Elbet üzüleceğiz
İnsanız... Üzüleceğiz aynı sevindiğimiz gibi, hüzünleneceğiz aynı neşelendiğimiz gibi, ağlayacağız aynı güldüğümüz gibi. Mutluluğa sonuna kadar açtığımız kapımızı mutsuzluğa kapatmayacağız. İnsan olmaklığımız bizi üzüntüye, hüzne, gözyaşına ve mutsuzluğa aşina kılacak. Kalbe sahip olmak, akla sahip olmak, hele hele vicdana sahip olmak katıksız neşe, bitmez mutluluk peşinde koşmaktan alıkoyacak bizleri. Olmayacak şeylere inandırmayacak, olmaması gereken şeyleri sevdirmeyecek.
İnsanız… Bilmeliyiz ki; dünya devri daim halindedir, döner, dönüşür içindeki her şey gibi. Duygular da nasiplenir bu devri daimden de onlar da kalıcı olmaz, hep kalmaz… Kalıyorsa tabiata aykırı, fıtrata mugayirdir. Ki bu da sağlık değil hastalık işaretidir. O halde bilmeliyiz ki, bir türlü geçmek bilmeyen üzüntü hastalıktır, tedavi ister. Gelip geçen/geçecek olan üzüntü de bir gönülden başka bir gönle geçerken bize uğramış bir misafirdir. Misafirin anlattıklarına kulak vermeli, öğrettiklerini öğrenmeli, kendisini hoş tutmalıyız. Misafirimize ikram etmeliyiz ki, ikram eden ikram olunur.
İnsanız... An geliyor üzüntüden kaçmıyor üzüntüye koşuyoruz; kederden yüz çevirmiyor kederi çağırıyoruz; gözyaşlarımızdan utanmıyor, yaşaran gözlerimizden gurur duyuyoruz. Ancak biricik gönül hedefimiz vusul için bunun da usulü olacak. Olacak ki üzüntümüz bizi imha etmesin, inşa etsin; geriletmesin, ilerletsin; daha kötü yapmasın, daha iyi yapsın. O zaman sormalıyız kendimize şu soruları peşinen; kime üzülüyoruz, neden üzülüyoruz, nasıl üzülüyoruz?
Kime üzülüyoruz?
İnsanlar zaman zaman kendilerine üzülürler. Bazıları kaybettiği yıllar için, kaçırdığı fırsatlar için, olamadığı insanlar için kendilerine üzülürler. Bazıları kazanamadığı paralar için, gelemediği makamlar için, sahip olamadığı eşyalar için kendilerine üzülürler. Bazıları yaptığı hatalar için, kırdığı kalpler için, yapamadığı iyilikler için kendilerine üzülürler. Kendileri ile ilgili her ne sebeple üzülüyorlarsa üzülsünler birinci olarak üzüldükleri konu kendilerini daha güçsüz, daha çaresiz, daha imkânsız hissettiriyorsa bu üzüntü usulsüz, zararlı bir üzüntüdür. İkinci olarak da üzüldükleri konu bir zaaf ile beraber geliyorsa; hırs gibi, haset gibi, tamah gibi yine bu üzüntü usulsüz, zararlı bir üzüntüdür.
İnsanlar zaman zaman başkalarına üzülürler. Başkalarının söylediklerine, başkalarının yaptıklarına ya da başkalarının yapmadıklarına üzülürler. Başkalarının sevdiklerine yahut başkalarının sevmediklerine üzülürler. Başkalarının kabalığına, hoyratlığına, duygusuzluğuna, düşüncesizliğine, dertsizliğine, vurdumduymazlığına üzülürler. Her neye üzülüyorlarsa üzülsünler birinci olarak üzüldükleri konu kendilerini daha ümitsiz, daha karamsar, daha sevgisiz, daha ilgisiz yapıyorsa bu üzüntü usulsüz, zararlı bir üzüntüdür. İkinci olarak da üzüldükleri konu güvenme gibi, paylaşma gibi, hoş görme gibi insanlara yönelik gösterdikleri güzellikleri azaltıyor belki kaybettiriyorsa bu üzüntü usulsüz, zararlı bir üzüntüdür.
Neden üzülüyoruz?
