"romantizm; ağlayan yıldız, inleyen rüzgâr,
ürperen gece, kendinden geçen çiçektir"
Alfred de Musset
Romantizm akımı hakkında konuşmaya başlamadan önce 'hazırlık aşaması' ve olağan dönüşümler üzerinden de meseleyi görmek gerekebilir. Çünkü her değişim doğmadan önce mutlaka biraz sancılıdır. Bu bağlamda Batı Avrupa merkezli romantizm akımının başlangıç meridyenini 18'inci yüzyılın ikinci yarısına doğru konumlandırdığımızda karşımıza çıkan ilk önemli toplumsal verinin, genel beğeni kodlarının değişime uğradığı/uğratıldığı gerçeği olması kuvvetle muhtemeldir. Hem bir önceki dönem olan klasizme hem de endüstri devrimine bir tepki olarak okuyabileceğimiz 'romantik dönem' öncesinde, sert, yüce, katı, soylu, mekanik, rasyonel, kuralcı, materyalist, doğrudan, mutlak akılcı ve idealize edilmiş anlatım biçimlerine duyulan ilgi, halk nezdinde yavaş yavaş daha aşkın, yalın, sezgisel, estetik, hayal gücünü önceleyen, doğayla özdeş, sınırlara inanmayan, bireyci, coşkun, düşsel ve dolaylı anlatım biçimlerine doğru kayan/yol alan bir değişim göstermiştir. Romantiklerin sanatsal itirazlarıyla ortaya çıkışları, bu değişim/dönüşüm ile birlikte anlamlıdır. Burası aynı zamanda genişlemeye oldukça müsait sosyolojik bir zemindir.
Romantizm, Aydınlanma Çağı'na, Sanayi Devrimi'ne ve modernleşmeye karşı bir 'duruş' ve protesto şekli olarak, toplumsal ve siyasi normlara yapılan yüksek perdeden sanatsal bir itirazdır. Birçok sanat dalında yeni ve özgün bir ifade biçimi olarak tezahür ederek; özellikle resim, edebiyat ve müzik üzerinden yeni ve devrimci bir ses yakalanmıştır. Devrimci ama içe dönük bir ses, doğanın ritmine teslim olmuş, tabiata efendilik taslamayan, düşsel ve aşkın bir ses, keşif, gizem ve sezgiyle örülmüş otantik vurgusu olan özgür bir ses… Romantizmin müzikal anlamda ifade ettiği sancı özüyle tanıdık, formuyla yenidir. Sözgelimi Beethoven dünyanın ilk romantiği olarak kabul edilse de, besteleri iki döneme de uyumlu klasik-romantik bir ruha sahiptir. Weber, Rossini, Schubert üçlüsünün oluşturduğu ilk romantik kuşak sonrası gelen Chopin, Liszt, Verdi ve Wagner gibi has besteciler romantik dönemin çatısını temsil ederler. Romantik dönemin müzikteki üç simgesi; senfoni, piyano ve Paganini'nin kemanıdır.
19'uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren etkisini kaybetmeye başlayan romantizmin diğer sanat dallarına göre müzikteki etkisi daha uzun sürmüştür. Uzun ve açıklayıcı melodiler, renkli armoniler ve daha özgür/esnek ritimlerle bezeli atmosfer/tavır, romantik dönemin müzikteki belirleyici etkileri arasındadır. Klasik müziğin -bu uzun süreli etkiyle birlikte- geç romantik dönemdeki en önemli temsilcilerinden biri de, son romantik mahlasıyla meşhur Tatar besteci Sergey Rahmaninov'tur.
Piyano Tatarındır!
Rahmaninov'u Anadolu enstrümanlarıyla buluşturma fikriyle yola çıkarak, Rachmaninov Anatolian Project albümünü hazırlayan Uygur asıllı genç piyanist Güldiyar Tanrıdağlı'nın Rahmaninov'un Tatarlığına vurgu yapması müzikal kökenleri itibariyle çok ilginç gelmişti bana. Şöyle diyor Tanrıdağlı; "Rahmaninov sadece Avrupa'da değil klasik müzik camiasında Rus besteci olarak anlatılıyor. Ben onun Tatar kökenlerine, aslında hiç kopmayan kuvvetli bağına dikkat çekmek istedim. Bu Rahmaninov'un başka yüzü aslında. Konçertolarını ve solo piyano eserlerini daha çok biliriz. Hep o yönüyle ön planda. Ama Tatar kökeninden izler de var. Amacım sanatçının daha az bilinen yüzünü biraz daha tanıtmak."
