Hakan Arslanbenzer: Büyük bir strateji unsuru olarak ütopya

Büyük bir strateji unsuru olarak ütopya
Giriş Tarihi: 2.11.2016 15:37 Son Güncelleme: 15.11.2016 15:47
Hakan Arslanbenzer SAYI:29Kasım 2016
Tür olarak ütopyayı tarihle mitolojinin arasında bir yerde görmek gerekir. Platon’un Devlet’i yahut Farabi’nin Medinetü’l-Fazıla’sı gibi siyasi-felsef i ütopyaların yüksek dil ve mantık seviyesine kanmamak gerek. Bunlar da tarih şuuru ve mitoloji zevkine yaslanan eserlerdi; üslupları bunu hissettiriyor.

Jonathan Swift'in Gülliver'in Seyahatleri başlıklı politik taşlamasıyla Britanya imparatorluk stratejisi arasında bağlantı kurmak âdetten değildir. Ya da Platon'un Devlet'inin Grek yayılmacılığıyla ilgisi ilk anda akla gelmez. Madem vurduk öldürelim: Ahmet Haşim'in O Belde şiiri büyük stratejiden yoksun kalmış bir devletin mersiyesidir.

Strateji literatürü ne kadar gerçekçi ve katıysa ütopya metinleri de o kadar sıcak ve hayalidir. Distopya denen negatif ütopyaların karanlık ve kötümser havası da buna dâhil. Huxley'nin Cesur Yeni Dünya'sı bütün o bilimsel görüntüsünün altında tamamen hayal gücüne dayalı bir romandan ibaret. Diğer tarafta, strateji metinleri senaryo biçiminde bile yazılsa malzemesi, hedefleri ve işleyiş mantığı gereği gerçekçilikten taviz veremez. 2'nci Mehmet'in İstanbul'u fethini romanlaştırsak, filmleştirsek, şiirini yazsak; neticede bu güzel şehrin fethinin Osmanlı büyük stratejisinin kritik adımlarından biri olduğu gerçeğini değiştiremeyiz.

Büyük strateji, bir devletin bir anda gerçekleştirilmesi imkânsız hedeflerini sürece ve mekâna yayarak; kullanılabilir bütün araçları kullanarak gerçekleştirme çabasıdır. 2'nci Mehmet'in İstanbul'u fethi mesela, Osmanlıların dünya siyaset sahnesine çıkma yolundaki büyük stratejisinin bilinçli, akılcı, insan ve madde yönetimi bakımından pürüzsüz bir inceliği haiz bir zirve anını temsil eder. Tarihin doyum anlarından biridir.

Klasik tarih metinlerinde mitlerin rolü

İlginç husus, İstanbul'un fethini müteakip Osmanlı hanedan tarihlerinde ortaya çıkan mitleştirme eğilimi. Bu mitler elbette mezkûr tarihlerin özünü oluşturmuyordu. Ana metnin kenarında 'tür kenar' tezhip görevi ifa ediyordu. Tezhibin hatta katkısı ne ise, Osmanlı kuruluş mitlerinin tarih metinlerine katkısı da odur. Kaldı ki hat ve tezhip sanatları 2'nci Mehmet'in oğlu Bayezid'in şehzadeliği esnasında şahsen desteklediği Şeyh Hamdullah'ın kişiliğinde ilk büyük Osmanlı ustasını bulacaktı. Darü'l-Harbin güç merkezlerinin fethi stratejisi, Darü'l-İslam'ın her yönden imarıyla adeta perçinleniyordu. Güneş doğudan doğuyor, batıdan batıyordu.

Osmanlı kuruluş mitleri için ütopya diyemeyiz. Bunlar filoloji jargonunda arketip dediğimiz şeylerdir. Osmanlılardan önce Selçuklularda da benzerlerine rastladığımız bu mitlerin görevi mevcut gücün büyük stratejisinin ilahiyatını üretmekti. Sultan unvanını kullanan ilk İslam emiri olan Gazneli Mahmut, epik şairlerimizin büyük atası sayılabilecek Firdevsi'yi Şehname'yi yazması için finanse etmeyi vazife bilmişti. Bir tür mit kodeksi sayılabilecek Şehname'nin Mahmut'un büyük stratejisi açısından işlevi ne olabilirdi?

Şehname, edebi eser olmasına rağmen, bütün zamanların sultanlar ve emirler tarihi olma iddiasındadır. Doğunun bütün saltanat mitlerini içinde barındırır. Bundan ne murat edilmiş olabilir diye sorarken aynı sırada Gazne ordularının ne yönde hareket ettiğine bakmak gerekir. Şehname yazıla dururken Sultan Mahmut ve güçlü orduları da Orta Asya, İran ve Hint bölgelerinde yerleşik, küçüklü büyüklü hanedanları devirerek bir Doğu İslam İmparatorluğu'nu inşa etme yolunda hızla ilerliyordu.

