Sevilme ve bağlanma ihtiyacımız sahici bir mesele
Bu yazının iki derdi var: Birincisi, kadınlar ve erkekler arasındaki sevme/sevilme, bağlanma, yakın duygusallık halinin sahici bir ihtiyaç olup olmadığını mesele etmek, ikincisi ise, bu duygusal hallerin sahici ihtiyaç olduğu ön kabulü ile 'kadın erkek ilişkilerinde nasıl bir duygusallık olmalı?' sorusuna cevap aramak...
Kadın erkek ilişkilerinde duygusal yakınlığın sahici bir ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Üstelik bu ihtiyacın sadece kadınlar için değil erkekler için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de, insan tekinin bebeklikten ölüme kadar sevme ve sevilme ihtiyacı var. Çocuklar için, gençler için, erişkinler için, yaşlılar için 'sevme ve sevilme isteği' susamak ve acıkmak kadar gerçek. Çocuklar için sevilme ihtiyacının karşılanmaması kimlik bölünmesine neden olabilecek travmatik bir durum. Sevilmemek erişkin bir kadın ve erkek için ise, üstesinden gelinmesi oldukça zor olan bir deneyim.
İnsanların bu sevme/sevilme ve duygusal bağlanma ihtiyacının iki ayrı kökeni var: İnsan doğası ve sosyal öğrenme. 'İnsan doğası' yaklaşımı, bazı biyolojik, psikolojik ve sosyal ihtiyaçların yaratılıştan içimizde var olduğunu söyler. Bu bakışa göre, sevilme ihtiyacı yemek-içmek ihtiyacı kadar doğamızdan gelir. Artık insan doğasının kabulünü entelektüel dil üzerinden de yapabiliriz. İnsan doğası yaklaşımına şiddetli itiraz eden aşırı çevreselci yaklaşımların entelektüel baskısının sonuna geldiğimiz kanaatindeyim. Bireylerle çalışan psikiyatr ve psikologlar için insanın doğuştan getirdiği özellikler her zaman apaçık bir durumdu fakat insana ait her şeyin üretim olduğu ve insan doğası olmadığı fikri entelektüel dünyada tabu haline gelmişti. Çok şükür ki bu tabuyu aşma imkânına sahibiz. Steven Pinker'in İnsan Doğasının İnkarı adıyla Boğaziçi Yayınları'ndan çıkan eseri bu entelektüel hesaplaşmanın iyi örneklerinden biri.
Sosyal öğrenme yaklaşımı ise sevme/sevilmenin öğrenilen/öğretilen bir şey olduğunu savunur. En azından bu tarihsel dönemdeki versiyonun yaşadığımız kültürel dünyanın kodları tarafından belirlendiğini söyler. Bu anlamda yeme, giyinme, barınma ihtiyaçları farklı kültürel ortamlarda bir ölçüde farklı şekilde hayat buluyorsa, duygusal yakınlık pratikleri de kültürel kodlar üzerinden şekillenir.
O zaman şu pozisyon savunulabilir: Kadın erkek ilişkilerindeki sevme/sevilme, bağlanma, duygusal yakınlık savunulabilirken ilişkinin formları eleştirilebilir. Bu düşünme biçimi bize kadın erkek ilişkilerindeki bağlanma ve yakınlık ihtiyacını inkâr etmeden, var olan modellerin artısını ve eksisini değerlendirme imkânı verip, hatta var olanların dışında yeni formların arayışına hem meşruiyet hem de imkân verir.
Çok şükür ki kadın ve erkeklerin duygusal yakınlığı ile ilgili tarihsel ve evrensel metinlere sahibiz. Aşk kavramının olmadığı hiç bir toplum şimdi ve geçmişte de yok. Yani kadın ve erkeklerin birbirlerine duygusal yönelmesi modern dönemde açığa çıkmış değil. Elinize basit bir aşk şiirleri antolojisi aldığınızda farklı toplumların farklı dönemlerinde aşk ve sevmek üzerine yazdığı yüzlerce şiiri okuyabilirsiniz.