Tatar kökenli aristokrat bir aileye mensup olan, klasik müzik tarihinin en büyük besteci ve piyanistlerinden Sergey Rahmaninov, 1873 yılında Novgorod şehri yakınlarındaki Oneg'de dünyaya gözlerini açtığında müzikte romantik dönemin sonuna doğru yaklaşılıyordu. Ailesi müzikle amatör düzeyde ilgilenecek kadar sanatsever bir yapıdaydı, bu yüzden Sergey'in çocukluğu bahçede koşup oynarken annesinin çaldığı piyanonun ninni kıvamındaki melodilerini dinleyerek geçti. Notalara ve müziğe karşı yeteneği anlaşıldığında, henüz dokuz yaşında St. Petersburg'da konservatuar öğrencisiydi. Hayatta şansı pek yaver gitmedi, ailesiyle yaşadığı sorunlar yolunu başkent Moskova'ya düşürdü. Burda Nikolay Zverev'den dersler aldı ve nasihatlarıyla ufkunu açacak olan ünlü besteci Çaykovski ile tanıştı.
19 yaşındayken yazdığı Do Diyez Minör Prelüd ve Puşkin'in Çingeneler şiiri üzerine bestelediği tek sahnelik operası Aleko, okuldan altın madalyayla mezun olmasını sağlamıştı. Bütün gözler üzerindeydi ama mezuniyet sonrası ilk önemli eseri olarak kabul edilen ustalıkla bestelediği Re Minor I. Senfoni, 1897'de sarhoş bir orkestra şefi yüzünden oldukça kötü yorumlanınca eleştirmenler tarafından topa tutulmuştu. Evet, gerçekten kötü bir açılış yapmıştı. Dokuz yaşındayken küçük bir konser vermek üzere gittiği bir aristokrat konağında çaldığı parçanın orta yerinde -daha etkileyici olmak için- ellerini tuşların üstünden kaldırıp bir an beklemesine, konağın yaşlı hanımının (notaları unuttuğunu düşünerek) 'çocuğum istersen daha iyi bildiğin bir şey çal' diyerek müdahale etmesinden sonra yaşadığı en kötü deneyimlerden biriydi bu. Dokuz yaşındayken yaşadığı travmayı kolay atlatmıştı ama sarhoş orkestra şefinin yaşattığı bu travma o kadar kolay geçecek gibi değildi. Özgüveni hırpalanmıştı.
Bir hipnoz uzmanından terapi yardımı alarak üç ay sonra asıl işi olan besteciliğe döndüğünde, onu iyileştiren doktoruna ithaf edeceği II. Piyano Konçertosu'nu yazarak bestekarlığını geri kazanacak ve eserini Moskova Filarmonisi'nin konserinde çalarak dünya çapında tanınan bir müzisyen olacaktı. Üstelik Rahmaninov'un doğuştan gelen özel bir yeteneği de vardı, notaları çok kısa bir sürede ezberleme özelliğine sahipti. Normal bir insanın aylarca uğraşıp zor ezberleyeceği en karmaşık notalar bile onun için sadece birkaç günlük işti. Sezgisel ilhamı ve kurgu kabiliyeti, içsel matematik ve nota zekâsıyla eserlerine bütünüyle hâkim bir besteciydi. Konçertolarındaki o bütünlüklü kompozisyon havasının asıl sebebi de buydu.