Şehname, Gazne saltanatının geçmiş hanedanların tamamını intaç eden ve onları aşan son devlet olduğu hissini okuyucuya vermeye adanmıştı. Tevarih-i Ali Osman ve Selçukname gibi edebi olmayan tarih anlatılarının içerdiği mitolojik tezhibin varlık nedeni de başka değil.

Özetle, kuruluş mitlerinin asıl rolü büyük stratejiyi geçmişte temellendirmekti. Güç kullananın nevzuhur olmadığını, kadim bir geçmişe dayandığını açıklamak büyük stratejiyi de meşrulaştırıyordu. Bizans'ı tarihe gömüp payitahtına kurulan Osmanlıların dünkü çocuklar değil de Allah, Peygamber, Kur'an, evliya gibi değerlerce mübarek kılınmış; yani 'göklerden gelen bir karar'la seçilmiş, özel bir görevle (İslam'ın kılıcı olmak, dünyaya hâkim olmak, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi olmak vb.) donatılmış soylu bir topluluk olduğu bu mitlerle zihinlere iyice kazınmış oluyordu.

Ütopya edebiyatının doğuşu

Ütopya aslında doğmadı, hep vardı. Tür olarak bana kalırsa ütopyayı tarihle mitolojinin arasında bir yerde görmek gerekir. Platon'un Devlet'i yahut Farabi'nin Medinetü'l- Fazıla'sı gibi siyasi-felsefi ütopyaların yüksek dil ve mantık seviyesine kanmamak gerek. Bunlar da tarih şuuru ve mitoloji zevkine yaslanan eserlerdi; üslupları bunu hissettiriyor. Platon'un Yasalar'ını okumadan Devlet'ini tam anlamak mümkün değildir. Yasalar, Platon'un Greklerin bir büyük stratejiye ne derece ihtiyaçları olduğunu açıkça ifade eden bir kitap. Bu ihtiyaç o kadar boğucuydu ki, ırkının yetersizlikleri Platon'u o derecede rahatsız ediyordu ki oturup hiç üşenmeden mükemmel Grek sitesinin kitabını yazdı.

Bu arada, Devlet'in asıl adının Res Publica olduğunu unutmamak lazım. Cumhuriyetlerin kuruluşundaki ütopik heyecan Platon'dan kalma diyebiliriz. Şöyle bir cumhuriyet kuracağım, böyle bir yönetim, öyle bir halk olacak vesaire. Aşağı yukarı her cumhuriyet bir ütopyanın tarih sahnesine konma çabası. Yok, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, yok Çin Halk Cumhuriyeti, yok Demokratik Kongo Cumhuriyeti… En abartılısı da merhum 'Albay' Kaddafi'nin olağanüstü cesur ve fantastik dünyasından çıkma: Libya Arap Halk Cemahiriyesi. Asr-ı Saadeti çocuk zihinlerimize kazıyan Çağrı filminin finansörü Muammer Kaddafi, ütopya işinden gerçekten iyi anlıyordu. Allah taksiratını affetsin.

Ütopya asla sadece ütopya değildir

Bunu artık hep beraber kavradığımızı, kabul ettiğimizi var sayıyorum. Bir yazar, bayram değil seyran değilken oturup eğlence olsun diye ütopya yazmaz. Gerçi Jonathan Swift, Gülliver'in Seyahatleri için "politikayla ilgisi yok, eğlence olsun diye yazdım" demiştir ama kimse de ona inanmamıştır. Swift'in sözde inkârında İngiliz sinsiliği var. Büyük stratejisi sinsilik üzerine kurulu bir devletin şemsiyesi altında fantastik roman yazan Swift sinsice bir iki laf etmiş, çok mu?

Gülliver'in Seyahatleri'nin çocuklara okutulmasına çocukluğumdan beri hayret etmişimdir. Türkçe ve İngilizce olarak, gittiğim her okulda bana okutulan bu kötü romandaki politik hicvi ilk okuyuşumda bile sezmiştim. Yazarın kendi ülkesinin siyasi taraflarına, kavga etmeye devam ederseniz ülkeyi tarihe gömeceksiniz dediğini hissetmiştim. Bu hissedişte gözümü Demirel-Ecevit kavgasında açmış olmamın payı vardır mutlaka.

