ortaya çıkışının öncesinde ve sonrasında, şekillenmekte olan Roma merkezli Batı kimliğinin doğuda önemli bir rakibi ve ötekisi olarak önce Konstantinopolis merkezli Doğu Roma ve sonrasında da Moskova merkezli Rusya kimlikleri vardı.
Batı'nın Rusya ile ve Rusya'nın Batı ile kimlik seviyesinde kurduğu ilişkiler, bazı boyutlarıyla Batı'nın İslam kimliği ile ve Müslüman ülkelerin Batı kimliği ile kurduğu ilişkiye benziyor olsa da bazı diğer boyutlarıyla ciddi biçimde ayrışmaktadır. Batı ve Rus kimliği tartışmalarında belki de yeterince bilinmeyen çok önemli bir husus, bu konuda her iki tarafta da varlığını hissettiren derin görüş farklılıklarıdır. Gerek Batı ülkelerinde gerekse Rusya'da, Batı ve Rusya'nın farklı ve hatta birbirine karşıt birer medeniyete mensup olduğuna inananlar çok ve hatta çoğunlukta olduğu halde, Batı ve Rusya'nın ortak bir medeniyetin parçası olduklarına inananlar da önemli ve siyaseten etkili bir azınlığı oluşturuyorlar.
Batıcı, Slavofil ve Avrasyacı yaklaşımlar
Deli (veya Büyük) Petro'nun radikal Batılılaşma reformlarından itibaren, Rus kimliği tartışmalarına damgasını vuran en derin görüş ayrılığı, Rusya'nın Batı Medeniyeti'nin bir parçası olup olmadığıdır. Bu tartışmada Batılılaşma reformlarının devamına taraftar ve Rusya'nın Batı'nın bir parçası olduğuna inanan grup Batıcı (zapadniki), Rusya'nın Batı'dan çok farklı olarak temeli Ortodoks Hıristiyanlığı ve Slav etnik-kültürel değerleri olan bir kimliği olduğunu savunanlar Slavofil, Rusya'nın Moğol-Tatar ve Ortodoks değerlerinin harmanlanmasıyla ortaya çıkan melez bir medeniyet olduğuna inananlar Avrasyacı olarak adlandırılmıştır. Avrasyacıların diğer ikisinden sonra ortaya çıktığını ve onlara göre çok daha küçük bir taraftar kitlesi olduğunu vurgulamakta fayda var.
Tarihsel olarak Rusya için iki büyük öteki, bir yandan Töton şövalyelerinden İsveç krallığına, Alman yayılmacılığından Napolyon'un işgal girişimine kadar Katolik- Protestan Batı Medeniyeti; diğer yandan da boyunduruğuna girip haraç ödediği Altınordu Hanlığı, Kırım ve Kazan Tatarları ve Osmanlı devletinin temsil ettiği Tatar ve İslam Medeniyeti'dir. Rusya'nın Altınordu ve Tatar boyunduruğundan (Tatarskoe igo) kurtuluşunu Kulikovo Savaşı (1380) ve Kazan'ın işgali (1552); Rusya'nın Batı uygarlığına karşı zaferlerini ise Napolyon liderliğindeki Fransız ordularını mağlup eden Rus ordusunun Paris'i işgali (1812-1815) ve Alman ordularının mağlup eden Rus ordusunun Berlin'i işgali (1941-1945) sembolize eder.