Rahmaninov Rusya'dan ayrılıp bir süreliğine Dresden ve Amerika'ya gitse de tekrar ülkesine geri dönmeyi tercih etti. Döner dönmez Rus Beşleri olarak anılan grup ile Çaykovski arasında ülkesinde cereyan eden rekabete şahit oldu ve hayranı olduğu Çaykovski'den yana tavır koydu. Bu arada, Amerika'ya gittiğinde Boston Senfoni Orkestrası'ndan daimi şef olma teklifini kabul etmemesi de oldukça garip karşılanmıştı. Bir Rus'un Amerikan orkestrasını yönetme fikri çok cazip bir seçenek gibi dursa da, Rahmaninov'un reddiyle gerçekleşememiştir. Amerikan yapımı ünlü Homeland dizisinin 5'inci sezonunda CIA şefi Saul Berenson'un otel odasında CIA'e sızmayı başarmış bir Rus ajanıyla konuşurken, Rus istihbaratının ortam dinlemesi yapma ihtimaline karşı yüksek sesle bir Rachmaninov bestesi açarak, alın bunu dinleyin bizi değil, diye bağırması bana nedense bu teklifi hatırlattı. Ayrıca tekliften bağımsız olarak da -Rahmaninov merkezli- zekâ dolu güzel bir sahneydi.
Müzik için müzik ve Rahmaninov
1917'deki Bolşevik Devrimi'nden sonra Rahmaninov ailesiyle birlikte Rusya'yı terk etmek zorunda kaldı ve bir daha vatanına dönmedi. Amerika'ya yerleşmeleriyle birlikte meşhur konser serilerine başlayarak, kısa sürede büyük çapta bir şöhret elde etti. Başka albümler de yayınlandı. 1930'larda Bolşevikler, rejime getirdiği eleştirilerden dolayı eserlerinin Rusya'da çalınmasını tamamen yasakladılar. Aynı tarihlerde bestelediği Paganini'nin Bir Teması Üzerine Rapsodi, en çok çalınan eserlerinden biri oldu. Bu arada Rahmaninov kansere yakalandı ve son büyük eseri olarak Senfonik Danslar'ı besteledikten sonra, 28 Mart 1943'te hayatını kaybetti.
Rahmaninov'un şarkılarının piyano eserlerinden daha çok ilgi görmesini, romantik boyutları yüksek bir besteci kimliğine sahip olmasıyla ilişkilendirenler çoğunlukta. Müzikal tavrı ve tarzıyla romantik dönem kalıplarına uygun bir müzisyen olduğu konusunda ise herkes hemfikir. Zaten hâlâ o mahlasla anılıyor: Son romantik. Güldiyar Tanrıdağlı'ya göre, Rahmaninov'un müziği; "Çok fazla kafa yorup burada ne demek istemiş, ya da ben ne katabilirim diyemeyeceğiniz, makyaja ihtiyacı olmayan tertemiz ve organik" bir müziktir. Birçok insan için Rahmaninov demek, üç bölümden oluşan meşhur Do Minör Konçerto (II. Piyano Konçertosu) demektir. Kocaman bir hayal kırıklığından sonra gelen ferahlatıcı bir müjde gibi sessiz ve coşkulu. Kriz, çıldırış, dinginlik evreleriyle uzun süreli bir hipnoz seansı sonrası ortaya çıkan bu şaheserin ruhunuzun odalarında dolaşmasına izin vermek için gözlerinizi kapatarak melodisine odaklanmanız yeterli olacaktır. Rahmaninov, toplamda dört piyano konçertosu bestelemiştir. Ancak onu dünyaya tanıtan en önemli eseri II. Piyano Konçertosu'ydu. Onun için bir çıkış yolu denemesiydi bu, uzun tedavilerinden sonra hayata tutunmasını sağlayan, II. Piyano Konçertosu isminde bir umut ışığı çıkardı kalbinden. Rahmaninov'un yeniden gündeme gelmesini sağlayan, piyanist David Helfgott'un dramatik hayatının anlatıldığı 1996 yapımı Shine filminde ise, bu kez III. Konçertosu ile ışığını saçtı dünyaya Rahmaninov.
İki büyük dünya savaşı gören büyük Tatar besteci, son romantik Sergei Vasilievich Rahmaninov, müzik felsefesini şu cümleyle özetlemiştir; "Kelimenin tam anlamıyla melodik bir buluş, her bestecinin gerçek amacı olmalıdır." Şimdi önce üç bölümden oluşan dehşetengiz II. Piyano Konçertosu'nu dinleme ve ardından Shine filmini izleme zamanıdır. Piyano Tatarındır!