Annelik tabiatımızda mı var?
"Gölcük'teki bir öğretmen anne, iki aylık bebeğini evde bırakıp dokuz günlük bayram tatiline giderek oğlunun açlıktan ölümüne sebep oldu."
2013 yılında bu haber gündemime düştüğünde kızım henüz bir yaşına yeni basmıştı. Onun yüzüne her bakışımda, hiç tanımadığım bir bebeğin sesini duyuyordum. Kızımın tenine her dokunuşumda... Beşiğinde. Dokuz gün boyunca. Açlıktan. Susuzluktan. Korkudan. Ağlaya ağlaya ölen. Bir bebeğin. O bebeğin acısını hücrelerimde hissediyordum. Haberin etkisinden uzunca bir süre kurtulamadım.
Peki ama bu haberin zaman zaman karşılaştığım -hâlâ da karşılaşmaya devam ettiğim- diğer 'cani anne', 'vicdansız anne', 'korkunç anne' haberlerinden ne farkı vardı? Bebeğini sokağa terk eden, tuvalette doğurup çöpe atan, boğan, döve döve öldürmekten beter eden bütün o canavarlardan?
Beni esir eden dehşet, üzüntü, çaresizlik duygularından sıyrılabildiğim zamanlarda fark ettiğim; büyük bir 'incelikle' yazıldığı belli olan bu haber metninin zihnime büyük harflerle şunu kazıdığıydı: "Ek bir çaba harcamaksızın yavrusuna bağlanıp onun bütün ihtiyaçlarını DOĞAL OLARAK karşılama gücüne sahip bir ANNE -üstelik de öğretmenlik yapabilecek bilinç düzeyindeki bir anne- TATİLE gitmeyi bebeğinin yaşamına TERCİH etmişti."
Bir anne bunu nasıl yapardı?
Bu soru akla gelebilecek diğer bütün soruları bastırıyordu. Örneğin; bu bebeğin babası neredeydi? Ya da bu bebeği doğurmayı tercih etmiş olan bir kadın böyle bir kötülüğün faili haline nasıl gelmişti? Akli melekeleri yerinde olsa bile ruh sağlığı ne derece yerindeydi? Bir kadından bir 'canavar' yaratan bu karanlığı sorgulamak mümkün müydü? Elbette değildi.
***
Kendi annelik deneyimlerini bir kurum olarak dayatılan annelik söylemi üzerinden inceleyen 1986 basımı Of Woman Born adlı kitabında Adrienne Rich şöyle bir anekdot aktarır: "1975 yılında, bir akşamı çoğu çocuklu bir grup şair kadınla geçirmiştim. Çocuklarımız yan odada oynarken biz de şiirden bahsettik. Bir de yerel bir çocuk öldürme vakasından. Civarda yaşayan sekiz çocuk annesi bir kadın -üçüncü çocuğunun doğumundan beri şiddetli bir depresyon geçirmekteydi- en küçük iki çocuğunu öldürüp ön bahçede başlarını kesmişti. Bu annenin dehşetengiz çaresizliğiyle doğrudan bir bağ kuran birçok kadın, yerel gazetede yayımlanmak üzere; olayın basında aktarılış biçimi ve ruh sağlığı sistemince ele alınış şeklini protesto eden bir mektup hazırlayıp imzaladı. O odadaki çocuklu her kadın, her şair, o anneyle özdeşim kurabiliyordu. Onun hikâyesinin içimizde açtığı derin kızgınlık kuyularından konuştuk. Kızgınlığımızı çıkartabilecek başka hiç kimse ve hiçbir şey olmadığı için, çocuklarımıza yönelttiğimiz kendi cinai hiddetimizden bahsettik."