Batı ve Rusya: Din, ırk ve ideoloji üzerinden 'ötekileştirme'
Dini veya mezhepsel farklılığın, Batı ve Rusya'nın birbirine karşıt kimlikler olarak en başından itibaren ayrışmasında rol oynayan birincil etken olduğu iddia edilebilir. Daha öncesinde pagan olan Kiev Rus devletinin hükümdarı Vladimir, Bizans devletiyle kurduğu ilişkiler aracılığıyla 988 yılında vaftiz olarak Ortodoks Hıristiyan mezhebine geçmiş ve halkını da kitlesel olarak Ortodoks Hıristiyan olmaya yöneltmiştir. İstanbul'un IV. Haçlı Seferi sırasında Batı Avrupa'dan gelen Katolik orduları tarafından yağmalandığı örnekte olduğu gibi Katolik ve Ortodoks güçler arasında bazen yoğun sıcak çatışmaya dönüşen ve yaklaşık 1000 yıldır süren bu mezhep mücadelesi, Batı'nın ve Rusya'nın birbirlerine karşı tavırlarının evriminde önemli bir rol oynamıştır. Bizanslı son büyük dük Lukas Notaras'a atfedilen, "Konstantinopolis'te Latin (Katolik) külahı görmektense Türk (Müslüman) sarığı görmeyi yeğlediği" ifadesi, Katolik-Ortodoks çatışmasının derinliğini yansıtması açısından manidardır. İstanbul'un Osmanlıların eline geçmesiyle Moskova Knezliği Bizans'ın mirasını devraldığını iddia etmiş, bu iddiasını destekler mahiyette Çar III. İvan, Paleologo hanedanından Bizans'ın son imparatorunun yeğeni ile evlenmiştir. III. İvan, Bizans İmparatorluğu'nun sembolü olan iki başlı kartalı da Rus İmparatorluğu'nun arması haline getirmiştir. 1917'de Bolşevik Devrimi'yle kaldırılan iki başlı kartal sembolü, Sovyet sonrası Rusya'nın da 1993'ten itibaren resmi arması haline gelmiştir.
Bugün dahi tüm Ortodoksların yaklaşık yarısının Rusya'da yaşadığı göz önüne alınacak olursa, Rusya'nın Ortodoks inancı açısından merkezi önemi daha iyi anlaşılmış olur. İran'ın Şii inancını iç ve dış politikada maharetle araçsallaştırmasına benzer şekilde, Rusya'nın da, devletin resmi politikasının militan ateizm olduğu Sovyet dönemi hariç, Ortodoks inancını iç ve dış politikada maharetle araçsallaştırdığı, Ortodoksların bayraktarı kimliğini sahiplendiği söylenebilir. Her ne kadar Ortodoks kimliği Katolik-Protestan Batı'nın ötekisi olmak için yeterli bir büyük farklılık işlevi görmüş olsa da, "ortak Hıristiyan" kimliğini vurgulayarak Rusya ve Avrupa'nın diğer Hıristiyan ülkelerinin ortak bir kimliği paylaştığını iddia edenler de vardır.
Irk temelli iddialar da tarih boyunca, özellikle de 19'uncu ve 20'nci yüzyılda, Rusya'nın Batı'nın düşman ötekisi olarak kavramsallaştırılmasında kullanılmıştır. Bugün Batı'da pek hatırlanmak istenmese de, Hitler liderliğindeki Almanya, tüm Batı Medeniyeti'nin Slav ırkına karşı savaşını yürüttüğünü iddia ediyordu. Sadece Almanya'da değil İskandinav ülkeleri ve Fransa gibi çoğu Batı Avrupa ülkesinde son derece popüler olan ırkçı kuramlara göre, Slavlar, ancak üstün Aryan ırkına hizmet ve hatta kölelik edebilecek, yaşadıkları geniş toprakları Batılıların kolonizasyonu lehine terk etmesi gereken bir nüfus olarak görülüyordu. Modern tarihin bu en büyük savaşında, Alman ordularının en az 20 milyon Sovyet vatandaşını öldürdüğünü hatırlatmakta fayda var. Alman ordularının doğu cephesindeki korkunç vahşetiyle karşılaştırıldığında, batı cephesinde daha az direniş ve daha çok işbirliği neticesinde nispeten kolaylıkla işgal ettikleri Norveç, Danimarka, Hollanda, Fransa gibi ülkelerde çok daha az şiddet uygulamış olmaları da, Batılıları kendi ırklarından, Rus ve Ukraynalı gibi doğu halklarını ise kendilerinden farklı ve aşağı gördükleri, Slav ırkından kabul etmeleriyle de ilgilidir. Kısacası, Ruslar ırk olarak da Batı'dan farklı görülmüş ve bu doğrultuda muamele görmüştür.