Biraz bizim kültürel kodlarımızdaki duygusallığa bakalım. Hz. Aişe anlatıyor: "Bir bayramda, bazı Habeşlilerin, mescitte mızrak ve kalkan oyunlarının sesini duydum. Dikkatimi çektiğini gören Resulullah, 'Görmek ister misin?' buyurdu. Ben de 'Evet' dedim. Resulullah onları çağırdı. Odamın kapısının önüne geldiler. Resulullah da kapı arasında durdu ve elini kapıya dayadı. Çenemi kolunun üzerine koyarak seyretmeye başladım. Resulullah ara sıra 'Bu kadar yeter mi?' diye sorduğunda 'Biraz daha seyredeyim' dedim. Üçüncüde 'Bu kadar yeter' dedim. Resulullah da onları gönderdi" (Buhari-Müslim). Durum gayet açık. Hz. Aişe modern deyimle gayet romantik bir şey yapıyor. Eşinin omzuna yaslanıyor ve bu duygusal anı uzattıkça uzatmaya çalışıyor. Eşi olan Peygamber de ona uyum sağlıyor.
Aşkın ve duygusallığın bilinirliği ve yaşanırlığı ile ilgili başka bir örneği Endülüslü İbn-i Hazm'ın Güvercin Gerdanlığı eserinden vereyim. İbn-i Hazm aşkı şöyle tanımlıyor: "Aşk doğuştandır, bu öyle bir hastalıktır ki, hasta zevk alır. Bu derde kim uğrarsa artık iyileşmek istemez. Acı çeken ise bu acıdan kurtulmayı dilemez. Aşk insana vaktiyle iğrendiği şeyleri süslü püslü gösterir. Kendisine zor gibi gözüken şeyleri kolay gösterir. Doğuştan olan huyları ve doğal eğilimleri değiştirecek kadar ileri gider".
Hangi aşk?
Şimdiye kadar kadın erkek ilişkilerinde sevme/sevilme, bağlanma, yakın duygusallık, aşk hallerinin doğallığını, meşruiyetini hatta ihtiyaç olduğunu savundum fakat aynı zamanda bu hallerin farklı formlarının olduğunu, her formunun mutlak bir doğruluk ve meşruiyet taşımadığını da söylemem gerekiyor.
Gerçekten de doğal ihtiyaç olan sevme/sevilme ve aşkın İbn-i Hazm'ın dediği hastalıklı halleri olduğu gibi, insanı yücelten, geliştiren, büyüten halleri de var. Aşk bizi yücelttiği gibi batırabilir de. Âşık olma halinin her şeye meşruiyet vereceğini düşünmek büyük bir yanılgı. Aşkın tek formunun olduğuna inanmak ise daha büyük bir yanılgı.
Normalde aşk üzerine methiyeler düzmek gerekiyor. Hayatta başımıza gelebilecek en güzel şeylerden biri. Sevmenin doruk ve özel hali. Allah'ın yarattığı güzel bir insana sevdalanmak, yaratanın yarattığı güzel şeyin kadir kıymetini bilmek gibi bir şey, "Ya Rabbi ne güzel bir şey yaratmışsın, gözlerimi alamıyorum, zihnimi ondan uzaklaştıramıyorum, kendimi ondan uzak tutamıyorum" deme hali. Bu haldeki âşık, aşkına karşılık bulmuşsa, aşkları gerçek yaşam içinde de süreklilik gösteriyorsa başına talih kuşu konmuş olur. Bu halleri bilenler "Allah'ım bir kuluna âşık olma nimetini bana nasip et" diye dua ederler.
Yalnız aşk her zaman bizi büyütmüyor, hatta yıkıcı olabiliyor. Birine sevdalanıyorsunuz ama karşılık bulamayıp acılar içinde kalıyorsunuz. Birine âşık oluyorsunuz ama kişi psikopat veya en azında size uygun kişi değil. Evli birine âşık olup, olmayacak şeye sıkışıp kalıyorsunuz. Sürekli aşk ihtiyacı içindesiniz ve neredeyse âşık olmak sizin için bağımlılık gibi. Aşıksınız ama geçinemiyorsunuz. Ayrılıyorsunuz ama uzak kalamıyorsunuz. Bir araya geliyorsunuz ama birlikte kalamıyorsunuz. Bu halleri bilen bazı ilim sahipleri "Allah'ım beni bir kuluna âşık olmaktan koru" diye dua ederler.