Anneliği ve annelerimizi hep meleklik, kutsallık, süper kahramanlık bağlamında değerlendirmeye alışmış bizler için doğrusu fazla sert bir alıntı. İki çocuğu öldürüp başını kesen cani bir anneyi anlamak mı? Onunla bağ kurabilmek mi? Kıskançlıktan gözü dönüp birkaç kişiyi birden katleden bir adamı anlayabiliriz, namus meselesi için 14 yaşındaki kızlarını avlayan bir aşireti de öyle ama çaresizlik, depresyon ve çıkışsızlığı içinde yalnız bırakılıp kendi öz yavrularını gözden çıkartan bir annenin cinnetini anlamak, hatta o cinnete bakabilmek sadece göz ucuyla dahi olsa bir tür akıldışılık göstergesi olmalı. Çünkü annelik her kadının tabiatında mevcut. Bebeğin altını değiştirirken bocalayan bir erkeğin şirinliğinin aksine yavrusunu nasıl emzireceğini bilemeyen bir kadın acınası bir yetersizlik içerisindedir. Bir türlü çocuğunu teskin edemeyen bir kadın bunu yapamadığı için doğal olarak suçluluk duymalıdır. Gözlüğünü çıkartınca fazladan bir çaba göstermeksizin Superman'e dönüşen Clark Kent gibi bir kez bebeğini rahminden çıkartan kadın daha göbek bağı kesilmeden mükemmel bir anneye dönüşmelidir. Kadın sadece çocuk doğurmaz, kendini öldürüp anne doğurur içinden.
Biri altı diğeri dört yaşında iki çocuk annesi bir arkadaşımla dertleşirken konu elbette bir türlü beceremediğimiz, yetemediğimiz anneliğimize geldi. Arkadaşım altı yıl boyunca bir çocuğu olsun diye uğraşmış, nihayet oğlu doğduğunda ise en ufak şikâyetinde "Öyle deme... Çok istedin bu çocuğu" bakış ve uyarılarıyla karşılaşmıştı. Daha yeni yeni yaşadıklarının ağırlığını üzerinden atmaya başlayan arkadaşım gece gündüz ağlayan oğlunu, ilk çocuğunu, kimsenin yardımı olmadan büyütmeye çalıştığı o ilk günleri "katil anne haberlerini sahiden anladım" diyerek anıyor. Nihayet bir gün dayanamayıp annesini arıyor, Allah aşkına gel yoksa ben bu çocuğu öldüreceğim, diye. Birkaç ay sonra oğlunun ciddi bir akciğer problemi sebebiyle sürekli ağladığı ortaya çıktığında ise annelerin çok yakından tanıdığı bir duygu yapışıyor yakasına: Suçluluk. Tabiatıyla bağ kurmayı beceremeyip aylarca ağlattığı bebeğine gene tabiatına ihanet edip kızdığı için Allah'ın onu cezalandırdığı düşüncesinden uzunca müddet sıyrılamıyor.
Ne tuhaftır ki Allah'ın her günahı affedebilen büyüklüğü, toplumun kınadığı durumlarda aklımıza gelmiyor. Toplum ve kültür tarafından kurgulanan ve aktarılan annelik bütün ağırlığıyla henüz doğumdan çıkmış bedenlerimize abandığında silkinip kendi deneyimlediğimiz şekliyle anneliği anlamaya, keşfetmeye, yaşamaya takatimiz kalmıyor. Yorgun oluyoruz. Laf anlatamayacak kadar. Yetersizliğimizden utanç duyuyoruz. Yalnız kalıyoruz; çünkü anneliğin bir masal romantikliğinde yaşanmadığını daha evvel bize söyleyen hiç kimse çıkmamış oluyor. Ne zaman bir kadın, ayaklarının altındaki cenneti çiğneyerek tatile gitse ya da işe mesela veyahut cinnete... Acaba neden böyle oldu? Sorusunu sormak yerine toplumca anneliğin doğaüstü kahramanlar üreten bir müessese olduğuna imanımızı tazelemeyi tercih ediyoruz.
Annelik öyle bir iksir ki cinnetin bile üstesinden gelebilir. Buna inancımızı sarsacak her vaka istisna, sapma, normal dışı olarak adlandırılmak suretiyle göz ardı edilebilir. Anneliği annelerden öğrenmek yerine, her çağın ihtiyacına uygun bir tanımlama üretmekte mahir erklerden dinlemek elbette tercih sebebidir. Zira sistem herkesin yerini tayin etmiştir, yer göstericilere karşı çıkmak felakete yol açabilir. Oysa her çağda her toplumda düşünülenden daha sık rastlanan dehşetengiz vakalar ve maalesef ancak dost meclislerinde dertleşirken mahcup bir sesle ortaya dökülen 'kusurlu annelikler' gösterir ki her kadının anne doğması ancak her Türk'ün asker doğması kadar mümkündür.