Bazı insanlar benlikleri sebebiyle üzülürler. "Neden ben değil o kazandı, neden ben değil o bildi, neden ben değil o tanındı?" gibi soruların dipsiz kuyusuna düşer de bir ömürlük biteviye çırpınmalara girişir. Herkesin kendi imtihanının olduğu gerçeğini atlarlar. Herkesin görünen dış dünyası ile görünmeyen iç dünyasının birbirinden çok farklı olabileceğini göz ardı ederler. 'Hayır gibi görünenin şer', 'şer gibi görünenin hayır' olabileceğini bilir ama bir türlü kalben inanamazlar. Bu atlama, bu göz ardı etme, bu kalben inanmanın sonucu olan üzüntü usulsüz, zararlı bir üzüntüdür.
Bazı insanlar tedbiri bilmez, bazısı tevekkülü anlamaz olduklarından üzülürler. Tedbiri bilmeyenler üzerlerine düşenleri anlayıp yapmaz, anlasa da bir sebeple anlamazlıktan gelip yine bir şey yapmaz, sonrasında ortaya hiçbir şey çıkmayınca üzülür de üzülürler. Tevekkülü anlamayanlar ise bir şeyler yaparlar ama her şeyin kendi ellerinde, kendi yapacaklarıyla olamayacağı gerçeğinden habersiz beklemeye girişir, beklentiler geliştirirler. Sonrasında da gerçekleşmeyen beklentilerinin yaslarını tutarlar. Hâlbuki tedbir şart, tevekkül olmazsa olmazdır, bilemezler. Bu bilmezliğin verdiği üzüntü usulsüz, zararlı bir üzüntüdür.
Bazı insanlar görme kusurları sebebiyle üzülürler. Binlerce yıllık insanlık tarihini birkaç günle, birkaç ayla, birkaç yılla değerlendirmeye çalışır, bir ömrün tecrübesi ile sonuçlara ulaşmak isterler. Hâlbuki hakikatin resmi bir ömre sığmayacak kadar büyük, bugün olanı yarın devam ettirmeyecek kadar değişken ve tek bir rengi baskın yapmayacak kadar çeşitlidir, düşünemezler. Bu düşüncesizliğin verdiği üzüntü usulsüz, zararlı bir üzüntüdür.
Bazı insanlar hayal bozuklukları sebebiyle üzülürler. Bunların bir kısmı hayal kurmayı bırakıp kalplerini taşlaştırır ve sadece üzülen, şikâyet eden, söylenen, karamsar bir makineye dönüşürler. Bir kısmı da zamanı, zemini ve kendilerini tanımadıkları için zamana, zemine ve kendilerine uygun olmayan, popüler olanın etkisinde ve başkalarının gerçeklerinden, hayatlarından ve başarılarından kopyalanmış hayaller peşinde koşup dururlar da, hayalleri neden gerçekleşmez, anlayamazlar. Bu anlayışsızlığın verdiği üzüntü usulsüz, zararlı bir üzüntüdür.
Nasıl üzüleceğiz?
Elbet gözümüz yaşaracak, kalbimiz ağırlaşacak, düşüncemiz karışacak ancak önemli olan biz ne yapacağız? Üzüldüğümüz olaya tepkimiz, geliştirdiğimiz davranışımız ne olacak? Daha pasif mi olacağız, daha aktif mi? Daha çalışkan mı daha tembel mi, daha azimli ve gayretli mi, daha gevşek ve boş vermiş mi?
Üzüntü kıymetli bir misafir, mahir bir öğretmen, eşsiz bir tecrübe olabilir. Bunun için bizi değiştireceği muhakkak olan üzüntüyü sahiplenecek, kendimize yakıştıracak, üzüntümüz yapacağız. Üzüntümüz bizi daha bencil değil daha diğerkâm yapsın için; tüketimimizi değil üretimimizi artırsın için, anlamsızlıkları değil anlamlarımızı güçlendirsin için aklımızı, kalbimizi ve davranışlarımızı kontrol altında tutacağız. Hele de düşüncelerimizi, hele de hayallerimizi, hele de sözlerimizi... Sonra üzüle üzüle büyüyeceğiz, üzüle üzüle olgunlaşacağız, üzüle üzüle güzelleşeceğiz.