Kadın erkek ilişkisinin iyi formlarına ihtiyacımız var
Kadın erkek ilişkilerinin iyi, adil, nitelikli, değerli formlarının olabileceğine inanmaya ihtiyacımız var. Yeryüzünde kadınlar ve erkekleri birbiriyle mücadele halindeki karşıtlar olarak göremeyiz. Varoluş yolculuğunu birey olarak yapsak ve nihayetinde kendi hesabını verecek bireyler olsak dahi, yolculuğumuzu eşlerle yapmamız gerekiyor. Bu anlamda eşlerimiz bizim için aynı varoluşsal yolculuğu yaptığımız yoldaşlarımız.
Kadın erkek ilişkilerine makro bakıp ve aradaki ilişkinin doğasının temelde çıkar ve güç mücadelesi olarak okunmasının sağlam gerekçeleri olmakla beraber, tek yönlü bir okuma olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de kadın erkek ilişkilerinde adalete ve bunu sağlayacak söylem ve hukuk düzenine ihtiyacımız var. Fakat ideal ve eşitlikçi bir hukuk veya toplumsal düzey sağlansa bile sorunumuz tam olarak çözülmüyor. Çünkü yakınlık, duygusallık, bağlanma gerektiren ilişkilerin selameti sadece hak arayışı üzerinden sağlanamıyor. İlişkilerde adalet arayışını elde var bir deyip ötesini de aramaya ihtiyacımız var. Bu anlamda eş ilişkileri üzerine çalışan, mikro düzeyde bakan yaklaşımlar da makro bakışlar kadar kıymetli. İdeali bu mikro ve makro bakışı eş zamanlı düşünerek, iyi olanı işaret edecek inşa faaliyetleri yapmamız.
İlk yapılması gereken şeylerden biri kadın erkek ilişkilerinde bir halk sağlığı bakış açısına sahip olmak. Bu halk sağlığı bakış açısının ilk mesajlarından biri kadın ve erkeklerin birbirlerine karşı sevme/sevilme, bağlanma, aşk, yakınlık vb. duygusallık içeren ihtiyaçlarının karşılanması gereken meşru ihtiyaçlar olduğunu söylemek olabilir. Kadınlarımızın ve erkeklerimizin duygusallık beklentilerini baskılamalarını istemek hayırlı bir iş değil. Bu ihtiyaçların iyi formlarını yaygınlaştırmak çabası meşru ama bastırılmasını istemek yanlış. Hele kadınları aşırı duygusallık beklentileri olan varlıklar olarak yaftalamak büyük bir yanlış. Bu siyaset yaratılışa karşı savaş açmak, insan doğasını yok saymak anlamına gelir. Aksine insanlarımızı eşlerin duygusal beklentilerini karşılamaya, iyi birer âşık olmaya teşvik etmemiz gerekir.
Sözlerimi toparlamaya çalışayım. Kadın erkek ilişkilerinde duygusallık doyurulması gereken meşru bir ihtiyaç. Sevme/sevilme, bağlanma ve âşık olmanın hem iyi ve büyütücü hem de kötü ve yıkıcı formları var. Yaşadığımız pratik dünyadaki kadın erkek ilişkilerindeki adaletsiz düzeni adaletli bir hale çevirme gayretleri meşrudur. Yalnız, kadın ve erkekleri kaçınılmaz olarak çatışmak zorunda olan karşıt ve uzlaşmaz varlıklar olarak kodlamak bir o kadar yanlış. Kadınlar ve erkekler varoluşsal olarak yolculuk halinde olan eşit yaratıklar ve birbirleri için iyi yol arkadaşı olabilirler. Beraber varoluşsal yolculuk yapabilmek için ise ilişkinin hem adil hem de yakın/duygusal olmasına ihtiyacımız var. Bu sebeple de sevme/sevilme, bağlanma, duygusal yakınlık ihtiyaçlarımız baskılanmamalı aksine doyurulmalıdır.