Demirel-Ecevit kavgasından bir Türk Swift'i çıkmadı ama Erbakan ve 'Adil Düzen' çıktı. 'Adil Düzen' esasen ciddi bir İslam ekonomisi çalışmasıydı ama bir siyasi hareketin eliyle ütopya haline getirildi. Buna Sezai Karakoç'un şiirsel İslam Birliği anlatıları, Necip Fazıl'ın 'Bir Gençlik' tasviri gibi ütopik metinlerin yaygınlığı da eklenince İsmet Özel'in tabiriyle Türkiye'de Müslümanlar "radikalizm ve ütopya" sarmalına girmiş oldu.

Türk denen şen şakrak çocuk

İyimser bir bakış açısıyla, ki şahsen iyimserliği öneririm, aynı sırada cihet-i askeriyenin kendini modernize ettiğini, yeni taktik ve stratejiler arayışına girdiğini görmek gerekir. Öte yandan hayalle gerçek, ütopyayla strateji birbirine uymuyordu. Ordu ile gençlik arasındaki uyumsuzluk ve güvensizlik 15 Temmuz gecesi bir boğuşmaya neden oldu ve neticede gün ışıklanırken ordu kışlasına çekildi.

Sonraki bir ay süresince kışladan ekmek almaya bile çıkmayan ordunun Ağustos ayının ikinci yarısında soluğu Suriye'de alması ise medyada strateji, savaş, ütopya, tarih, millet, devlet, Osmanlı, Türkiye, Musul, Kerkük, Halep gibi kavram ve isimlerin keşmekeşine yol açtı. Berraklığa ihtiyaç var.

Basit sorular: Bir büyük stratejimiz var mı? Ütopya edebiyatının neresindeyiz? Burada Aydoğan Vatandaş'ın ütopya romanları ve mensubu olduğu Fetullahçı Terör Örgütü'nün 40 yıllık stratejisini hatırlamamak mümkün değil. Bürokrasinin tamamını; siyaset, medya ve sivil toplumun azımsanamayacak bir kısmını ele geçiren, çok büyük bir parasal gücü elinde bulunduran, Türkiye'nin Batı ile olan ilişkilerini belirleyecek noktaya gelen ve bütün bunların meyvesi olarak kendilerince ülkeyi bir yere götürmeye kararlı bu örgütün kendisiyle kıyas edilemeyecek cılızlıkta sivillere mağlup olmasını ne ile açıklamak gerekir?

Devletin büyük stratejisi olduğunu düşünmüyorum. Bununla ilgili gözlemlerim iyimserliğimi beslemeyecek türden. Ama milletin kalbinde bir yerlerde büyük stratejiye varıyla yoğuyla katılmaya hazır bir taraf olduğunu seziyorum.

15 Temmuz'u biri ütopya olarak yazmış olsaydı iyi edebiyat olurdu. 'Vay herifin hayal gücüne bak hele', derdik. Ama biz bunu yaşadık. Çıplak elle dünyanın en kuvvetli on ordusundan birinin askerlerinin elinden tank aldık. Çünkü gitmek istediğimiz yönle ilgili topluca bir şuura sahibiz.

İsmet Özel'e asla katılmıyorum. Türkler 'American way of life'ı arzu ettikleri' için değil namuslarını, şereflerini ve hayatlarını 'cem'en cemaat' olma iddiasındaki bir sapkın güruhun eline bırakmayacağını bütün dünyaya gösterdi. American way of life'ı içselleştiren bir adamın hayatını tehlikeye atması düşünülemez. American way of life, hayat-memat meselelerini içermeyen besili hayatlar yaşamak demek. Amerikalı büyük strateji yazarlarının en büyük şikâyeti de bu. Gezegende insan sıfatıyla yaşayan diğer canlılarla bir şeylerimizi paylaşmazsak hınçlarıyla bizi boğacaklar, deyip duruyor Amerikan aklı evveller.

Türkiye'de ise durum aksine. Devlet ölümle dirim arasında bir yerde can çekişiyor. Milletin ise şuuru açık. Ütopya milletin dilinde, gönlünde. Bunu taçlandıracak bir büyük strateji, devleti var edecektir. Bu da bir günün bir gecenin veya bir partinin, bir hizbin işi değildir.

Raporlar yazılacak, yabancı devletler gece gündüz test edilecek, kitaplar kaleme alınacak, konferanslar verilecek, diplomasi ve cihet-i askeriye gün 24 saat yeni meseleler, taktikler ve stratejiler üzerinde çalışacak. En eğlencelisi de ütopya romanları yazılacak, ütopya filmleri çekilecek. Çünkü ütopya, zihnin en serbest halini yansıtır. Türk dediğimiz şen şakrak çocuğun hayal gücünün muhtemel ürünüdür. Hadiseye biraz da buradan bakmak lazım.

BİZE ULAŞIN