Öte yandan, özellikle 2000'li yıllarda, Putin'i muhafazakâr değerleri ihya ederek Hıristiyan ve beyaz Avrupa'yı kurtarma yolunda ilerleyen bir nevi siyasi mesih olarak gören, Fransa'da Marine Le Pen'den Almanya'da Pegida'ya kadar geniş bir spektrumda Rus hayranlığı besleyen yeni aşırı sağcı hareketlerin olduğunu da vurgulamakta fayda var. Nazizm başta olmak üzere pek çok Batılı ırkçı ideoloji, Ruslar dahil Slavları aşağı bir ırk olarak tanımlayıp öteki kategorisinde sınıflandırırken, günümüzde Arap, Afrikalı ve Asyalılara karşı Batılıların ve Rusların beyaz ırk paydasında buluşarak ortak bir cephe oluşturabileceği düşüncesinin yükselişe geçtiği görülüyor. Sonuç olarak, din ve mezhep konusunda olduğu gibi ırk konusunda da Batı ve Rusya'yı ayıran hâkim söylemlerin yanı sıra, Batı ve Rusya'yı aynı cephede birleştiren bazı söylemler de mevcuttur.
İdeolojik ve siyasi kültürel farklılıklar da Batı ve Rusya arasında karşılıklı ötekileştirmeyi besleyen başka bir boyut olagelmiştir. Çarlık Rusya'sı döneminde Rusya'nın kimliği, Kont Uvarov'un meşhur ifadesiyle "Ortodoksluk-monarşi-milliyet" (pravoslaviye, samoderjaviye, narodnost) olarak özetlenmiştir. Sovyet döneminde, her ne kadar Alman kökenli bir ideoloji olsa da Marksizm ve onun özgün bir yorumu olarak Leninizm, Batı'nın serbest pazara dayanan siyasal ekonomik sistemlerinin karşıtı ve küresel rakibi olarak yeni devletin resmi ideolojisi olmuştur. Sovyet sonrası Rusya da, 'egemen demokrasi' gibi yeni kavramlar aracılığıyla kendi siyasi düzenini Batı'dan ayrıştırmak ve bu ayrışmayı meşrulaştırmak için çaba harcamıştır. Bununla birlikte, özellikle Gorbaçov'un liderliğindeki Perestroyka döneminde neredeyse devlet politikası haline gelen; "ortak vatanımız Avrupa" söylemini ve hatta "Vancouver'dan Vladivostok'a kadar ortak siyasi topluluk" arayışını da unutmamak gerekir. Kısacası, dinsel ve ırkçı söylemlerde de gözlemlediğimiz gibi, ideolojik ve siyasi kültürel söylemlerde de, hâkim eğilim Rusya'yı Batı'nın ötekisi olarak tanımlamak olduğu halde, Batı ve Rusya'yı tek bir cephede birleştirmek isteyen etkin bir Batıcı zümre de mevcuttur.
Rusya'nın 'öteki' olabilme imkânı
Deli (veya Büyük) Petro'nun reformlarından bugüne dek Batıcılar (zapadniki) çok kuvvetli ve etkin bir zümre olmaya devam etmekle birlikte, toplumun genelinde çoğunluğu oluşturdukları veya her dönemde siyasete hâkim oldukları söylenemez. Örneğin Gorbaçov döneminde (1985-1991) ve Boris Yeltsin'in ilk başkanlığı döneminde (1991-1996) Batıcıların görece hâkimiyetinden bahsetmek mümkünse de, Putin'in iktidarında Slavofil eğilimin kademeli olarak Batıcı eğilimin önüne geçtiğini söylemek daha doğru olur. Bir üçüncü kutup olarak Avrasyacılar ise, hem toplum genelinde hem de seçkinler nezdinde Batıcı ve Slavofil rakipleriyle yarışamayacak kadar küçük ve etkinliği sınırlı bir zümredir.
Modern tarihin gördüğü en büyük ve kanlı savaş olan II. Dünya Savaşı, Rusya'nın selefi Sovyetler Birliği'ni dünyanın iki büyük süper gücünden biri haline getirdi. Angola'dan Küba'ya, Vietnam'dan Mısır'a kadar dünyanın her köşesinde onlarca ülke ABD-Sovyet çekişmesinin semptomu olan sıcak çatışma ve soğuk mücadelelerle sarsıldı ve şekillendi. Rusya, Soğuk Savaşı kaybetmiş sayılsa da, ABD'nin fiilen işgal ettiği Almanya, İtalya ve Japonya'nın veya işgalden kurtardığı Fransa ve Güney Kore gibi diğer bazı büyük devletlerin aksine, askeri ve siyasi bağımsızlığını muhafaza edebildi. Bu özelliği de Rusya'ya, Batı Medeniyeti'ne alternatif ve askeri anlamda meydan okuyabilecek bir büyük 'öteki' olabilme imkânını sağlıyor.